İşte, “Abdullah bin Ümmü Mektum kimdir? Abdullah bin Ümmü Mektum nerede doğmuştur? Abdullah bin Ümmü Mektum ne zaman doğmuştur? Abdullah bin Ümmü Mektum nasıl Müslüman olmuştur? Abdullah bin Ümmü Mektum nasıl hicret etmiştir? Abdullah bin Ümmü Mektum nasıl evlenmiştir? Abdullah bin Ümmü Mektum’un cesareti, Abdullah bin Ümmü Mektum‘un hayatı, Abdullah bin Ümmü Mektum’un vefatı…” sorularının cevapları…

İslâmın ilk yıllarında iman saadetine eren, Peygamberimizin müezzinlerinden olan, Medine'ye ilk hicret eden Muhacirler arasına giren ve on üç defa gazâ ve seferler sırasında Peygamberimiz tarafından Medine'de vekil bırakılarak Müslümanlara namaz kıldıran Hz. Abdullah (r.a.), göz nimetinden mahrum, fakat kalbi ve basireti nurlu bahtiyarlandandı.

Ibni Ümmü Mektum'un asıl ismi Amr'dır, fakat Medineliler Abdullah diyorlardı. Babası Kays bin Zaide, annesi Atike bint-i Abdullah Dı. Kendisi de annesine nisbetle Ümmü Mektum'un oğlu mânâsında, İbni Ümmü Mektum ismiyle meşhur olmuştur. Hz. Hatice Vâlidemizin de dayısının oğluydu.

İbni Ümmü Mektum Hazretlerinin gözlerini ne zaman kaybettiği hususunu şu mukaddes sohbetten öğrenmekteyiz. Hz. Enes'in (r.a.) anlattığına göre, bir defasında Hz. Cebrail Peygamberimizin huzuruna geldiğinde İbni Ümmü Mektum da orada bulunuyordu. Cebrail, "Gözünü ne zaman kaybettin?" diye sorunca "Çocukken" cevabını verdi. Bunun üzerine Hz. Cebrail kendisine şu müjdeyi verdi. "Allah Tealâ buyuruyor ki: 'Ben bir kulumun gözünü aldığım zaman ona Cenneti mükâfat olarak veririm.' Bu hâdiseyle de Ibni Ümmü Mektum dünyada iken Cennet müjdesini almış oluyordu.

Hz. İbni Ümmü Mektum Müslüman olduktan sonra Peygamberimizin sohbetinde bulunmak için sık sık huzuruna gelirdi. Peygamberimizden Kur'ân âyetlerini ezberledi. Bir defasında Peygamberimiz, Utbe bin Şeybe, Umeyye bin Halef ve Ebû Cehil gibi Kureys'in-ileri gelenleriyle, belki içlerinden birkaçı imana gelir de İslâmın gücü artar, onlara bakarak birçok insan da Müslüman olur, düşüncesiyle tebliğ vazifesini yapıyordu. Bu esnada İbni Ümmü Mektum meclise gelerek Peygamberimize hitaben, "Ya Resulallah, bana Kur'ân okut. Allah'ın sana öğrettiğinden bana da öğret" dedi.

Peygamberimiz onların üzerinde fazla durduğundan, Ibni Ümmü Mektum'la ilgilenemedi. Ibni Ümmü Mektum, Peygamberimizden cevap alamayınca, arzusunu birkaç defa tekrar etti. Peygamberimiz ona aldırmayıp yüzünü buruşturup döndü, sözünün kesilmesini istemedi, onlarla konuşmaya devam etti. Orada bulunanların, "Bu dine hep zayıflar, fakirler, köleler ve âmâlar giriyor" diye alaylı bir şekilde gülmelerine yol açmamaları için İbni Ümmü Mektum’u cevapsiz bıraktı. Fakat çok sürmedi, tam sözünü bitirip kalkacağı sırada ilahi ikaz geldi:

"Yanına âmâ geldi diye yüzünü ekşitip döndü. Nereden bileceksin, belki de o günahlarından arınacaktı. Yahut o öğüt alacak ve o öğüt kendisine fayda verecekti. Öğüte ihtiyaç duymayan kimseye gelince sen ona yöneliyorsun. Onun inkâr ve isyan pisliği içinde kalmasından sen mes'ul değilsin. Sana koşarak gelen ve Allah'tan korkan kimseyi ise ihmal ediyorsun. Sakın! O Kur'ân bir öğüttür."

