Bir yalnızlık senfonisi gibi geçip giderken dünyadan, hüznü notalara karışmış gramafon sesi kadar içten bir serzenişle ruhumu okuyor mevsim.. Hiç bu kadar teselli aramış mıydınız bilmiyorum kelimelerim. Hiç bu kadar kendinizle baş başa kalıp harflerin simyasını düşünecek kadar vakit bulmuş muydunuz gecelerde..? Ya da yağmurun sesini, yaprağın düşüşünü seyrederken teşekkür etmeyi unutacak kadar çok mu sevmiştiniz şiiri..?

Ne vakit yalnızlığı yazmak için dokunsam klavyeye, hemen geliyor yanı başıma o ayet. Okuyorum bir kez daha, aynı duyguları yaşıyorum ve O’nun sözünden büyük teselli var mıdır insana: “Mâ vedde’ake Rabbuke ve mâ kalâ../ Rabbin seni terk etmedi ve sana darılmadı..” Bundan öte bir teselli bilmiyorum ve daha önce hiç karşılaşmadım. Bazen ‘bittim yâ Rab’ dediğimiz zamanlar oluyor hayatta değil mi? Acılarımızı yönetemeyince onlar bizi yönetiyor. Acıların Peygamberi bir süredir vahiy alamıyordu. Düşünebiliyor musunuz vahiyle inşa olmuş bir hayat ve her zamankinden uzun süren bir kesinti. Fetret-i vahiy döneminin psikolojik arka planı aynı zamanda asıl yalnızlığın ve gurbetin ne olduğunu da anlatır insana. “O seni yetim bulup sığınak olmadı mı?” sorusu, dünyeviliğin ortasında kaybolan ruhumuza yegâne sahibini hatırlatır hep. Yolunu kaybetmişken sana doğru yolu gösteren kimdi ey insan..? İşte bu yüzden modern yalnızlığı bir kez daha tanımlamalıyız. Kişinin duygusal bir ilişki yaşamaması ya da hep tek başına kalmak istemesi değil, ona teselli olan, ona rehberlik eden ve aldığı her nefesin gerçek sahibi olan Allah’tan uzaklaşmasıdır yalnızlık..

Fransız şair Exupery diyor ki: “Yalnızlık yetersiz bir ruhun meyvesinden başka bir şey değil Tanrım” Anlam arayan insan varlığını anlamlı kılan yöne, kalbine doğru yolculuğa çıkmadıkça hayatı koskoca bir arayıştan ibaret olacaktır. Ve devam ediyor: “Okumayı öğrenmemi sağla yeter / Yalnızlık işte o zaman sona erecektir Tanrım..” İnsanı okumak, kâinatı okumayı öğrenmek ve ikiz kardeşimiz olan Kitab’ı hayata taşımak bir sorumlulğumuz evet. Peki her şeyin görünme tutkusu uğruna kurban edildiği, değerin yerini fiyatın aldığı şu zamanda insan kendini nasıl okumalı? Cevabı şu cümlede: “Ruh yitiminin tesellisi Ruhun Sahibine yakın olmaktır..”

Yakınlıktan çok bahsediyoruz bu aralar. Artık toplum olarak kurban deyince kurbiyet geliyor aklımıza. Karîb olan Allah kurban ibadetiyle ‘yaklaş’ der kendinden uzaklaşan modern insana. “Kalbine ve şah damarından yakın olan Rabbine yaklaş.. İsmail’ini kurban et. Seni senden uzaklaştıran her şeyden vazgeç ey insan..”

Modern çağ denilen zamanda kendiyle baş başa kalmayı, iç sükûnet ve huzuru bulmayı özlüyor insan. Zira peşinden koştuğumuz dünyanın ve hiç bitmeyen işlerin sonu gelmiyor. Kalabalıklar arasında yürürken başkalarıyla iletişimi olmayan, kendi iç dünyasında kaybolmuş ya da teknolojiye karşı dik duramayanlar olarak yalnız kalabiliriz. Merhametin giderek azaldığı sekülerleşen dünyada narsist kişilik tipleri oluşmasında en büyük sebep insanın ‘biz olma’ duygusundan uzaklaşmasıdır. Bilinç inşa edemedemiğimiz sürece bu kültürel yıkım ve insanı yalnızlaştıran yönelimler kendinden başkasını düşünmeyen yüksek egolu kişiliklerin oluşmasına zemin hazırlar. Ben merkezli bir toplumun yalnızlıkla imtihanı kaçınılmazdır. 15 Temmuz ruhunun getirdiği ümmet bilinci yerine ideolojik kutuplaşmayı, ırkçılığı ve politik kamplaşmayı koymak yüzlerce şehidin ve destan yazan milletin emeğine saygısızlıktır. O diri ruhu hiç bozmadan farklılıklarımızı bir kenara bırakarak, şahıslardan çok fikirleri konuşarak, hayata ve olaylara Allah’ın ‘bak’dediği yerden bakarak inşa edebiliriz yeni bir medeniyeti..

Yalnızlığın bir boyutu daha var. “Eğer farklıysan yalnızlığa mahkûm oluyorsun..” diyen Huxley’e katılmamak elde değil. Tek tipleştirici, eleştirilemeyen, insanları akletmeye çağırmayan her sistem modern putlar ortaya çıkarır. Siz buna karşı çıkıyor ve herkesten farklı olarak dayatılanı eleştiriyorsanız yalnız kalırsınız ve bu direniştir. Aslolan hakikatten, ahlâki ve insanî olandan yana olmaktır..

Kendi yalnızlığıma bulduğum en iyi tesellilerden biri de şiirdir. Okudukça kendimi bulduğum mısralar içimde biriken ruh yitimine teselli olur. Ahmet Murat sorsun ‘kendi’ şiiriyle son soruyu: 
“Kapıları çarpıp çıkıyorum cümlelerden
O soruyu buluyorum, koyduğum yerde
Bir sis düdüğü gibi, gizli ve aşina:
İnsanda teselli var mı insana..?”