İşte, “Abdullah bin Revaha kimdir? Abdullah bin Revaha nerede doğmuştur? Abdullah bin Revaha ne zaman doğmuştur? Abdullah bin Revaha nasıl Müslüman olmuştur? Abdullah bin Revaha nasıl hicret etmiştir? Abdullah bin Revaha nasıl evlenmiştir? Abdullah bin Revaha’nın cesareti, Abdullah bin Revaha‘nın hayatı, Abdullah bin Revaha’nın vefatı…” sorularının cevapları…

Peygamberimiz henüz Medine'ye hicret etmemişti. Ama İslâmiyet Medine'de hızla yayılıyordu. Resulullah Mus'ab bin Umeyr'i (r.a) Medine'de İslâm nurunu yaymak ve Müslüman olanlara İslamı öğretmek için vazifelendirmişti. Cenab-ı Hakkın yardımıyla bu vazifeyi güzel bir şekilde ifa eden Hz. Mus'ab, bir hac mevsiminde ikisi kadın olmak üzere 75 Müslümanlar Peygamberimizi ziyaret etmek maksadıyla Mekke'ye geldi. İşte bu 75 kişiden birisi de Abdullah bin Revaha'dır (r.a.).

Peygamberimiz, Medineli Müslümanlarla Akabe mevkiinde görüştü. Aralarında çeşitli konuşmalar cereyan etti. Bir ara Hz. Ebû Heysem, "Ya Resulallah, bizimle Yahudiler arasında bir anlaşma ve sözleşme var. Biz bu hareketimizle o anlaşma ve sözleşmeye aykırı hareket etmiş oluyoruz. Allah seni muzaffer kıldıktan sonra, Mekke'ye kavminin yanına döner, bizi yalnız bırakırsan halimiz nice olur?" dedi. Peygamberimiz tebessüm etti ve şöyle buyurdu:

"Benim kanım sizin kanınızdır. Siz kanınızı akıtırsanız, ben de kanımı akıtırım. Zimmetim zimmetiniz, hürmetim hürmetinizdir. Ben sizdenim, siz de bendensiniz. Siz kiminle savaşırsan, ben de onunla savaşır. Siz kiminle barışırsanız, ben de onunla barışırım.

Konuşmalar bir hayli uzamıştı. Hz. Abdullah, Peygamberimizin üzülmesini istemiyordu. Resulullah Mekkeli müşriklerin işkencelerinden kurtulmak ve Medine'yi teşrif etmek istiyordu. Sözü uzatmanın mânâsı var mıydı? Bir an evvel, "Yanımıza gel, yâ Resulallah! Bütün şartlarını kabul ediyoruz" diyerek o yüce Resulü hoşnut etmek gerekmez miydi? Hz. Abdullah, bu arzusunu açığa Vurmakta gecikmedi. Ebû Heysem'e şöyle dedi: Biz Allah'tan ve Allah'ın Resulünden geleni kabul ettik. Ey Ebû Heysem! Sen bir tarafa çekil. Biz Resulullah'a bîat edeceğiz."

Bunun üzerine Medineli Müslümanlar teker teker Peygamber Efendimize biat etmeye başladılar. Abdullah bin Revaha biat ederken, "Ya Resulallah! Sana 12 Havarinin İsa'ya (a.s.) biat ettiği şekilde biat ediyorum" dedi.

Havarîlerin Hz. İsa'ya her zaman onunla birlikte hareket edeceklerini Kur'ân-ı Kerim şöyle anlatır: "Vakta ki, İsa, Yahudilerin inkârda ısrarlarını ve ihanetlerini hissedince, 'Allah yoluna davette benim yardımcılarım kimdir?' dedi. Havariler de, 'Allah'ın dinine yardımcılar biziz' dediler. 'Biz Allah'a iman ettik. Sen de şahit ol ki, biz gerçekten Müslümanlarız! "Ey Rabbimiz! Biz indirdiğin kitaba inandık ve Peygambere uyduk. Sen de bizi, Senin birliğine ve Peygamberlerinin doğruluğuna şahitlik edenlerle beraber yaz" dediler.