Bu hadiseden sonra Peygamberimiz İbni Ümmü Mektum iltifat ve ikramda bulundu. Ne zaman onu görse, "Ey Rabbimin beni ikazına sebep olan kardeşim, merhaba!" diye lâtife yapardı. Bazan da hırkasını serer, oturtur, hâlini hatırını sorardı. Artık ona ailesinin bir ferdi gibi muamele ediyordu.

Hz. İbni Ümmü Mektum Medine'ye ilk hicret edenler arasındaydı. Medine'ye önce vardıklarından halka Kur'ân dersi veriyordu. Peygamberimiz Medine'ye yerleştikten ve Mescid-i Şerifi yaptıktan sonra ona en büyük şeref sayılan müezzinlik vazifesini verdi.

Peygamberimizin Medine'de üç müezzini vardı: Bilal, Ebû Mahzûre ve Ibni Ümmü Mektum (r.a.). Hz. Bilâl olmadığı zaman Ebû Mahzûre, o da bulunmadığı zaman Ibni Ümmü Mektum ezan okurdu. İbni Ummü Mektum Ramazan'da ezan okuyor, sahurun bittiğini insanlara bildiriyordu. Bunun için Peygamberimiz, "Bilâl ezanı gece okuyor. Ibni Ümmü Mektum ezan okuyuncaya kadar yiyip içiniz" buyuruyordu.

Hz, İbni Ümmü Mektum, evinin mescide uzak olmasına ve âmâ olmasına rağmen bütün namazlarda mescide gelir, cemaatle namaz kılardı. Peygamberimizin, namazını evinde kılabileceğine dair izin vermesine rağmen, müezzinlikten geri kalmamak için cemaati terk edemeyeceğini söylerdi.

Çok zaman Hz. Ömer ona rehberlik eder, gidip gelirken yardımcı olurdu. Hz. Ibni Ümmü Mektum Kur'ân hafızıydı. Peygamberimizden duyduğu birçok hadis-i şerifi de ezberlemişti. Son derece takva sahibi bir zâtti.

Hicretten sonra cihad başlayınca eli silâh tutan bütün müminler savaşa katıldı. Savaşa katılanları öven "Mü'minlerden oturanlarla cihad edenler müsavi olmazlar" mealindeki Nisa Suresinin 95. âyet-i kerimesi nazil olduğunda Peygamberimiz Hz. Zeyd bin Sabit kalem ve kağıt getirmesini söyleyerek âyeti yazmasını söyledi. Bu sırada Hz. İbni Ümmü Mektum orada hazır bulundu. Peygamberimize, "Ey Allah'ın Resulü, cihada gücüm yetseydi, ben de giderdim, fakat âmâyım" dedi. Sonrasını Hz. Zeyd bin Sabit şöyle anlatıyor:

"Bunun üzerine Allah, Peygamberimize vahiy gönderdi. Bu sırada Resulullahın uyluğu benim uyluğumun üzerinde bulunuyordu. Vahyin ağırlığı bana o kadar çöktü ki, dizimin ufalanıp dağılmasından korktum. Sonra Resulullahtan vahyin izleri sıyrıldı. Allah 'özür sahibi olanlar müstesna' cümlesini gönderdi."

Bu âyet-i kerimeyle, mazereti ve özrü olanlara cihadın farz olmadığı bildiriliyordu. Fakat bu ilâhi ruhsat varken, Hz. Ibni Ümmü Mektum bazı savaşlara katılır, bağırıp çağırmakla düşmana korku salardi. Fakat Peygamberimiz birçok gaza ve seferlerde Hz. İbni Ümmü Mektum’u Medine'de vekil bırakarak imamlığı ona veriyordu.

Hz. Ömer devrinde meydana gelen Kadisiye Savaşına Hz. Ibni Ümmü Mektum da katılmıştı. Sırtında bir zırh, elinde de siyah bir sancak bulunuyordu. Bir köşeye çekilmiş, mücâhitlere şevk veriyor, cesaretlerini arttırıyordu. Gür sesiyle de düşmanı ürkütüyordu. Savaş bittiğinde şehitler arasında Hz. İbni Ümmü Mektum da vardı.

Allah ondan razı olsun.