• 1917 Kudüs işgali nasıl gerçekleşti?
  • 1922’de kurulan İngiliz Filistin Manda yönetimi neler yaptı?
  • Filistinliler bu yönetime nasıl tepki verdiler?
  • Bu dönemde hangi Siyonist terör örgütleri kuruldu?
  • Bu örgütler hangi terör eylemlerine karıştı?
  • 9 Nisan 1948’de yapılan Deyr Yasin katliamı unutuldu mu?

İngilizlerin 1917’de Kudüs ve 1918’de Filistin’i işgal etmelerinin ardından İsrail’in kuruluş tarihi olan 1948’e kadar geçen 30 yıllık süre, çok önemli olmasına rağmen pek fazla bilinmiyor. BM kararıyla kurulan İngiliz Manda Yönetimi, çoğunlukla Siyonistlere destek olup, Müslümanlara suçlu ve saldırgan muamelesi yapmıştır. Bu yönetimin göz yummasıyla kurulan Siyonist terör örgütleri, Filistinlilere yönelik yaptıkları silahlı eylemler ile onları evlerinden, köylerinden, topraklarından sürmüştür. Unutulmaması gereken en kanlı terör eylemi ise, hiç şüphesiz 9 Nisan 1948’de yapılan Deyr Yasin katliamıdır.

  • 1917 Kudüs işgali nasıl gerçekleşti?

Birinci Dünya Savaşı sırasında. İslam'ın ezeli düşmanı İngiltere, Avrupa'da Almanlara karşı yaptığı savaşı zayıflatmak bedeline, Filistin ve Irak cephesine ağırlık vermişti. 1917 Mart ve Nisan aylarında yapılan iki Gazze Muharebesinde Osmanlı ordusuna mağlup olan İngilizlerin komutanı General Murray görevden alınmış, yerine Avrupa cephelerinin başarılı Generali Allenby Haziran'da törenle Mısır'a gönderilmişti. İngiliz Başbakanı Lloyd George, Allenby ile tokalaşıp vedalaşırken ona şöyle demişti:

"General, Filistin cephesinden müjdeli haberlerinizi bekliyorum. Bilhassa yılbaşından önce Kudüs'ü alıp, bütün Hıristiyan dünyasına Noel armağanı olarak sunmanızı rica ediyorum."

Allenby, Kahire'ye gelip makamına oturunca kulaklarında Başbakan Lloyd George'nin bu sözleri çınlıyordu. Yedi asırdan fazla zaman Müslümanların elinde olan, 400 seneden beri de Osmanlı idaresinde bulunan Kudüs'ü ele geçirmek öyle kolay mıydı? General Murray'ın yaptığı hatalara düşmek istemeyen Allenby, hemen Londra'ya bir mesaj çekti:

"Sayın Başbakanım. Bu cephe Avrupa'ya hiç benzemiyor. Karşımızda Alman askeri değil, maneviyatı çok yüksek Osmanlı ordusu var. Bir Osmanlı askerine karşı dört İngiliz askeri olmadıkça taarruza geçmeyeceğim. Bu yüzden acilen takviye kuvvete, silah ve cephaneye ihtiyacım var."

 Mesaj yerini bulmuştu. İngiltere Başbakanı Kudüs'ün alınmasına o kadar önem veriyordu ki, her türlü desteği kısa zamanda göndermişti. Böylece Almanların istediği olmuş, Müttefik devletlerin Avrupa'daki kuvvetleri zayıflamıştı. General Allenby, Ekim ayının sonuna kadar büyük hazırlıklar yaparak sabırla bekledi. Taarruza geçeceği bölgeyi gizlemesi ve ani bir hücum yapması gerektiğine karar vermişti.

8 Aralık gününe kadar 40 gün boyunca,Almanların çok kötü bir sevk ve idaresi ile geri çekilmeye çalışan Osmanlı Ordusu, adeta vurdumduymaz Haçlı zihniyetli Alman generallerin oyuncağı olmuştu. Üstelik İngiliz Generali Allenby, dört aylık hazırlık süresince Yahudi NİLİ örgütünden çok önemli istihbarat desteği almıştı. Osmanlının piyade ve süvari birlikleri, topçu bataryaları, silah ve mühimmatı, kara ve demiryolları hakkında bütün gizli bilgilere ulaşmıştı. Hatta Kudüs'e giden yol güzergahındaki kuyular, nehirler gibi su kaynakları ve miktarları bile elindeki haritalara işlenmişti.

