Huzuru nerede arıyorsak ruhumuzun heykelini de orada görürüz. Kış mevsiminin sükûnetinde, kar yağışını ‘felaketten rahmete’ dönüştürüp teşekkür etmeli, kendi içimize bir yolculuk yapmalıyız sevgili dost. Unuttuğumuz anıları hatırlarken bir bir, değişen biz mi yoksa dünya mı diye sormalıyız. Kaybettiğimiz değerlerle karşılaşınca, bir vefa olarak öpmeliyiz ellerinden..

Toplumun sorunlarını tespit eden, teşhisi koyabilen fakat tedaviden kaçan insanların sayısı artıyor gibi. Söylemlerin arkasına baktığımızda bizi ayakta karşılayan eylemler görebilmeliyiz. Dünya bu kadar acıyı sırtında taşırken dertsiz olabilmek ve kayıtsız kalabilmek, büyük başarı doğrusu..

Anlam arayan insan için büyüyen bir sancı bireyselleşme. Herkesin kendine göre tanımlayıp ilan ettiği özgürlük mefhumu, ne zaman özgürleşecek bilmiyorum. Özgürlük yürüyüşü adı altında terör eylemi, basın özgürlüğü maskesinde örgüt propagandası, hakaret ve tecessüs var ekranlarda.. Bir rahat bırakalım özgürlüğü de kendi karar versin artık..

Söylerken saygı duyduğumuz 'belirgin' anlamındaki ‘müşahhas’ı hatırlattı teşhis kelimesi. Aynı kökten gelen ‘şahsiyet’i yanı başıma alıp devam etmeliyim yazmaya ve yaşamaya. Zira bireyden şahsiyete hicret etmek gibi sorumluluğumuz var. Peki nasıl inşa edeceğiz? Bu soruya cevabı Örnek Şahsiyet’in (s.a.v) hayatında ararken ilk karşılaşacağımız kurum Daru’l-Erkamdır.. On bir yıl faaliyet gösteren bu müessese öğretimden çok eğitim merkezliydi. Rabb olan Allah’ın tevhid ve ahlâkla terbiye ettiği bu Nebevî süreç büyük bir devrimin çekirdeği konumundaydı. İşte o ilk hareket nice yürekleri fethetti ve Yesrib’ten Medine inşa edildi..

Bugün ciddi bir gençlik problemiyle karşı karşıyayız. Kendine ait bir dünya kurmuş, başkalarının hayatıyla ilgilenmeyen duyarsız ergenlerin bu fetret dönemi bir türlü bitmiyor. Büyüyemeyen çocuklar ya da sosyal çocukluk şeklinde ifade edilirken ‘tutuklanmış yetişkinlik’ olarak tarif ediyor bu durumu Batı. Giderek yalnızlaşan modern insan egosuyla baş başa yaşamaktan çok mutlu! Eleştirilemeyen fakat hep başkalarını eleştiren, yarınlara dair umudunu kaybetmiş, sorumluluk almaktan kaçan bireyler başarılı olamazlar. Kimine göre sınavlarda birinci olmak, en iyi üniversiteden diploma almak bir başarıdır belki ama sonuç anlamsız hayatın ortasında kalmış koskoca bir hiç.. Hayatı boyunca istediği her şeye ulaşmış fakat yere göğe sığdıramadığı benliğini secdesiz bırakanlar ya da secdeleri hayatlarını değiştirmeyenler mutlu değiller. Saniyelik bir trafik kazasında bitiyor her şey.. Geride onurlu bir şahsiyet bırakmak da bizim elimizde, unutulduğu bile unutulan sıradan bir birey olmak da..

Önyargılardan arınıp eleştiren, sorgulayan, başkasının ödünç aklıyla karar almayan geleceğin yolu vahiyle inşa olmuş bir hayattan geçiyor. Ümmet olma bilincine dair ümidimiz son dönemde yaşanan mezhepçi-ideolojik çatışmadan dolayı azalsa da ‘biz’ olmaktan asla ödün vermemeliyiz..

İletişimsiz ilişkiler insanlar arasına uçurum inşa ediyor. Şarjı bitince hayat belirtilerini kaybeden toplumda şahsiyetli nesiller yetiştirmek ve dünyevilikten uzaklaşıp fıtrata yakınlaşmak oldukça zor. Çünkü kendi çocuklarımızın dünyasına girmek, onlarla aynı dili konuşmakta sorun yaşıyoruz bazen. Henüz ilk harfleri öğrendikleri yıllarda birileri tarafından hazırlanan paketlenmiş öğretim programıyla tanışıyorlar. Müfredatı belirlerken eğitimi önceler, merhametli olmanın matematik formülü ezberlemekten önemli olduğunu öğretirsek şahsiyetli nesiller yetiştirebiliriz. Oysa ki her çocuğun karakteri, duygusal yapısı ve olaylara bakışı farklı. Hayatta tanıştığı ilk öğretmeni olan ve onları en iyi anlayan anneler bu sistem karşısında yetersiz kalabiliyor. Sürekli annesiyle birlikte ödev yapan, test çözen, sınavlarda ailelerin yarıştırdığı bir çocuğun sosyal ilişkilerde yetersiz kalması, teşekkür etmeyi bilmemesi bir şahsiyet sorunudur..

Anne babaların kafalarında oluşturdukları bir ‘çocuk şablonu’ var. Bu sınırın dışında kalırsa çatışma başlıyor. Asıl problem sosyal çocukluktan çıkamamış anne babaların yetersiz kalmalarıdır. Evlerimizde bile bireyselleşen herkes kendi odasında yaşıyor gün boyu. Birlikte yapılan eylemlerin sayısı çok az. Oysa ki geçmişte ‘sobanın ayrımsız adaleti’ vardı bizi bir arada tutan.. Soğuk kış akşamları üzerinde pişen kestaneler, çayın birleştirici muhabbeti ve aile olma bilinci vardı. Şahsiyete dair söyleyeceklerimiz bitmese de kendi yüreklerimizde Allah’ın istediği gibi bir şahsiyet inşa etme duasıyla Süleyman Çobanoğlu şiirini birlikte okuyalım..

“Ve o hışırdayan uykudan geçsek / Sobanın ayrımsız adaletinden
Çok büyük bir yağmur, işte başlamış / Kimse çıkmayacak bugün evinden..”