Bu yıl virüs salgını yüzünden sanal ortamda açılan Nekbe Sergisine değişik ülkelerden, resim, karikatür ve fotoğraf dallarında 31 sanatçı katılıyor. Sergi koordinatörü Filistinli Ressam Raid Katanani, Nekbe'nin 72. Yılı için düzenledikleri sergiye "Dönüşün Renkleri" adını verdiklerini belirterek, Filistinlilerin geriye dönüş haklarını hatırlatmayı amaçladıklarını belirtti.

* Nekbe (Büyük Felaket) Filistinliler için neyi ifade ediyor?

* Siyonistlerin Filistin için hazırladıkları gizli plan neydi?

* 15 Mayıs 1948'de Filistin köy ve şehirlerinde neler yaşandı?

* İsrail'in Arap Orduları ile yaptığı savaşın perde arkasında neler vardı?

* Filistinliler evlerinin anahtarlarını yanlarına niçin aldılar?

* BM Filistinli mültecilere evlerine geri dönüş hakkı tanıdı mı?

Nekbe (Büyük Felaket) Filistinliler için neyi ifade ediyor?

Filistinlilerin yüzyıllardır üzerinde yaşadıkları kendi topraklarından, evlerinden, köylerinden, yurtlarından sürülüp çıkarılmaları, NEKBE yani "büyük felaket" olarak ifade edilmektedir. Bir milyona yakın Filistinlinin sürgün edilmesi, binlercesinin öldürülmesi ve mülteci olarak çeşitli ülkelere dağılması, aradan 72 yıl geçmiş olmasına rağmen hâlâ kanayan bir yaradır.

Son Osmanlı askerlerinin hazin ve hain planlarla 1918 Eylül ayında Filistin'i terk etmesiyle sahipsiz kalan Müslümanlar; önce Haçlı İngiliz zihniyetinin, 30 yıl sonra da Siyonist Yahudi zulmünün eline bırakılmıştı. Filistin'deki İngiliz Manda İdaresi yıllarca Müslümanları baskı altında tutarak, Siyonistlerin silahlı terör örgütleri kurmalarına göz yummuş, böylece o meş'um 14 Mayıs'a gelinmişti.

Zaten daha 9 Aralık'taki Kudüs işgalinden yaklaşık bir ay önce; 2 Kasım 1917'de İngiltere Dışişleri Bakanı James Arthur Balfour, kendi adıyla tarihe geçen bildiriyle Yahudilere Filistin'de bağımsız bir devlet kurma sözünü vermişti. İşgalden sonra BM kararıyla kurulan Filistin Manda İdaresinin başına Yahudi kökenli veya sempatizanı valiler tayin eden İngilizler, bu vaatlerini yerine getirmek için 1948'e kadar ellerinden gelen gayreti gösterdiler.

Siyonistler bu dönemde yeni hamileri olan ABD'nin desteğini de arkalarına alarak ellerinde bulunan iki gücü daha etkili bir şekilde kullanmaya karar verdiler. Bu güçlerden biri silah, diğeri ise uluslararası propaganda gücüydü. Silahlı terör örgütleri yıllardan beri zaten işlerini çok iyi yaparak Müslümanları baskı altında tutup sindirmeyi başarmışlardı. Fakat şimdi yeni bir strateji gerekiyordu.

Siyonist propaganda gücü "Filistin topraklarının verimsiz ve sahipsiz bir çöl olduğuna, isteyenlerin buraya yerleşerek çiftçilik ve tarımla kendilerine yeni bir yurt edineceklerine" bütün dünyayı inandırmışlardı. Yahudiler kendilerinin "vatansız bir halk", Filistin'in ise "halksız bir vatan" olduğunu söyleyerek, burada yüzyıllardır yaşayan Müslümanları yok sayıyordu. Fakat gerçekte bu toprakları işleyen, her türlü sebze ve meyveyi yetiştiren, hatta meşhur Yafa portakallarını bütün dünyaya ihraç eden Filistinliler ne olacaktı?

Madem ki Siyonist propaganda Filistin'in sahipsiz ve halksız bir yurt olduğuna bütün dünyayı inandırmıştı, o halde silahlı terör örgütleri harekete geçip en kısa zamanda bu toprakları Yahudi olmayanlardan arındırmalıydı. Nitekim öyle de oldu. 1920 yılında kurulan Haganah'a ilaveten 1931'de Irgun, 1940'da Lehi adlı silahlı örgütler faaliyete geçmiş, İngilizlerin desteği ve müsamahası ile Filistinliler üzerinde terör estirmeye başlamışlardı. Yapılan işin amacı çok açıktı: Baskın, katliam, sabotaj, kundaklama, yol kesme, soygun ve tehdit gibi yöntemleri kullanarak Müslüman halkı yurtlarından sürüp çıkarmak, Yahudiler için üzerinde devlet kurabilecekleri boş bir Filistin meydana getirmek.