8 Aralık'ı 9 Aralık'a bağlayan gece Alman Mareşal Von Falkenhayn, Kudüs çevresini savunan 7. Ordu kumandanı Fevzi Çakmak Paşa'yla yaptığı telefon konuşmasından sonra ordumuz mevzilerini boşalttı. Ertesi gün çok çetin bir savunma ve direniş bekleyen İngilizler, siperlerin boş olduğunu görünce hem şaşırmış hem de sevinmişlerdi. Böylece 9 Aralık günü Kudüs'ü kolayca işgal etmişlerdi.

  • 1922’de kurulan İngiliz Filistin Manda yönetimi neler yaptı?

1917'de başlayan 1918'de tamamlanan İngiliz işgalinden dört sene sonra 1922'de Filistin'de kurulan İngiliz Manda Yönetiminin faaliyetlerini kısaca gözden geçirelim. Öncelikle şunu belirtmek gerekir: İngilizlerin Manda Yönetiminin başına tayin ettikleri ilk Vali olan Samuel Herbert tam bir Siyonistti. Şimdi 1922 yılında Filistin'deki nüfus yoğunluğuna bir bakalım:

İngiltere'nin 31 Aralık 1922'de yaptırdığı sayıma göre, Filistin'de yaşayan 757 bin kişinin, 663 bini Arap, 83 bini ise Yahudi idi. (Yüzde 88 Arap, yüzde 11 Yahudi)

1939 yılına gelindiğinde İngiltere Başbakanı Neville Chamberlain (1869-1940) Yahudilere bazı sınırlamalar getiren yeni bir çalışma başlattı. Churchill’in (1874-1965) sert muhalefetine rağmen bu tasarı kabul edildi. Bu çalışma sonunda Mayıs 1939’da yayınlanan Beyaz Kitap (White Paper) Yahudileri hiç memnun etmemişti. Çünkü bu metinlerde Arap ve Yahudilerin eşit ticari ve siyasi bağımsızlığı olan Birleşik Filistin Devleti kurulması, Yahudi göçünün beş yıl içinde 75 bin ile sınırlandırılması ve Araplara ait toprakların Yahudiler tarafından satın alınmasına kısıtlama getirilmesi öngörülüyordu.

Yahudi Ajansı’nın Başkanı David Ben-Gurion Beyaz Kitap içindeki kısıtlamaları kabul etmeyeceklerini açıklayarak protesto etti. Buna tepki olarak düzenlenen göç dalgasında (İkinci Aliyah) toplam 100 bin Yahudi Filistin’e getirildi.

İkinci Dünya Savaşı’nda ise, Almanya'da Nazilerin yaptığı katliam yüzünden 1945'e kadar 400 bin Yahudi Filistin'e geldi ve toplam nüfusları 600 bine çıktı. Böylece 1947 yılına gelindiğinde 950 bin Müslüman nüfusa karşı, işgal ve sürgün planını uygulamaya başlamışlardı. Bu planda en büyük problem, Filistin'in % 90'ına sahip olan Müslümanları bu topraklardan nasıl çıkaracaklarıydı.

  • Filistinliler bu yönetime nasıl tepki verdiler?

1922’de resmi hüviyet kazanmış olan İngiliz manda yönetimi Filistinlilere baskı uygulayarak, Yahudi örgütlerini ve onların şiddet eylemlerini üstü kapalı olarak destekliyordu. Meydana gelen çatışmalarda daima Araplar saldırgan, Yahudiler korunmaya muhtaç azınlık gibi gösteriliyordu. Hâlbuki durum tam tersiydi. Araplar nüfus olarak çoğunlukta olmasına rağmen, ne örgütleri, ne liderleri, ne de silahları vardı. Yaptıkları boykot, gösteri, ayaklanma gibi eylemler, İngiliz askerleri tarafından kanlı bir şekilde bastırılıyordu.

1929 yılının yaz aylarında, Mescidi Aksa’nın bir bölümü olan Burak Duvarı çok önemli olaylara sahne oldu. Siyonistler Burak Duvarı’nın, kendilerinin ağlama duvarı olduğunu iddia ederek gösteri yapmak için çevre illerden Yahudileri Kudüs’e davet ettiler. 14 Ağustos günü Hayfa’dan ve Telaviv’den gelen grupların katılımıyla toplanan kalabalıklar İngiliz polis ve askerinin koruması altında Burak Duvarı önünde gösteri yaptılar.

