İşte, “Abdullah bin Selam kimdir? Abdullah bin Selam nerede doğmuştur? Abdullah bin Selam ne zaman doğmuştur? Abdullah bin Selam nasıl Müslüman olmuştur? Abdullah bin Selam nasıl hicret etmiştir? Abdullah bin Selam nasıl evlenmiştir? Abdullah bin Selam’ın cesareti, Abdullah bin Selam‘ın hayatı, Abdullah bin Selam’ın vefatı…” sorularının cevapları…

İslamiyet ruhları yeni yeni fethetmeye başlamıştı. Saadet güneşi olan Peygamberimize inen âyetler bir yandan bütün insanlığı hak ve hakikate çağırırken, diğer bir yandan, bilhassa Ehl-i Kitabı bu yüce dine davet etmekteydi. Bu davete uyanlara ebedi saadet müjdesi veriliyordu: "Ehl-i kitabın hepsi bir değildir. Ehl-i Kitap içinde istikamet sahibi bir topluluk vardır ki gece saatlerinde secde ederek Allah'ın ayetlerini okurlar. Onlar Allah'a ve Ahiret gününe inanırlar, iyiliği emreder ve kötülükten menederler, hayırlı işlere koşuşurlar. İşte, bunlar salih insanlardır." Âyet-i kerimede salih olduklarına işaret edilenlerden biri de Abdullah bin Selâm (r.a.) idi. Hz. Abdullah, Asr-1 Saadette ilim ve takvaları ile şöhret bulmuş ve İslâm tarihinde "Abâdile-i Seb'a" olarak bilinen yedi Abdullah'tan biridir.

Abdullah bin Selâm'ın hayatının dönüm noktası olan Islama girişi çok ibretlidir, Kendisi hadiseyi şöyle anlatır:

Resulullahın (a.s.m.) peygamberliğini duyduğum zaman çok sevindim. Çünkü onun ismini, sıfatlarını ve geleceği zamanı bilirdim, beklerdim. Fakat buna rağmen sükût ettim. Kuba'ya geldiğini bir adam bana sevinçle haber verdi. O anda hurma ağacının başında idim. Halam Halide bint-i Hâris ağacın altında idi. Haberi duyar duymaz "Allahü Ekber" diyerek tekbir getirdim. Halam tekbiri duyunca, "Kaybolası! Yemin ederim ki, Musa bin Imran'ın geldiğini duysaydın, bundan daha çok sevinemezdin" dedi. Ben de, "Ey halacığım, yemin ederim ki, O Musa bin İmran'ın kardeşidir. Musa'nın gönderildiği hakikat ile o da gönderilmiştir" dedim. Halam bu defa yumuşak bir tavırla "Kardeşimin oğlu, bizim Kıyamete yakın geleceğini tekrarlayıp durduğumuz peygamber bu mu yoksa?" deyince ben, "Evet, emin olunuz, budur" dedim.

Abdullah bin Selâm bu haberi alır almaz doğruca Resulullaha koşar. Medine'ye girecek olan Resulullahı karşılamak için toplanmış halkın arasına girer. Resulullah Efendimizi görünce kendisini tutamayarak "Vallahi bu simada yalan olmaz diye haykırır.

Resulullah Efendimiz (a.s.m.) kendisine, "Sen Abdullah bin Selâm mısın?" diye sorar. Abdullah, "Evet" deyince Resulullah Efendimiz (a.s.m.), "Yaklaş" buyurur. Ve şunu sorar: "Ey Abdullah, Allah için söyle. Tevrat'ta vasıflarıma rastladın mı?" Abdullah bu suale karşı başka bir sual sorar: "Allah'ın vasıflarını söyler misiniz?" Resulullah (a.s.m.) biraz bekledikten sonra Cenab-ı Hak İhlâs Süresini vahyeder: "De ki: O Allah birdir. O Allah'tır, Sameddir, her şey Ona muhtaçtır. O ise hiçbir şeye muhtaç değildir. O doğmamış ve doğurulmamıştır. Hiçbir şey Ona eş ve denk değildir." Bu âyetleri duyan Abdullah bin Selam Müslüman olmaktan kendini alamaz ve şöyle der: "Evet, yâ Resulallah, doğru söylüyorsun. Şehadet ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur. Ve sen Onun Resûlüsün."

