İki ayrı dünyada yaşıyor gibiyiz.

Bir tanesi gözümüzün önünde cereyan ediyor, televizyonlarda seyrediyor, gazetelerde okuyor, toplu taşıma araçlarında tartışıyoruz. Çatışma bölgelerinde yaşıyorsak tepemizden geçip üzerimize bombalar bırakan uçaklar görüyoruz, pazarda bakkalda yoklukla pahalılıkla savaşıyoruz. Ya da tam tersi umutsuzluğu, yoksulluğu, öldürülme korkusunu, “bugün karnımı nasıl doyuracağım” endişesini hissetmeden mutlulukla yaşayanlar var.

Mutlu mutsuz, umutlu umutsuz yaşayan bu insanlar, ayrı dünyalarda yaşıyor gibi gözükse de gerçekte aynı ‘görünen’ dünyayı paylaşıyorlar.

Bir de büyük bir hızla inşâ edilen görünmeyen bir dünya var. Ona aynanın diğer tarafı da ayın karanlık yüzü de diyebilirsiniz.

Dikkatli bir film ve dizi seyircisiyseniz bütün ipuçları orada bulunmaktadır.

Gerçek duyularınızı öldürüp sizi hapsetmek istedikleri sanal dünyayı Steven Spielberg’in “Ready Player One” yani ‘Başlat’ filminde görebilirsiniz.

Sanal ile gerçeğin birbirlerinden koparıldığı noktayı, yani ayna dünyayı görmek isterseniz ‘Westworld’ dizisinin 2. sezonunun son sahnesinde bulabilirsiniz.

Yaratılmışların en şereflisi insanı yok edilmesi gereken bir virüs olarak gösteren ve onun gerçekte nasıl bir hapis hayatı yaşadığını görmek isterseniz ‘Matrix’ serisi filmleri seyredebilirsiniz.

Robotların geldiği / getirileceği noktaları görmek isterseniz ‘Blade Runner’ yani ‘Bıçak Sırtı’ serisini, insanın nasıl yarı robot haline getirileceğini görmek için ‘Ghost in Shell’ yani ‘Kabuktaki Hayalet’ filmini seyredebilirsiniz.

Onların üretme hızına bizim seyretme hızımız bile yetişemiyor maalesef. Planlıyorlar, yapıyorlar, ‘aman bize işlemez’ diyoruz ama işlemek bir yana ‘delip geçiyor’.

‘Mavi Balina’ bilgisayar oyununun intihar ettirerek bizden kopardığı çocuklarımızın durumu ortada.

Amacımız umutsuzluk aşılamak değil ama boş umutlarla da bir şey yapamadığımız tüm çıplaklığıyla ortada duruyor.

Eğitim sistemimiz Fenerbahçe’nin yabancı teknik direktörle şampiyon olma umudu ile lige başlayıp, lig sonunda kümede kalmaya çalışmasına benziyor. Çocuklarına önce düşünmek ve hayal kurmayı öğretmek yerine yabancı dil öğretmeye çalışan ebeveynler, onların nefes alıp vermelerini WhatsApp gruplarından takip ediyor, ellerine son model tablet, bilgisayar ve cep telefonları veriyor.

Ama bilmiyorlar ki, bu yaptıklarıyla sadece çocuklarının geleceklerine ipotek koyduruyorlar. Çünkü onların izlediğini teknolojinin gerçek sahipleri de izliyorlar ve not ediyorlar.

Beş Göz, yani İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda’nın 2. Dünya Savaşı sonrası kurduğu tüm dünyayı kapsayan sinyal istihbaratı toplama kurumunun her şeyi not ettiği biliniyor.

Bu konuda geldikleri son noktayı eski NSA çalışanı Edward Snowden detaylı olarak deşifre etmişti. Şimdi bunu bir değil, birkaç adım ileri götürerek 5G ile tüm insanlık ipotek altına alınmaya çalışılıyor.

