Program Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ve İHL Meslek Dersi öğretmenlerinden oluşan 50 kişilik katılımcı öğretmenin beş grup halinde yaptığı müzakerelerle icra edilmiştir. Tüm gruplar eş zamanlı olarak aynı soruları tartışmışlar ve çıkan sonuçlar tüm katılımcılarla kısaca paylaşılmıştır..

Müzakerelerde ortaya çıkan sonuçlar şunlardır:


  • İtikadî anlamda sorunları olan gençlerde özellikle deizm - yani Allahın hayata müdahalesini reddetmek - inancı ön plana çıkmakta, ateizm bu bağlamda daha geride kalmaktadır.

  • Gençler arasında en çok sorulan İtikadî sorulardan biri, kötülük meselesi çerçevesinde neden “Tanrı’nın yeryüzünde kötülüklere müdahale etmediği ve sessiz kaldığı” sorusudur. Bununla birlikte kader, Allah’ın zatı ve tasavvuru, sabır, tevekkül gibi konuların pek çok kişi tarafından doğru anlaşılamaması, İtikadî sorunları artırmaktadır.

  • Din ve bilimin çeliştiği düşüncesini besleyecek dînî anlatımlar öğrencilerde İtikadî sorunlara neden olmaktadır. Doğru bilgilerle donatılmamış bir Allah ve gayb alemi tasavvuru bulunmakta, hurafeler din addedilmektedir. Bu noktada öğrenciye sunulacak din yorumu büyük önem arz etmektedir.

  • Dini anlatan kişiler arasında yaşanan tartışmalar ve sunulan dînî bilgilerdeki tutarsızlıklar gençlerde din düşüncesinin saygınlığına zarar vermektedir.

  • Gençlerde karşılaşılan ve gün geçtikçe daha da yaygınlaşan başlıca ahlakî sorunlardan biri eşcinsellik konusundaki tutum ve bakış açılarıdır. Özellikle medyatik kişilerle ülke gündemine sokulmaya çalışılan eşcinsellik, pek çok lise öğrencisinde normal ve hatta sempatik görülebilmekte ve bir sapkınlık olarak değil cinsel bir tercih olarak nitelendirilmektedir. Öğrenciler eşcinselliği özgürlük bağlamında anlamakta, özgürlüğün ne olduğu öğrenciye yeterince anlatılamamaktadır.

  • Özellikle diziler eliyle, aldatma ve gayrı meşru beraberlik normalleştirilmekte, aile ve sadakat kavramları büyük darbe almakta; bunun sonucunda da gençlerde pek çok ahlakî değer zarar görmektedir. Bununla beraber pek çok film ve dizide konu edilen aile içi gayrı meşru ilişkiler de normalleştirilmektedir. Bu diziler sadece gençler değil çoğu kendini dindar olarak tanımlayan aileleri tarafından da ilgiyle izlenmektedir.

  • Hiçbir sınır ve kural tanımayan tek yönlü bir özgürlük anlayışı, popüler kültürün inanç ve ahlak haline gelmesi, haz merkezli yaşam tarzı İtikadî ve ahlakî problemleri artırmaktadır.

  • Din dersi öğretmenlerinden bazılarının mizacının sert olması, ergenlik çağındaki öğrencilerin öğretmenle devamlı çatışma yaşamalarına neden olmakta, bu da doğrudan dersin kendine yönelik olumsuz bir tutumla yahut - en iyi ihtimalle - ilgisizlikle sonuçlanabilmektedir. Din dersi öğretmeninin, öğrencisine uygun rol model olamaması da din eğitimini olumsuz etkileyen faktörlerdendir.

  • Din eğitimcisinin İslam itikadını öğretirken bireyi özgürleştiren ve ona tercih hakkı veren yönünü vurgulaması gerekmektedir. Aksi takdirde gençler dinden uzaklaşabilmektedir.

  • Din eğitiminde bilgi, duygu ve davranışın tümünün kazandırılması hedeflendiğinden öğretmenin anlattığı değerleri temsil edebilmesi büyük önem arz etmektedir. Söylemlerle davranışların tutarsızlığı ve hayata yansımayan bir dînî anlatım genci dinden uzaklaştırmaktadır.

  • İmam Hatip Liselerinde, inanç tabanlı bir eğitimden ziyade ibadet tabanlı bir din eğitimine ağırlık verilmektedir. Pek çok öğretmen itikat yönünden yeterli olduğu ön kabulüyle hedef kitlesine hitap etmekte; fakat öğrencilerin zihninde hem yaşının gereği olan inanç sorgulamaları hem de çevre ve sosyal medya kaynaklı pek çok soru bulunabilmektedir. Öğrenci, öğretmeninden ve arkadaşlarından çekindiği için inanca dair kafasına takılan soruları soramamakta, öğretmen de pek çok zaman bu ihtiyacı fark edememektedir. Öğrenci, cesaretini toplayıp soru sorabildiğinde de genellikle uygun bir dil ile yeterli ve temellendirilmiş cevaplar alamamaktadır. Bazı eğitimciler, soruları geçiştirmekte, bazıları bastırmakta bazıları da tatmin edicilikten uzak cevaplar verebilmektedirler. Öğretmen, dînî hükümlerin ancak düşünce ve duygu dünyasında neden iman ettiğini tam anlamıyla idrak etmiş bireylerde anlam kazanabileceğini unutmamalıdır.