İşte Abdullah bin Revaha Havarilerin Hz. İsa'ya (a.s.) biat ettikleri gibi biat etmekle, müşriklere karşı malıyla, canıyla Allah'ın Resulüne yardımcı olacağını, onu koruyacağını anlatmak istedi.

Abdullah bin Revaha Medine'de İslam’ın yayılması hususunda büyük hizmetlerde bulundu. O, putlardan aşırı derecede nefret eder, insanların cansız ağaç ve taş parçalarına yapmalarına hiçbir mânâ veremezdi. Onları bu sapıklıklarından kurtarmak için de elinden gelen gayreti gösterirdi.

Hz. Ebû Derda henüz İslâmla müşerref olmamıştı. Bir putu vardı. Onu çok seviyordu. Abdullah bin Revaha, Ebû Derdâ'nın putlardan yüz çevirip imanın huzuruna kavuşmasını çok arzuluyordu. Defalarca onu İslâma davet ettiyse de istediği neticeyi alamamıştır. Aralarında kan kardeşliğinden fazla bir samimiyet ve dostluk vardı. Ne yapıp etmeli, onu kurtarmalıydı. Bir gün onun evden çıktığını gördü. Baltasını eline aldı, putun bulunduğu odaya girdi. "Allah'tan başka tapılan herşey bâtıldır" mealinde bir şiir okuyarak putu param parça etti. Ebû Derdâ'nın hanımı gürültüyü duyup geldiğinde Hz. Abdullah'ın putu kırdığını görünce, "Ey Revaha'nın oğlu, sen ne yaptın? Beni mahvettin" dedi. Abdullah bin Revaha hiç aldırış etmeden putu kırmaya devam etti. Onu iyice parçaladıktan sonra da çekip gitti. Eve geldiğinde hanımının ağladığını gören Ebu Derda niçin ağladığını sordu. Kadın, olup biteni haber verdi. Ebû Derda ilk anda çok kızdı. Sonra, "Putta bir hüner olsaydı, kendisini savunur, korurdu" dedi. Hidayet meşalesi göğsünde yanmaya başlamıştı. Gidip Abdullah bin Revaha’yı buldu ve Müslüman oldu.

ABDULLAH BİN REVAHA’NIN ŞAİRLİĞİ

Abdullah bin Revaha Peygamberimizin mümtaz ve kahraman şairlerindendi. Müşriklerin küfür ve cehaletlerini yüzlerine vuran, onlan his ve şuuru olmayan putlara tapmakla ayıplayan şiirleri, Resulullahın takdirini kazanmıştı. Peygamberimiz onu şöyle taltif etti:

"Varlığım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, onun sözleri, Kureyş müşriklerine ok yağdırmaktan daha tesirlidir."

O, şiirleriyle sadece müşrikleri kınamakla kalmamış, Peygamberimizi metheden çok güzel şiirler de söylemiştir. Bu şiirlerinden birisi şu mealdir:

"Şafak söktüğü, tan yeri ağardığı sırada, ne mutlu bize ki, aramızda Resulullah bulunuyor ve Kur'an okuyor. Dalâlet ve sapıklıktan sonra bize doğru yolu o göstermiş, gönüllerimiz de ona tereddütsüz inanmıştır. O, Allah'tan her ne tebliğ ettiyse vuku bulmuştur. Müşrikler yataklarında uyurken, o yanını döşeğinden uzaklaştırmış olarak gecelerdi."

Peygamberimiz Abdullah bin Revaha'nın bu şiiri üzerine, "Şüphesiz kardeşimiz batıl söz söylemez" buyurarak hem Hz. Abdullah'ı takdir ediyor, hem de şiirdeki şaşmaz ölçüyü veriyordu. Şiir bâuli tasvir etmemeliydi.

