ABD uzun zamandır Suriye’nin kuzeyinde YPG güçlerini eğitti, ABD YPG ile askeri teçhizat dahil her türlü istihbarat bilgisiyle eğit-donat-kullan politikası izledi. Türkiye’nin 900 metre sınırı boyunca yuvalanan bu örgütlere binlerce tır silah aktarıldı. Türk yetkililer tarafından tüm bunların Türkiye’nin sınır güvenliğini tehdit ettiğini ve bu bölgeye müdahalede bulunulacağı defaatle dile getirilmesine rağmen ABD biz Türkiye’nin kaygılarını anlıyoruz ama YPG’ye sadece Daeş ile savaşması için geçici süreyle destek veriyoruz demiştir. Hatta çoğu kez ABD’li üst düzey diplomatlar YPG’nin PKK’nın Suriye kolu olduğunu kabul ettiklerini dile getirdiler.

Bir hafta önce sürpriz bir şekilde ABD’nin Daeş ile mücadelede görevlendirdiği Brett McGurk Daeşin bitme noktasına geldiğini ve bir aylık işinin kaldığını ifade etti. Tüm bu açıklamalar boşuna yapılmamaktadır, aksine hep bir planın parçası olarak birbiri ardınca sıralanmaktadır. Kısa bir süre sonra ise Trump’ın Suriye’den çekiliyoruz açıklaması ABD’nin Suriye politikasında gerçekleşen gelişimi ve değişimi ortaya koymuş oldu.

ABD eğitip silahlandırdığı ve koordine ettiği YPG’yi Türkiye’ye karşı kullanamadı, Türkiye’nin sağlam duruşu ve sınır muhafazasına yönelik verdiği kararlı siyaset buna izin vermedi. Buna karşın ABD YPG güçlerinin uzun süredir hem Suriye rejimi hem de İran ile çok yakın temasta olmasını engellemek istedi. Fakat YPG içinde rejim güçlerinden bir ayrışma sağlanamadı. Örneğin Afrin’den kaçan birçok terörist rejim güçlerine karışmıştır. Aynı durum Türkiye Fırat’ın doğusuna yapacağı operasyonda da olacaktı, dolayısıyla yine rejim ve İran güçlenecekti. Çünkü bu milisler düzenli bir ordu değildir ve bir ülkenin ordusu konumunda faaliyet göstermiyorlar. Bu teröristlere blundukları bölgenin rejimi ve destekçileri tarafından sadece bir süreliğine kantonlara böldükleri kara parçalarındaki yaşam alanlarına göz yumuluyor. Eğer Suriye iç savaşı biterse ve Esad kazanırsa burada hiçbir ayrılıkçı güce herhangi bir imtiyaz tanınmayacağı bir gerçektir. Suriye rejimi uzun yıllar terörist başı Abdullah Öcalan’a ev sahipliği yapmış ve PKK’yı Türkiye’ye karşı bir koz olarak kullanmak adına ülke dışındaki faaliyetlerine izin vermiştir. Halbuki Suriye’de bulunan kürtler Arap Baharı başlayana kadar pasaport sahibi olamamışlar ve ülkeden çıkışlarına da izin verilmemiştir. İran da ha keza Kandil’deki teröristlerin yuvalanmalarına ses çıkarmamaktadır, nitekim Kandil’in yüzde otuzluk bir kısmı İran topraklarındadır. Yine İran da kendi topraklarında kürt muhalefetini idam gibi en sert cezayla yargılamaktadır. İki rejimin de YPG-PKK siyasetindeki ana hedef Türkiye’dir. Bu anlamda YPG hala destekçisi olduğu bu iki rejimin uydusu olarak varlığını sürdürdüğünden ABD bölgede İran’a karşı oluşturduğu ittifaka onları dahil edememiştir. Yani ABD YPG’yi Kuzey Irak Kürtlerinin ABD ile birlikte İran’a karşı izledikleri stratejik noktaya getirememiştir. Dolayısıyla ABD İran-rejim ekseninden çıkaramadığı YPG’yi kendi kaderlerine terk etmiştir.

Burada Türkiye’nin acaba ABD’ye karşı bir taviz mi vermiştir sorusu da anlamsız kalmaktadır. ABD tabiri caizse terör güçleriyle olan kendi şahsi sorununu çözememiş yeni İran politikasında bu teröristlerle ittifaka varamamıştır. Eğer ABD YPG’yi İran-rejim ekseninden kurtarabilseydi İran’a ve proxilerine olası bir saldırı için elinde hatırı sayılır bir militan gücü kazanacaktı, bu anlamda da yine Türkiye’nin bir kaybı olmayacaktı. Fakat ABD onları yeni İran politikasına ortak edemedi ve sonuç olarak yine Türkiye karlı çıktı. Türkiye Fırat’ın doğusunda yapacağı operasyonda hem sınır güvenliği adına hem de terörizmle olan mücadelesinde büyük bir başarı elde edecektir. Dolayısıyla PKK’nın Suriye kanadı olan YPG’nin kantonlarla oluşturdukları devlet kurma maceraları da sona ermiş olacaktır.