  • Ortaokullarda ve liselerde din eğitiminde kullanılan ders kitapları bilgi, kullanılan dil, dizgi ve görsellik açısından yeterli değildir. Öğrenciye akademik seviyede; daha çok kavrama boğulmuş bilgi aktarımı yapılmaya çalışılmakta, kullanılan üslup seviyeye uygun olmayıp gençten çok yetişkine hitap etmektedir. Ayrıca dînî söylem ve yaklaşımlar bugüne hitap etmeyen bir şekilde sunulmakta, bu nedenle hedef kitlenin inanç hususundaki ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kalmaktadır. Ders kitapları bu hususlar dikkate alınarak yeniden kurgulanmalıdır.

  • Kelam ve Akait başta olmak üzere tüm din derslerinin güncel inanç meseleleri göz önünde bulundurularak uygun dil ve somut etkinliklerle daha erken sınıflarda verilmesi, ders kitaplarının eşgüdümünün sağlıklı yapılarak farklı sınıf seviyelerinde gereksiz tekrarların çıkarılması, bölgesel ihtiyaçlara yönelik olarak öğretim programlarının esnekleştirilmesi, uygulamaya yönelik derslerin atölye ortamında verilmesi din eğitimin niteliğini artıracaktır.

  • İnanç öğretimine yönelik yeni usul ve yöntemlerin geliştirilmesi gerekmektedir. Özellikle soru-cevap, beyin fırtınası ve örnek olay yöntemlerinin inancın inşasında etkisi büyüktür. Bunun dışındaki kıyas, bilinenden bilinmeyene akıl yürütme, anoloji yöntemiyle soyut kavramların somutlaştırılarak öğretilmeye çalışılması, empati kurdurma, drama, altı şapka, istasyon tekniği gibi yöntemler klasik yöntemlere göre daha etkili olmaktadır.

  • Ölçme değerlendirme açısından bakıldığında inanca dair konularda açık uçlu soru yönteminin yanında gezi-gözlem, yaratıcı drama, röportaj, video-anket şeklinde uygulama esaslı yöntemler daha çok etkili olmaktadır. Ölçme değerlendirme yöntemleri içinde en çok kullanılan çoktan seçmeli soru yönteminin en işlevsiz ölçme yöntemi olduğu unutulmamalıdır.

  • Öğretmen, günümüz inanç problemlerine dair alanında uzman kişiler tarafından hizmet içi eğitimlerle; sene sonu ve sene başı seminer dönemlerinde ve belirli aralıklarda atölye uygulamaları şeklinde pratik eğitimlerle desteklenmelidir.  Bu eğitimler esnasında çok yönlü bakış açısını sağlamak için farklı bilim dallarından da yardım alınabilir.

  • Her ne kadar materyal üretmek öğretmenin görevlerinden biri olsa da daha profesyonel hazırlanmış, kısa filmler, belgeseller, sokak röportajları, yaşanmış ihtida hikâyeleri, sosyal deneyler ve kılavuz kitap gibi materyallere de ihtiyaç hissedilmektedir. Meslek derslerine dair materyal hususunda EBA yetersiz kalmaktadır.

  • İlahiyat Fakültelerinde verilen teorik eğitim öğretmen adayı için bir alt yapı oluşturması açısından yeterli sayılabilir. Fakat mevcut eğitimde günümüz kelam problemlerine dair verilen teorik eğitim yeterli olmamakta yanı sıra pedagojik formasyon ve uygulama açısından eksiklikler bulunmaktadır. İlahiyat fakültesi müfredatlarının teorik ve pratik açıdan ihtiyaca göre güncellenmesi gerekmektedir. Bu yetersizliği gidermek için öğretmenin kişisel okumalar yapması, sempozyum, çalıştay, konferans gibi etkinliklere katılarak kendini geliştirmesi gerekmektedir.

  • Sosyal medyayı kullanmayı tercih eden öğretmenler, öğrencileri ile etkileşim içerisinde olduklarında belli ilke ve sınırlarla hareket etmelidir. Öğretmen öğrencilerin görebileceği paylaşımlarına dikkat etmeli ve toplumun sinir uçlarını harekete geçirecek ideoloji, siyaset, mezhep ve cemaat tarafgirliği gibi ayrıştırıcı paylaşımlardan uzak durmalıdır. Öğretmen sosyal medyada dînî ve siyasi konularda öğrencilerinin görebileceği şekilde polemiğe girmemelidir. Kendi mahremini paylaşmamaya özen göstermeli ve öğrencisine sosyal medyadaki mahremiyetine dair rehberlik etmelidir.


Peki ne yapmalı?