"Şairlere ancak azgınlar uyar" meâlindeki âyet nazil olduğu zaman, Abdullah bin Revaha, Hassan bir Sabit ve Ka'b bin Malik gibi kudretli şair Sahabiler mahzun bir şekilde Resulullahın huzuruna vardılar ve "Ya Resulallah! Cenab-i Hak bu ayetleri indirirken elbette bizim de şair olduğumuzu biliyordu" dediler.

Peygamber Efendimiz, "Siz azgınların kendilerine uyacağı şairler değilsiniz" dedi ve "Ancak inanıp salih amel işleyenler, Allah'ı çok zikredenler ve haksızlığa uğradıklarında haklarını alanlar bunun dışındadır" mealindeki ayeti okuyarak, "İşte siz bunlardansınız" buyurdu. Onlar da sevinerek oradan ayrıldılar.

Abdullah bin Revaha Peygamberimizin bütün emirlerini hiç tereddüt etmeden hemen yerine getiren bir Sahabiydi. Bu onun en belli vasıflarından biriydi. Bunu için de teslimiyette müstesna bir yere ulaşmıştı. Çünkü gönül verdiği insan Allah'ın Resulü idi, her emrinde bir hikmet, her hareketinde büyük mânalar vardı.

Bir gün Peygamber Efendimizin huzuruna geliyordu. Resulullah da o esnada mescidde hutbe irad ediyordu. Abdullah bin Revaha mescide yaklaşmış, fakat içeri girmemişti. Peygamberimizin cemaate, "Oturun" dediğini işitti. Bu emri duyar duymaz hemen bulunduğu yere çöküverdi. Peygamberimiz hutbesini bitirinceye kadar bekledi. Ashab, Peygamber Efendimize, "Ya Resulallah, Abdullah bin Revaha’nın nerede oturduğunu görüyor musunuz? Sizin cemaate, 'Oturun' diye emrettiğinizi işitince, hemen olduğu yere oturdu!" dediler. Peygamber Efendimiz, Abdullah'ın teslimiyetini ve itaatini gösteren bu hareketinden çok memnun oldu ve "Allah, senin kendisine ve Peygamberine olan itaatini arttırsın" diye dua etti.

Hz. Abdullah müsait bulduğu her fırsatta insanlara hakkı ve hakikati anlatmaya gayret ederdi. Resulullahtan duyup öğrendiklerini çevresine ulaştırır, onların iman ve Kur'ân hakikatlerinden istifade etmelerine çalışırdı. Bir gün Medine'de birkaç kişiyle oturmuş, onlarla tatlı tatlı sohbet ediyordu. Etrafındakiler de kendisini can kulağıyla dinliyordu. Orada adeta bir irfan ve muhabbet sofrası kurulmuştu. Sahabelerin bu mesut anlarını gören Peygamberimiz yanlarına geldi ve onlara şöyle iltifatta bulundu: "Siz o kimselersiniz ki, Cenâb-ı Hak yanınızda oturmamı emir buyurmuştur." Sonra da, "Sabah akşam Rablerinin rızâsını dileyerek Ona yalvaranlarla oturmaya sabret" meâlindeki âyet-i kerimeyi okudu ve şöyle buyurdu: "Şunu bilin ki, siz burada kaç kişi iseniz, sizin sayınız kadar melekler de yanınızda oturuyorlar. Siz Allah'ı tesbih ve tenzih ettiğiniz zaman onlar da size katılır, siz Allah'a hamd ettiğiniz zaman onlar da hamd ederler. Siz tekbir getirdiğiniz zaman onlar da getirirler."