Abdullah bin Selam İslâm nuruyla müşerref olduktan sonra ailesini teker teker İslama davet etti. Onların da İslam’a girmelerine vesile oldu. Halası Halide de (r.a.) bu nurlu mü'minler halkasına girdi.

Abdullah bin Selâm'ın İslama girmesi Yahudileri kızdırdı. Daha önce onu büyük ve rehber tanırlarken, İslama girdiğini duyunca tam aksini söylemekten çekinmediler. Nitekim bir defasında Resulullah Efendimiz (a.s.m.) evinde, Abdullah bin Selâm'ın gıyabında, Yahudilerden onu nasıl tanıdıklarını sorar. Müslüman olduğunu henüz duymayan Yahudiler, onun hakkında çok senâkâr sözler söylerler. Bu konuşma üzerine Abdullah bin Selâm gizlendiği yerden çıkar ve şöyle seslenir. "Ey Yahudi topluluğu, Allah'tan korkun. Size gelen bu hakikati kabul edin. Yemin ederim ki, bu zâtın Allah'ın Peygamberi olduğunu bilirsiz. Elinizdeki Tevrat'ta hem ismini ve hem de vasıflarını bulursunuz. Ben şehadet ederim ki o Allah'ın Resulüdür. Ona iman ettim. Onu tasdik ettim ve onu tanıdım."

Ondan hiç beklemedikleri bu sözleri duyan Yahudiler, bu defa daha önce söylediklerinin tam aksine olarak Abdullah bin Selâm'ı itham ederler. Abdullah bin Selâm Resulullaha dönerek, "Ya Resulullah, Yahudi milletinin yalancı, iftiracı, zalim ve gaddar bir millet olduğunu söylemedim mi?" der. Abdullah bin Selâm'ın faziletine Kur'an-ı Kerimin iki âyet-i kerimesi ile şehadet ettiği müfessirler tarafından ifade edilmektedir. Her iki âyette de Allah onu müşriklere karşı şahit göstermektedir. Bunlardan birisinde şöyle buyurulur:

"İsrailoğullarından bir şâhit de bunun benzerini görüp inandığı halde, siz yine büyüklük taslamışsanız, haksızlık etmiş olmaz mısınız?" Tefsirlerde İsrailğullarından bir şahit ile Abdullah bin Selâm'ın kastedildiği bildirilmektedir.

Onun faziletini gösteren Muaz bin Cebel'in şehadeti de çok ibretlidir. Bu şehadet yedi Abdullah arasına girebilmesinin bir sırrını ifade etmesi bakımın dan mühimdir. Zeyd bin Umeyre (r.a.) rivayet ediyor:

"Hz. Muaz ölüm döşeğine düştüğü zaman ona, 'Ey Eba Abdurrahman, bize vasiyet eder misiniz?' diye ricada bulunur. Hz. Muaz'ı isteği üzerine oturtur. Şöyle der. "İlim ve iman yerindedir. Onları arayan bulur. İlmi dört kişiden öğreniniz: Ebu'd-Derdâ, Selmân-ı Farisî, Abdullah bin Mes'ud ve Abdullah bin Selâm. Zira Resulullahın şöyle buyurduğunu duydum: 'Abdullah bin Selâm Cennette 10'un sonuncusudur." Yahudilerin bir defasında Tevrat'taki recim âyetini Resulullahtan saklamaları karşısından Resulullaha bizzat bildirerek yalanlarını ortaya çıkaran Abdullah bin Selâm, Hz. Osman'ı öldürmek isteyenlere karşı çıktı. Hz. Osman şehit edilirse Kıyamete kadar katl ve savaşların Müslümanlar arasında devam edeceğini bildirdi. Hz. Abdullah Hicri 43 tarihinde vefat etti.

Allah ondan razı olsun.