Bu terör faaliyetleri o kadar sistemli bir şekilde yapılıyordu ki, bütün Filistin halkını yıldırıp korkutarak artık bu topraklarda can ve mal güvenliği kalmadığına inandırmaya başlamıştı. 9 Nisan günü Kudüs'e 5 km. mesafede bulunan Deyr Yasin köyüne gece yapılan baskın sonunda gerçekleştirilen katliam, insanlarda az da olsa kalan direnci tamamen kırdı. Katledilen 254 masum şehidin, Filistinliler üzerindeki olumsuz tesiri tahmin edilenin çok üzerindeydi.

Artık planın son aşamasına gelinmişti. İngilizlerin Filistin Manda İdaresini bırakarak çekildiklerinde, âdeta altın tepsi içinde sunulan teşkilat altyapısı ve yönetim birimleri, Siyonistlere bir günde devlet kurma şansını verdi: 14 Mayıs 1948.

Kudüs yakınlarındaki Deyr Yasin ve Ayn Karim köylüleri evlerinden öyle bir telaşla çıkmışlardı ki, bir kadın kundaktaki bebeği yerine bir yastığı kucaklamış ancak yolda bunu fark ederek feryada başlamıştı. Yetişkin erkeklerin çoğu isyancı diye tutuklanmış veya öldürülmüş, geriye kalan yaşlılar, kadınlar ve çocuklar ise ardına bakmadan yollara düşmüşlerdi. Binlerce insan açlık, susuzluk, hastalık sebebiyle yollarda ölürken, bir o kadarı da Siyonist kurşunların hedefi olarak can veriyordu.

O güzelim Filistin şehirlerini Kudüs'ü, Yafa'yı, Hayfa'yı, Akkâ'yı, Taberiye'yi ve o yemyeşil zümrüt gibi köyleri geride bırakıp canlarını kurtarmaya çalışan yüz binlerce Müslüman nereye gidecekti? Nerede barınacaktı, ne yiyip içecekti? Onların imdadına koşacak bir Allah'ın kulu yok muydu? Müslüman kardeşleri olan güçlü Arap orduları nereye gitmişti? Kendilerine bugün değilse ne zaman yardım edeceklerdi?

Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti'ne ihanet eden Şerif Hüseyin'in oğlu Abdullah'tan, İngilizler tarafından lütfedilen Ürdün krallığı karşılığında acaba neler istenmişti? En birinci pazarlık Genelkurmay başkanlığı konusundaydı. İngiliz John Bagot Glubb Paşa, Ürdün ordularının başkomutanı ve Genelkurmay Başkanı olmuştu. Onun emrindeki Ürdün Lejyonu ise, Filistinlileri kurtarmak için İsrail ordusu ile savaşmaya gidiyordu. Fakat bu komedinin yazarı Glubb Paşa değil, bizzat Ürdün Kral'ının kendisiydi. Kral Abdullah, ileride İsrail Başbakanı olacak Golda Meir ile yapılan gizli pazarlık sonucunda, bağımsız bir Filistin Devleti istenmediğini sadece Ürdün sınırındaki Batı Şeria ile kadim şehir Doğu Kudüs'ün kendilerine bırakılması şartıyla İsrail'in işgaline göz yumulacağını açıkça belirtmişti.

Mısır ve diğer Arap ülkelerinin tavrı da Ürdün'den farklı değildi. Hepsi kendi çıkarı için Filistin'de bulunuyor, yurtlarından sürülen ve öldürülen Müslümanları kimse düşünmüyordu. Yapılan ateşkesin ardından ilan edilen ambargoya rağmen, Avrupa ülkelerinden yüklü miktarda silah ve cephane alan İsrail ise, asker sayısını da artırarak cephede üstünlüğü ele geçirmişti. Köşeye sıkışan beş Arap ülkesi de, ayrı ayrı İsrail'le barış anlaşması yapmışlardı. Filistinlilerin elinde ise sadece evlerinin anahtarları kalmıştı.

72 yıldır anahtarlarını kutsal bir emanet olarak saklayan Filistinli mülteciler, hâlâ sabırla "avdetül-kübra" adını verdikleri büyük dönüş gününü bekliyorlar!

Birleşmiş Milletler 11 Aralık 1948'de 194 sayılı kararla mülteci durumundaki Filistinlilerin topraklarına geri dönmesini ve Kudüs'ün uluslararası statüye kavuşmasını öngörmüştü. Fakat hiçbir BM kararına uymayan İsrail, uluslararası hukuku hiçe sayarak mültecilerin geri dönüşüne izin vermemiştir.

NOT:  Daha geniş bilgi için bkz. Nurettin Taşkesen, NEKBE Büyük Felaket, Mihrabad Yay. İstanbul, 2018.