Çocukların ve annelerin öldürüldüğü bir dünyada neyi yazalım ve neyi konuşalım, acının göğe yükseldiği zamanlarda..? İnsanın kendine ve topluma yabancılaştığı, vicdânın, ahlâkın ve değerin tükendiği bir dünyada nefes almak, yaşamak mıdır..?

İdlib’in sokaklarında başlayan bir öykünün yeryüzünü titreten acı sonuna bu topraklarda şahid olmak ağır bir duygu. Zira insanlığa kucak açan bir medeniyetin, kardeşiyle aynı sofrayı paylaşan bir toplumun müntesipleriyiz..

Henüz ikinci çocuğunu bekleyen bir aile düşünün. Bombalanan şehirlerden, memleket bildikleri savaşın coğrafyasından meçhul bir yolculuğa çıkmışlardı. İdlib’in yıkılmış evleri gibi yorgun bir ruhun mülteci adımlarını atarak yürüdüler komşu ülkeye. Onlar biliyorlardı ki Türkiye, kadim kardeşlik kapılarını ve gönüllerini açacak, insanlık ailesinin nerede zulüm görmüş bir topluluğu varsa her zaman yanında olacaktı. Onlar biliyorlardı ki hangi ırktan olursa olsun din kardeşine, insan olan herkese yardım eli uzatan topraklara misafir olacaklardı.

Onları bekleyen birileri vardı. Tıpkı bir yerlerde bizi de bekleyen birileri olduğu gibi.. Anadolu halkının merhametli ellerine tutunup sığındılar gönüllerimize.. Kimi evlerini açtı ve muhacir kardeşlerini daha iyi misafir etme derdiyle o gün bu gündür seferber oldu. Kimileri ise kötülüğün ulusu varmış gibi bir şahsa ait hatayı bütün bir ırka atfederek hain gördü onları, kendi ego cumhuriyetinden bakarak küçümsedi, çok çalıştırıp az para verdi, her şeyin en kötüsüne layık gördü, vatanlarından kaçmakla itham etti, nerede bir hırsızlık, cinayet varsa onlardan bildi, metrolara sığamayan, otobüste gülümseyen çocuklara şiddet uyguladı, en acısı da namuslarına göz dikti ve yazmaya hicap duyduğum ahlâksızlıklarla son verdi yaşamlarına..!

Ömrünün baharını yaşayamamış yirmi iki yaşında hamile bir anne ve on aylık bebeğinin şehâdetine dair içimizde biriken nefreti ve öfkeyi kelimelerle ifade etmek çok zor. Dünyanın peşinden hızla koşan modern insanın bir kalbi olduğunu hatırlayıp bu korkunç hadiseyi gündemine alması, çözüm yollarına dair fikir üretmesi gerekirken sahte dertlerle oyalanması, ırkçı ve faşist bakışından asla taviz vermemesi reva mıdır? Kadın derneklerinin bir olaya tepki göstermesi için mağdurun Türk mü olması gerekiyor? Sahi ne oldu da bu kadar tanınmaz hale geldi insan..?

“Kadının öldürülmesi yanlış ama Suriyeliler de…” diye başlayan cümlelerin sonunu vicdanlarınıza hapsedin! Kibrinizden bakışlarınızı kaçırdığınız o çocukların gözlerine iyi bakın! “Suriyeliler” diye kategorilere ayırdığınız, kendi ırkınızı “asil Türk” diyerek üstün gördüğünüz o anlayışınızı bir kez daha gözden geçirin! Üstünlüğün dil, din, ırk ve renk gözetmeksizin takvada olduğunu, insan olmadan Müslüman olunmayacağını hatırlayın.. Lüks yaşam tarzınızdan, tatilinizden ve kendinize ayırdığınız ‘değerli’ zamanlardan taviz vermeyin yeter ki! Başka hayatlara dokunmak, kardeşinin derdini dert bilmek bunlar gereksiz şeyler değil mi sizin için?!

Bırakın hayatında bir yetimin elinden tutmayı, bir tebessümü bile çok gören bir zihniyet nasıl anlasın muhacir bir çocuğun gözyaşlarını.. Ve nasıl anlasın acılı babanın “İdlib’teki akrabalarımız tecavüzü duymasın, trafik kazası deyin. Türkiye’ye laf gelmesin” cümlesindeki inceliği.. “Suriyeliler gitsin, başımıza bela ettiler” diyen bir bakış nasıl görsün rutubetli evleri, aç uyuyan çocukları, çaresiz babaları ve bir serçe naifliğinde evlatlarını koruyan anneleri.. Halep’in, Şam’ın fotoğraflarına uzun uzun bakıp “nereye gitsinler” sorusunu bir kez daha sorun kendinize.. Bir oyuncunun başka bir kadın oyuncunun gelinliği hakkında yaptığı yorumu gündeminize almaya devam edin! Saatlerce izleyip ömür tükettiğiniz futbol takımınızın yeni transferleri heyecanlandırsın sizi! Bitmeyen siyasi tartışmalarınız, kendi doğrularınızı mutlak gören, öteki fikre tahammül edemeyen düşünceleriniz belki rahatlatır kalbinizi. Belki kirlenmiş ruhlarınızı yıkayacak bir yağmur bulursunuz..!

Suriye’de yıkılmış bir şehrin duvarlarında yazan o cümleyi hiç unutmuyorum: “Bir gün savaş bitecek ve ben şiirime geri döneceğim..”

Belki sizi ensar gibi misafir edemedik. Emanet bilinciyle sahip çıkamadık Emâni anneye, Halaf bebeğe ve hayata merhaba demeye niyetli isimsiz umuda.. Fakat Müntekîm olan Allah'a inanıyorsak üstünüz ki “zalimler için yaşasın cehennem” diyoruz. “Kıyamet günü Allah onların yüzüne bakmayacak, konuşmayacak ve arındırmayacak. Nihayet onları acıklı bir azap bekleyecek” ayetiyle teselli oluyoruz. (3/77)

İnanıyoruz ki bir gün şiirinize döneceksiniz..

Ve Suriye duvarlarındaki o şiir, yarım kalmayacak..!