Birkaç akademisyen de bu konuda kafa yoruyor. Fakat henüz geniş kapsamlı olarak ele alınmış değil.  Gençlerle yaptığı çalışmalar ile tanınan Doç. Dr. Ömer Miraç Yaman, ilk olarak Dr. Necdet Subaşı’nın ortaya attığı Din Yorgunluğu kavramını, “Din Yorgunu Gençler” olarak kullanıyor. Dini hassasiyetleri olan, Müslümanlığını bir hayat biçimi olarak ifade eden gençlerde bir yorgunluk hikayesi olduğunu ifade eden Yaman, bunun sebeplerinden biri olarak aile çocuk iletişiminin sorunlu olmasını gösteriyor. Aile ve çocuk arasında, din dendiğinde yönlendirme veya tavsiyeyi aşan, baskıya ve zorlamaya dönüşen bir süreç yaşandığına dikkat çeken Yaman, bazı ailelerin ise alt yapısını kurmadıkları, belli bir döneme kadar vermedikleri dini eğitimi, birden vermeye çalıştıklarını, bunun da sorunlara yol açtığını ifade ediyor. Dinin hayatın her döneminde yaşanılabilecek halinin gençlere sunulamadığını da belirten Yaman, dernek vakıf ve cemaatlerin de bu yorgunluğu azaltmayıp, aksine arttırdığına dikkat çekiyor.  Doç. Dr. Ömer Miraç Yaman, babaların, annelerin ve öğretmenlerin çocuklardan beklentilerinin çok fazla olduğu için onlara çok fazla dini yükleme yaptıkları sözleriyle özetliyor durumu. Ancak din yüklenen değil yaşanan bir şey olduğu için bir şeyler eksik kalıyor.

İlahiyat profesörü Mustafa Öztürk ise bu konuda birden fazla faktörden söz ediyor. Prof. Öztürk, “Bunları içeriden konuşarak söylüyorum. Hepimiz az çok bu dertten muzdaribiz” diyor. Öztürk, “Artık kendi sosyolojik küvezlerimizde, gettolarımızda yaşasak da çocuklarımızın başka dünyalarla buluşmasına engel olamıyoruz. Biz genellikle dini düşünceyi, inancı, ahlakı, dikte ederek öğretmeye çalışıyoruz. Tevdi marifetiyle oluyor. Temsil yoluyla olsa belki bu krizi biraz daha azaltabilirdik. Dikte ederek anlattıklarımızla yaptığımız örtüşmüyor. İçeriden muhafazakar kodları tercih ediyoruz. Dışarıya çıktığımızda modernizmin kodlarına ‘lebbeyk’ diyen bir hayat felsefesinin içinde yuvarlanıp gidiyoruz. İnandığımız değerleri hayatımıza taşımadığımız için çocuklarımız bu çelişkiyi fark ediyor. ‘Babam bana arkaik bir dini öğreti sunuyor fakat kendisi bu sunduğu öğreti ile mutabakat noktası olmayan bir hayat yaşıyor’ diyor. Bu çocuklarımızda bir sorgulamaya yol açıyor” diyor.

Son olarak 28 Şubat gibi dönemlerden geçen Müslümanların iktidar imkanını iyi değerlendiremediğini ifade eden Prof. Öztürk,  “Bugüne kadar ellerine fırsat geçtiğinde bizi dövenlere adamlığın, adaletin, insafın, merhametin nasıl olduğunu gösterelim de utansınlar diyeceğimiz yerde, Müslüman gruplar yapılar birbiri ile didişmeye, adeta bir nimet azgınlığı durumu içine girdiler. Şeyhler ve tarikat arasında birbirine ağıza alınmayacak hakaretler, saldırılar. Bunları laik ve seküler çevreler elini ovuşturarak bıyık altından gülerek seyrediyor. Asansörde halvet gibi video vb. şeyleri birileri projelendirip Oda TV gibi mecralar üzerinden piyasaya sürüyor olabilir. Böyle bir operasyon kokusu da almıyor değilim, ama sorun bunlara malzeme vermek. Diğer yandan FETÖ,  senelerce haktan, adaletten, ahlaktan, insanlıktan, irfandan dem vuran bir yapının üstündeki perde kalkınca, altından ahlaksızlığın bin bir çeşidi çıkması, namussuzluğun bin bir çeşidinin çıkmasıyla ‘Müslümanlık buysa lanet olsun bu dine’ gibi bir ikrah duygusu oluştu. Kendi elimizle kendimizi seküler ahlakın istikbaline ve muzafferiyetine doğru götürüyoruz. Bu çocuklar savruldukları şeyin altını doldurarak, okuyarak, deizmi bilerek ve isteyerek tercih ettim noktasına gitmiyor. Bunlar savruluyorlar savruldukları yerin adını biz teşhis ediyoruz. İşin kötüsü de bu. Tercihli bir gidiş olsa belki orayı da atlar geriye döner. Bu savrulma gidişi ve çok daha kötü bir gidiş. Bazen ateist olmuş, niçin ateist olduğunun gerekçesi bile yok” şeklinde açıklıyor.

(Mustafa Öztürk röportaj: Gerçek Hayat Dergisi)