16 Ağustos günü Mescidi Aksa’da kılınan Cuma Namazı sonrasında artık Müslümanların sabrı taşmıştı. Namazdan çıkanlar tarihi Meğaribe Mahallesine ve Burak Duvarı’nın önüne gelince çatışma kaçınılmaz oldu. İngiliz askerinin de müdahalesiyle olaylar iyice büyüdü. Mescidi Aksa’da başlayan “Burak Ayaklanması” bir kıvılcım halinde bütün Filistin’e yayıldı. 23 Ağustos Cuma günü El-Halil’deki olaylarda çok sayıda Yahudi öldü. Sonraki günlerde Safed’e sıçrayan olaylarda da yine kan aktı ve ölenler oldu.

 Olayların sonunda 133 Yahudi ölürken 116 Müslüman da şehit oldu. Müslümanların çoğu İngiliz askerlerinin kurşunlarıyla şehit olmuştu.  İngilizler olayların sorumlusu olarak yakaladıkları Filistinli gençleri tutuklayarak Akkâ Hapishanesine gönderdiler. Cezzar Ahmet Paşa’nın Napolyon’a karşı destansı savunma yaptığı Akkâ Kalesi’nin içinde yer alan hapishanede tutulan Filistinlilerden üç genç, Muhammed Camcum, Fuad Hicazi ve Ata ez-Zir, 17 Haziran 1930’da idam edilerek şehadet mertebesine ulaştı..

1935 yılı Ekim ayında Yafa limanına çimento getiren bir gemi yanaştı. Yahudi bir ithalatçının çimento diye getirdiği varillerin içinden 800 tüfek ve 400 bin adet mühimmat ele geçirildi. Bu çimento olayından sonra Müslümanlarla Manda yönetimi arasındaki gerilim iyice tırmanmaya başladı. Nihayet 1936 yılının Nisan ayında yeni bir isyan başladı. Daha sonra Filistin çapında genel greve gidildi. İngilizler ise buna tepki olarak, Siyonistlere daha fazla imkan ve ayrıcalık verdiler.

Manda yönetimi, elektrik İdaresi, liman işletmeleri ve maden ocaklarının imtiyazlarını Yahudilere vererek, Müslümanların ekonomik olarak zayıflamalarına çalıştı. Kasım ayına kadar devam eden genel grev ve olaylar, S. Arabistan, Ürdün ve Irak’ın arabulucu olarak araya girmesiyle son buldu.

  • Bu dönemde hangi Siyonist terör örgütleri kuruldu?

İlk kurulan silahlı örgüt, İngiliz işgalinden önce faaliyet gösteren Haşumer adlı bir çeteydi. İşgalden sonraki Manda Yönetimi sırasında ise Haganah adlı silahlı terör örgütü kuruldu. 1920 yılında kurulan bu örgüt 1948 yılına kadar aktif olarak faaliyetlerine devam etmiş, İsrail Silahlı Kuvvetlerinin de temelini oluşturmuştu.

Aşırı Yahudi militanlar 1931 yılında, Haganah örgütünü pasif görerek daha aktif bir örgüt olan Irgun'u kurdular. Örgütün en önemli liderlerinden biri İsrail'in altıncı başbakanı olan Menahem Begin'di. 1940 yılında ise liderler arasındaki fikir ayrılığı yüzünden Lehi (Stern) adlı yeni bir silahlı örgüt kuruldu. Bu örgütler, yönetimde ayrı olmakla birlikte, terör eylemlerinde ortak hareket edebiliyorlardı.

  • Bu örgütler hangi terör eylemlerine karıştı?

İngiliz Devlet Bakanı Lord Moyne 6 Kasım 1944’te Lehi Örgütü’nün düzenlediği suikast sonucu Filistin’de öldürüldü. Haganah Örgütü, İngilizlerle Saison adı verilen ortak bir harekât düzenledi. Fakat hedefte Lehi Örgütü değil, Irgun vardı. İleride Kudüs Belediye Başkanı olacak Teddy Kollek’in (1911- 2007) ihbarıyla birçok Irgun üyesi tutuklandı. Irgun lideri Menahem Begin, iç savaşı önlemek için karşı saldırı yapılmasına izin vermedi.

Savaştan sonra 1945 yılında, Haganah, Lehi ve Irgun ortaklaşa Yahudi Direniş Hareketi’ni kurdu. Maksatları da Müslümanları terör eylemleriyle korkutup topraklarını terketmeye zorlamak ve İngiliz kuvvetlerini Filistin dışına atarak bağımsız bir Yahudi devleti kurmaktı. Haganah diğer iki gruba göre daha ılımlıydı. Filistin’e kaçak yollardan gelen Yahudi göçünü organize ediyordu. İngiliz donanma kuvvetlerinin kaçak göçmenleri yakalaması ve sınırdışı etmesi üzerine, Palmach örgütü devreye girdi. İngiliz gemilerine ve radar istasyonlarına sabotajlar düzenlediği gibi, bir İngiliz yetkiliye suikast bile yaptı.