Abdullah bin Revaha takvâ ehli bir zâttı. İbadete çok düşkün, sünnete çok bağlı, Allah'tan çok korkan bir Sahabeydi. Eve girerken ve evden çıkarken iki rekât namaz kılardı. Hanımı, onun bu namazı hiç ihmal etmediğini rivayet eder. Ayrıca, sıcağın şiddetinden insanın gölge yapmak için elini başına koymak zorunda kaldığı günlerde çıkılan seferlerde dahi oruçlu bulunurdu. Bir sefer esnasında Resulullahtan başka sadece onun oruçlu bulunduğu rivayet edilir.

Abdullah bin Revaha, Bedir, Uhud, Hendek ve Hayber savaşlarına katılmış, Hudeybiye ve Umre seferinde bulunmuştu. Hayber Savaşından önce Hayber Yahudilerinin tutum ve davranışlarını öğrenmek üzere gönderilmiş, daha sonra da otuz kişilik bir heyetin başında Hayber lideri Useyr bin Pazim'le görüşmek üzere vazifelendirilmişti.

Hayber fethedildikten sonra, Peygamberimiz, Hayber Yahudilerinin mahsulleri hususunda tahminde bulunmak üzere Abdullah bin Revaha’yı  vazifeleridirmişti. Hayber Yahudileri, mahsullerinin yarısını vermek şartıyla yerlerinde bırakılmışlardı. Yahudiler, karılarının zinet takımlarını toplayarak Abdullah bin Revaha’ya vermek istediler. Karşılığında da ondan mahsulü eksik tahmin etmesini şart koştular. Bu teklif karşısında son derece kızan Abdullah bin Revaha şöyle dedi:

"Ey Yahudi cemaati! Vallahi siz bana göre Allah'ın yaratıklarından en sevimsizi ve en iğrencisiniz. Sizin bana teklif ettiğiniz ücret bir rüşvettir. Rüşvet ise haramdır. Biz onu ağzımıza koymayız."

Abdullah bin Revaha, bütün bunlara rağmen ameline güvenmez, Allah'ın gazabından emin olmazdı. "Sizden Cehenneme uğramayacak kimse yoktur meâlindeki âyet-i kerimeyi hatırladıkça ağlar ve "Bilmiyorum. Ben Cehenneme uğradıktan sonra ondan kurtulacak mıyım, kurtulamayacak mıyım?" derdi.

ABDULLAH BİN REVAHA’NIN KATILDIĞI SAVAŞLAR

Abdullah bin Revaha, son olarak Hicretin 8. senesinde vuku bulan Mute Savaşına katıldı. Peygamberimiz Haris bin Umeyr'i (r.a.) bir mektupla Rum kayserine göndermişti. Haris bin Umeyr, Şam válilerinden Şurahbil bin Amr tarafından şehit edildi. Umeyr'in şehit edilmesi, Peygamberimizin çok ağrına gitti. Hemen üç bin kişilik bir ordu hazırladı. Orduya Zeyd bin Harise'yi kumandan tayin etti. Şayet Zeyd şehit olursa, Ca'fer bin Ebi Talib kumandayı ele alacak, o da şehit olursa orduya Abdullah bin Revaha kumanda edecekti.

Hazırlanan ordu Resulullah tarafından uğurlandı. Mücahitler Müslümanlarla vedalaştılar. Seniyetü'l Vedå denilen mevkie gelinmişti. Vedalaşma esnasında, Abdullah bir Revaha ağlamaya başladı. Kendisine niçin ağladığı sorulduğunda şu cevabı verdi: "Vallahi ben ne dünya sevgisinden dolayı, ne de sizleri özleyeceğim diye ağlıyorum. Beni ağlatan şey, Resulullahtan işittiğim, 'lçinizden Cehenneme uğramayacak yoktur! Bu, Rabbimin yapmayı üzerine vacib kıldığı bir gerçektir," âyetidir. Cehenneme uğradıktan sonra, oradan nasıl geri döneceğimi bilmiyorum. Ben, Rahman olan Allah'tan kanları fışkırıp köpürten bir kılıç darbesiyle, yahut ciğer ve bağırsakları kasıp kavuran bir kargı saplamasıyla şehid olmak isterim ki, kabrime uğrayanlar 'Allah bu savaşçıya doğru yolu göstermiş, o da doğru yolu bulmuştur' desinler."