2. nesil cep telefonlarına polifonik melodiler eklendiğinde bazı bilim adamları bununla düşünce kontrolü yapılabileceği konusunda uyarmıştı ama sesleri hemen kesildi, kestirildi. Bahsettiğimiz 2000’li yılların başıydı ve şu an gelinen noktayı, frekanslarla yapılabilecekleri düşünün. 5G’nin sadece insanlığın yararına işler için kullanılacağını düşünüyorsanız bir de tersten hayal etmeye çalışın.

Türk eğitim sisteminin hayal edemeyen kurbanlarından biriyseniz lütfen ‘Cell’ (Frekans) filmini seyredin.

O zaman Çinli Huawei firmasının baz istasyonları ile tüm dünyanın 5G sistemi altyapısı kurmasına karşı Amerika’nın niye savaş verdiğini anlarsınız. İnsanlığın iyiliği için filan zannetmeyin, kendi kontrollerini yitirmemek için.

Geçtiğimiz haftalarda Wikileaks’in kurucusu Julian Assange’ın yarıda kesilen bir mülakatından hareketle kaleme aldığımız “Akıllı şeytanî toz” yazımızda “neredeyse toz büyüklüğünde, enerji ihtiyacını havadaki radyo dalgalarından karşılayan, GSM ağları üzerinden birbirleri ile konuşmaları (bilgi alışverişi) etkileşimleri ya da yönlendirilmeleri sağlanan bir sistem bu” şeklinde açıkladığımız olayın hemen ertesinde ne oldu?

Assange, saçma bir suçlama yüzünden sığınıp 8 senedir yaşadığı Ekvator elçiliğinden yine saçma bir bahaneyle apar topar İngiltere’ye teslim edildi.

Susturuldu.

Assange’ın ‘yaşayan son özgür nesil’ dediği bizlere ‘bu teknolojinin sadece dünya elitleri ya da bu teknolojiden anlayıp kendini koruyabilecek kişiler için değil, herkes için güvenli hâle getirilmesi lazım’ sözünün önemini kim bilir ne zaman gerçekten anlayacağız?

‘Batman – Karanlık Şövalye’ filminin sonunda milyonların her hareketini takip edebilen sistemi gören Morgan Freeman’ın ‘bu bir kişi için çok fazla güç’ cümlesiyle anlatmak istediği de çok önemlidir.

2014 yapımı ‘Automata’ filmi ise gerçekten çok derin bir filmdir.

“Milattan sonra 2044. Artan solar fırtınalar yeryüzünü radyoaktif bir çöle çevirmiş, insan nüfusu yüzde 99.7 oranında azalarak 21 milyona düşmüştür. Atmosfer dengesizliği karasal iletişim sistemlerinin çoğunu devre dışı bırakır ve medeniyeti yeni bir teknolojik gerilemeye zorunlu kılar. Bu atmosferde bir şirket “kutsal yolcu 7000” isimli robotları yaratır. Bu ilkel robotlar kalan son şehirlerde ikamet eden insanları koruyan surlar ve mekanik bulutlar yaratmak için tasarlanmıştır. İnsanoğlu tarafından 2 kurala göre kontrol edilen milyonlarca robotun birinci kuralı herhangi bir canlıya zarar vermesini engellerken ikinci kuralı robotların diğer robotları ve kendilerini başkalaştırmasını engeller. Bu iki kural insanları otomatlardan korumak için tasarlanmıştır ve bu kurallar değiştirilemezler.”

Bu film de tıpkı “Matrix” filmi gibi üzerine kitaplar yazılabilecek şeytanilerin bütün dünya felsefelerini içinde barındırmaktadır ve tek başına bir yazıyı hak etmektedir.

Unutmadan, İsrail’in 5G kullanmayacağı haberlerini de not ederek “Frekans” filminin afişinde yer alan cümleyle bitirelim.

“Herkes birbirine bağlandığından hiç kimse güvende değildir”. 