Irgun ve Lehi örgütlerinin birlikte düzenlediği kanlı eylemlerden biri Kudüs'te King David Oteli'nin bombalanmasıdır. 22 Temmuz 1946 günü Manda Yönetiminin karargahlarından biri olan King David Oteli'nin bodrumuna konan 350 kg bombanın patlaması sonucunda, 13'ü İngiliz olmak üzere toplam 91 kişi öldü.

17 Eylül 1948’de BM arabulucusu Kont Folke Bernadotte, dört Lehi militanı tarafından öldürüldü. Suikastı Yehoshua Zettler adlı bir terörist yönetti. Üç gün sonra da İsrail, Lehi’yi terör örgütü ilan ederek birçok üyesini tutukladı. Ama liderler İzak Şamir ve İsrail Eldad tutuklanmadı. Kısa bir zaman sonra da af kanunu çıkarılarak tüm Lehi üyeleri serbest bırakıldı.

  • 9 Nisan 1948’de yapılan Deyr Yasin katliamı unutuldu mu?

Deyr Yasin Kudüs'e beş kilometre mesafede şirin bir köydü. İngiliz manda Yönetimi sırasında bulunan ve "Yasin Taşı" adı verilen sert sarı kireç taşı sayesinde Deyr Yasin köyündeki insanlar maddi yönden kalkındılar. Bazıları kamyon alarak kendi işini kurmuş, kazançları daha da artmıştı. Yakınlarında bulunan Givat Şal köyündeki Yahudilerle iyi geçiniyorlardı. Hatta yapılacak saldırılardan birbirlerini haberdar etmek üzere aralarında yazılı bir barış anlaşması yapmışlardı.

Hatta bunu Haganah karargahı da onayladı. Barış anlaşması Irgun ve Lehi örgütleri tarafından bilinmesine rağmen bu korkunç katliam planlı bir şekilde yapıldı. Çünkü Deyr Yasin, Kudüs'e çok yakın ve yol üstünde önemli bir yerleşim yeriydi. Bu köyün ele geçirilmesi Kudüs yolunun açılması bakımından çok önemliydi. Ayrıca güvenli sayılan bu bölgede yapılacak bir katliam, Filistinlilere korku salacak, topraklarını terk etmelerine yol açacaktı.

Irgun ve Lehi militanları katliamdan önce, Kudüs Haganah komutanı David Şaltiel'e haber vererek onayını aldılar. Şaltiel önce Deyr Yasin köylülerinin çevredeki Yahudilerle barış anlaşması imzaladığını söyleyerek, Ayn Karim köyüne saldırmalarını söyledi. Teröristler kabul etmeyince Şaltiel onlara engel olmadı.

Irgun örgütünden 80, Lehi'den 40 militan bir araya gelerek saldırı planı üzerinde toplantı yaptılar. İki grubun birleşmesini vurgulamak üzere bir parola seçtiler: "Ahdut Lohemet" (Savaşçıların Dayanışması). Planlı bir şekilde otomatik tüfekler, el bombaları ve TNT patlayıcılarıyla köyü kuşatan terörist militanlar, 9 Nisan gece saat 04.30'da saldırıya geçtiler. Köy korucularının saldırıya karşı koymalarına rağmen teröristler otomatik silahlarla insanları taradıktan sonra evlere bomba atarak, masum çocuk ve kadınları öldürmekten çekinmediler. Saldırıda tecavüz ve hırsızlık olayları da yaşanmıştı. Yahudi propagandası ise sadece 117 kişinin öldürüldüğünü iddia etmişti. Halbuki Kızılhaç görevlileri gözlemlerinde sokaklardaki cesetlerin haricinde kuyuya atılmış 150 ceset bulduklarını söylemişlerdi.

Deyr Yasin katliamı, İsrail'in kurulmasından önce Filistin'de gerçekleşen en kanlı terör eylemidir. 600 Filistinli Müslümanın yaşadığı Kudüs yakınlarındaki Deyr Yasin köyüne, 9 Nisan gecesi gelen 120 civarında Siyonist Irgun ve Lehi militanı, korkunç bir katliam yaparak çoluk çocuk demeden tam 254 kişiyi hunharca şehit etmişti. Sadece bu katliam bile İsrail'in terör ile kurulduğunu isbat etmeye kâfidir.