Samimi olmak, modern insanın en çok unuttuğu değerlerden biri. Zira sokaklar maskeli yüzlerle, kendinden başkasını göremeyen asık suratlarla ve sahte gülüşlerle dolu.. Niçin birilerine daha iyi, daha başarılı, daha güzel görünmek için yaşar ki insan? Peki neden unutur, hatırlanmaya değer bir şey değilken hatırlandığını, dünyada misafir olduğunu? Niçin başkalarının hayatı bu kadar ilgilendirir bizi? Aynı coğrafyayı paylaştığı, aynı şehrin gökyüzüne baktığı diğer insanlara niçin kusur arayan gözle bakar, hep eleştirir, hep yargılar? Oysa ki kalpten kalbe giden bir yol vardır değil mi..?

Samimi olmak bir gönül meselesidir dostum. Araya duvarlar örmek yerine köprü inşa etmektir. İnsanı ve vatanı sevmektir bir gelinciğe dokunur gibi. Gurbetten dönünce ıslanmaktır memleketin yağmurlarında delice. Ahşap bir yayla evinde sobaya sarılmaktır üşürken. Annenin elleridir.. Kestane kokusudur, kızarmış ekmektir.. Dağların ardına yürürken gülüşleri içten, yüreği geniş, yüzünde hazin hikayeler okuyabileceğiniz bir çobanın yanmış çaydanlığından çay içmektir, eskilerden konuşarak..

Ve hiç tanımadığınız bir çocuğa sarılmaktır samimiyet.. Ağlayan anneye teselli olmaktır, babaların içine akıttığı gözyaşlarıdır çoğu zaman.. Bayramlık aldığınız bir yetimin gözlerinize mahcubiyetle bakışıdır. Acıyı ceketlerinin ceplerinde taşıyan adamların yaşadığı, kimselerin gitmediği, kimselerin yol üstü uğramadığı bir köy kahvesinde dumanı tüterken yokluğun, türkü olup yükselmektir göğe, uzun hava okurken kaybolmaktır hayatın unutulmuş sokaklarında..

Neşet Ertaş’tır samimiyet.. Gönül teline dokunan dertli bir türküdür. Başkaları için, yarınların değişimi adına bir derdi olan, hakikati arayan, çay içen, uzaktan seven herkesin kendini bulabileceği o ses, tepeden tırnağa Anadolu’yu temsil eder. Bağlama çalan birinin insana nefretle bakmasını, kavga etmesini bekleyemezsiniz. Türkü söyleyen biri incitmez karıncayı.. “Sinemde gizli yaramı kimse bilmiyor / Hiçbir tabip yarama merhem olmuyor / Boynu bükük bir garibim yüzüm gülmüyor / Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen..?” diyen ozanın serzenişlerinde buluruz kendimizi. Aşkı türküye yakıştırırız, gurbete teselli olur tele dokunan her söz..

Gönül insanı olmak böyle bir şeydir aslında. Garipliği, yokluğu, ve yaşam mücadelesini ömür boyu bağlamasıyla birlikte taşıyan, onuru ve sanatı uğruna bedel ödeyen Neşet Ertaşlardır bu toprakların kadim kültürünü oluşturan irfan mayası. Onlar sanatı popülarite uğruna değil Hakk rızası aşkıyla yapan, sesi ve sözü emanet görenlerdir. Onlar dünyadan kaçıp bozkırın geniş topraklarında gökyüzüne bakabilen, Mihriban’a, Leyla’ya sevdalananlardır..

Kalabalık kentlerin betonarme yaşamlarında ne çok arıyoruz o samimiyeti değil mi? İnsan doğal olmak ya da olduğu gibi görünmek yerine zamana ve mekâna göre değişen sahte yüzlerle yaşamayı tercih ediyor çoğu zaman. Biraz dünyalık görünce konuşması, yürüyüşü değişen, fotoğraflarda hep mutlu görünen fakat hiçbir şeyle tatmin olmadığı için mutlu olamayan, bankalara bağımlı yaşayan, kendi fikrini mutlak doğru gören, bırakın başkası için bir şeyler yapmayı kendi özgelişimi için dahi kayıtsız kalan robotlar olmak yerine gönül insanı olmak ne mühim..

Şimdi bütün bu Ortadoğu analizlerini, ruhunu kirleten politik düşüncelerini, futbol maçını, kaçırmak istemediğin dizini, yetişemediğin işleri bir kenara bırak sevgili dost.

Bir Neşet Ertaş türküsü dinle, dilersen bir de şiir oku..

Şehre alışmaya çalışan sonbahar, seni mutlu eden hayallerin ve hep ihmal ettiğin kendinle baş başa kal..

“Şu fani dünyaya geldim gidiyom / Sıkı tut bir yârin elinden gonül..” diyerek aramızdan ayrılan Neşet Ertaş’a ölümünün beşinci yılında rahmeti ile tecelli etsin Rahmân..