Ordu yola çıkmak için hazırlandığı sırada, Abdullah bin Revaha Peygamberimizin huzuruna vardı. Onunla vedalaştıktan sonra, "Allah, Mûsâ'ya olduğu gibi, sana olan insanlarını da sabit ve devamlı kılsın. Yardım olunan ve zafere kavuşturulanlar gibi, sana da yardımını ihsan buyursun" dedi. Onun bu sözlerine karşılık Resulullah şu mukabelede bulundu:

"Ey Revâha'nın oğlu! Allah seni de iyilikle en güzel şekilde sabit ve devamlı kılsın."

Peygamberimiz mücahitlerle vedalaşıp Medine'ye dönerlerken, Abdullah bin Revaha onu şu beyitlerle selâmladı: "Geride kalan, hurmalıkta kendisine veda ettiğim zâta, o en hayırlı uğurlayıcıya, en hayırlı dosta selam olsun!

Şurahbil bin Amr, Müslümanların kendisine doğru gelmekte olduğunu haber alınca, pek çok asker topladı. Topladığı askerlerin sayısı yüz bini başka bir rivayette iki yüz bini-aşkındı. Aynı zamanda, orduda bol miktarda at ve silah bulunuyordu. Müslümanlar ise bundan mahrumdu. Mücahidler, Şurahbil'in kalabalık ve silâhlarla donatılmış bir ordu hazırladığını haber alınca, durumu görüşmek üzere iki gece oturdular. Zeyd bin Hârise (r.a.), mücahidlerin görüşlerini sordu. Mücahidlerden bazısı Rumlarla karşılaşmaktan vazgeçip memleketlerine akın yapmayı, bazısı da durumu Resulullaha bildirerek yardım talebinde bulunmayı tavsiye ettiler. Abdullah bin Revaha susuyor, konuşmuyordu. Zeyd bin Hârise'nin kendisine düşüncelerini sorması üzerine şöyle konuştu:

"Ey kavmim! Vallahi, sizin şimdi istememiş olduğunuz şey, arzulayıp elde etmek için sefere çıktığınız şehitliktir. Biz insanlarla ne sayıca, ne silâhça, ne de at ve süvari çokluk olduğumuz için değil, Allah'ın bizi şereflendirilmiş olduğu şu din kuvvetiyle savaşıyoruz. Gidiniz! Savaşınız! Bunda muhakkak ki iki iyilikten biri, ya zafer, ya da şehitlik vardır! Vallahi, Bedir Savaşında yanımızda iki at, Uhud Savaşı gününde de bir tek at bulunuyordu. Eğer bu seferimizde düşmana galip gelmek kaderde varsa, zaten Allah'ın ve Peygamberimizin bize vaadi de böyledir. Allah vaadinden vazgeçmez. Eğer kaderde şehitlik varsa, böylece cennetlerde kardeşlerimize kavuşmuş oluruz."

Abdullah bin Revaha Nın bu konuşması, mücâhidleri cesaretlendirdi. "Revaha'nın oğlu doğru söylüyor" dediler ve yollarına devam ettiler. Abdullah bin Revaha, "Ben herhalde geriye ailemin yanına dönmeyeceğim. Umarım ki şehit olacağım" diyordu. Nihayet iki ordu Mute'de karşılaştı ve birbirleriyle kıyasıya çarpışmaya başladılar. Zeyd şehid oldu, sancağı hemen Cafer aldı. Cafer şehid oldu. Sancağı Abdullah bin Revaha aldı. Abdullah bin Revaha sancağı eline alınca, atının üzerinde düşmana doğru ilerledi. Bunu yaparken, nefsini kendisine boyun eğdirmeye ve bazı tereddütlerini gidermeye çalışıyordu:

