Gelmesi beklenen, bazen geldiği hissedilemeyen, çoğu zaman içimizde biriken yağmurlara teselli olan mevsimlerin baharındayız. Beklemek eylemini yazmadan tanıyan kalemlerin, ters çevrilmiş bir kum saatinin ve yaprak yaprak düşen takvimlerin geceyi alkışladığı zamanlarda yaşamak, bir öykünün ana teması kadar yalın..

Hayata ve insanlığa küsmüş yetimlerin yarım kalan yanını ne doldurabilir..? Hangi cümleye sarılıp ağlar, evladını kaybeden anne, susmayı meslek edinmiş bir çocuk..? Biz, her şeyi son anda kaçıranlar, geç kalanlar ve her acıyı kalbinde hissedenler olarak neden duyamayız uzaktan gelen çığlıkları..? Peki ya cevabını veremediğimiz soruları, elinden tutamadığımız mazlumları, görmezden geldiğimiz hüzünleri saklayabilecek bir yer var mı, gök kubbenin altında..?

Halep’te yaşayan yetmiş yaşındaki Muhammed Muhiddin Anis’in bombalanmış evinde dinlediği plak ve insanın yenilgiler dünyasındaki dramatik yolculuğunu anlatan fotoğraflara bakıyorum ara sıra. Dünya basını bu kareyi ‘Piyanist filminin unutulmaz sahnesi değil Halep’te gerçek hayat’ başlığıyla duyurdu. Ebu Ömer olarak tanınan doktor, aynı zamanda babasından miras kalan klasik otomobil koleksiyoncusuydu. Uyumadan önce perdelere çizilen hayaller, yarınlar için pencere önü saksılarında büyütülen umutlar yerle bir olmuş.. Odaya girdiğinizde anılar canlanıp karşılıyor sizi. Ve siyah beyaz bir gramofon sesi yükseliyor, Ortadoğu ezgileri kadar kalbe dokunan..

İnsanın dünya misafirhanesindeki haline benziyor o an. Günahların, zulmün ve kötülüğün tükettiği kalp coğrafyasında merhameti, adaleti arıyoruz. Göç ederken kuşları da yanına alan suçsuz ve masum çocuklara zulmü revâ gören bütün kapital sistemlere, koalisyonlara, sözde barış getiren beyaz adamlara ve yeryüzünün zalim güçlerine ‘bizim Allah’ımız var’ diyen imanın, gözlerinden öpüyoruz..

Başka topraklarda başka hayatlar bu kadar acıyla sınanırken dert diye/bildiğimiz çoğu şeyin ne kadar değersiz olduğunu fark edebilmek bir erdemdir. Zira aynalarla yüzleşemeyen insan, kendi iç dünyasında yürürken çıkmaz sokakların başında çaresizce beklerken buluyor kendini. İdlib’in çocukları kimyasal silah saldırısıyla gözümüzün önünde şehadete yürürken, Somali’de yaşanan açlık ve kuraklık için bir şeyler yapma ihtiyacı hissetmiyorsak, Halep’in yıkılmış sokaklarında bir kediye su içiren çocuğun hayalleri için hiçbir şey yapamıyorsak kalemle dertleşmenin, bitmeyen tartışmalarda kaybolmanın ve sözden eyleme geçmeyen ucuz kelimelerin de bir anlamı yoktur. Bütün bunların politik söylemlerden daha önemli olduğunu düşünmek insan onurundan hiçbir şey eksiltmez. Aksine birinci sıraya Allah’ı aldığımızı, başka hayatlara dokunabilmenin ego kalelerini nasıl yıkabileceğini gösterir. Baharın gelişini hissedemeyen, zerdali çiçeğinin içimizi aydınlatan sesini duyamayan ve kuşların her sabah söylediği şarkıya eşlik edemeyen insanın kaybedecek neyi kalmıştır ki başka..?

Derin bir ruhsuzluk hali yaşıyoruz sevgili dost. Eleştiri ahlâkının, tavırda dengenin, kitap ve hikmetin giderek değersizleştiği zamanlarda insan, ancak kalbine yolculukla teselli buluyor.. Kültürün, sanatın, edebiyatın ve hayatın 'olmak yerine görünmek' için yaşandığı, farklı düşünenin, eleştirebilenin yalnız bırakıldığı ve anlam mefhumunun uzaklaştığı anların öznesiyiz. Kutuplaşma sürecinde insanın 'kendi olmasına' imkân tanınmıyor. Hep 'birilerinin adamı' olmayı gerektiren etiketlerle karşılaşıyoruz. Fakat bütün bunlara rağmen hakikati, adaleti ve merhameti diri tutmalıyız. Neyimiz kaldı ki şiirden, şuurdan ve bizi diri tutan ayetlerden başka..?

Bize aşktan, bize ölümden bahseden, kavuşmanın ve beklemenin insanı pişiren sancısını anlatan dostlar reel politikaları, ruhsuz bankaların kampanyalarını, yeni çıkan ürünlerin özelliklerini bırakıp gönül teline dokunan türküler söylemeli. Dünyadan koşarak kaçıp Halep’in sokaklarında nefes nefese yürümek, Ebu Ömer amcanın yanı başına oturup dertli bir serzenişe eşlik etmek istiyorum.

Gramofon, yıkıntılar, hayaller.. Ve ikiz bebeklerinin cansız bedenlerini bağrına basan babalar.. 
Çocukların öldürüldüğü bir dünyada neyi yazalım, neyi konuşalım..? Bildiğim tek şey; ölümü tebessümle karşılayanlar için kaybetmek yoktur. Acısına teselli olsun diye ayetler okuyan çocukları hangi güç yenebilir..?
…/