“Ey nefsim! Ben seni kendime boyun eğdireceğim, diye yemin ettim. Sen buna ya kendiliğinden razı olursun, ya da bunu sana zorla kabul ettiririm. Görüyorum ki, sen Cennetten pek hoşlanmıyorsun. Yıllar uzayıp gittiği halde, sen hâlâ tatmin olmamışsın. Ey nefsim! Sen şimdi öldürülmesen, ölmeyecek misin? İşte ölüm sana geldi çattı. Arzu etmediğin şey sana verilecektir. Eğer o iki kişinin yaptıklarını yapar, şehitliği tercih edersen, doğru bir iş yapmış olursun. Eğer gecikirsen bedbaht olursun."

Abdullah bin Revâha böyle diyerek çarpışıyordu. Bu sırada parmağı yaralandı. Yaralanan parmağı kılıç sallamasına engel oluyordu. Atindan yere indi, yaralı parmağını ayağının altına aldı ve "Sen sadece kanayan bir parmak değil misin? Bu kazaya da Allah yanında uğramış bulunuyorsun" diyerek çekip kopardı. Nefsinin tereddüdünü hâlâ giderememişti. Son olarak şunları söyledi:

"Ey nefis! Şehit olmaktan seni çekindiren, sakındıran, hangi şeylerdir? Eğer çekingenliğin hanımından mahrum kalmaktan ileri geliyorsa, o üç talâkla boşanmıştır. Kölelerinden mahrum kalmaktan ileri geliyorsa, onlar azad edilmiştir. Yok eğer bakımsız, verimsiz hale gelmiş bahçenden, bostanından ileri geliyorsa, o Allah ve Resulüne bırakılmıştır."

Bütün gücüyle savaşmaya başlayan Abdullah bin Revaha, mızrakla yaralanandı, yere yıkıldı. Çok geçmeden, kaldırıldığı yerde can verdi.

Cenab-ı Hak, zaman ve mekân mefhumlarını ortadan kaldırarak, Resulüne savaş meydanını gösterdi. Peygamberimiz de, kumandanların şehit edildiklerini, kendileri hakkındaki haber Medine'ye gelmeden önce Müslümanlara haber verdi. Minbere çıkıp oturdu. Halk toplanınca şöyle dedi:

"Onlar düşmanla karşılaştılar. Zeyd şehid oldu. O şimdi Cennete girdi. Orada koşup duruyor. Sonra sancağı Cafer aldı. O da şehid oldu. Şimdi o yakuttan iki kanadıyla duruyor. Cafer'den sonra sancağı Abdullah bin Revaha aldı."

Resulullah bir müddet sustu. Ensarin benizleri değişti. Abdullah bin Revaha'nın bazı uygunsuz davranışlar yaptığını sandılar. Peygamberimiz, "Abdullah bin Revaha, iki ayağını pekiştirdi. Elinde sancak olduğu halde, düşmanlarla çarpıştı ve şehid olarak öldürüldü. İtirazlı olarak Cennete girdi" buyurdu.

Abdullah bin Revaha’nın Cennete itirazlı olarak girişi Ensarın ağırına gitti. Resulullaha onun itirazının sebebini sordular. Resulullah, onların sualine şöyle cevap verdi:

"Kendisi yaralandığı zaman, düşmanla çarpışmaktan çekindi. Sonra nefsini kınadı, cesaretlendi ve şehit oldu. Cennete girdi. Onlar, Cennette altından tahtlar üzerinde bana gösterildi. Abdullah bin Revaha'nın tahtının arkadaşlarınınkinden alçak olduğunu gördüm. Sebebini sordum. 'Abdullah çarpışmaya giderken bazı tereddütler geçirmiş, sonra da çarpışmaya girmişti.

Allah onlardan razı olsun.