Temizlenilerek ihrama bürünülmüş bir halde girilir Mekke’ye; ihram ile mahrum olmanın ödülü olan ilahi bir kabul ve serbestlikle…

Bu giriş ki, Hz. Adem’in takdir edilmiş yanlışından dolayı affedilişinden, Hz. İbrahim ile Hz. Hacer’in rü’yetinden, geleceği Peygamber Efendimiz’e adanmış Hz. İsmail’in teslimiyetinden… oluşan izleri göremeye kararlı bakışların menzilinde gerçekleşir.

Mekke tertemiz bir zarftır zira; mazrufunun değeri nedeniyle kendisine değer biçilemeyen…

Bin aydan daha hayırlı olan bir geceye (Kadir Suresi) muhatap olan Mekke, Kur’an’ın onda inzali nedeniyle bin şehirden daha hayırlı olmaz mı, üstelik kadim zamanlardan üstünde korunmakta olan Allah’ın işaretleriyle…

İnanırız ki, bundandır Mekke’nin Allah’ın daha çok Celal sıfatından pay alması ve yine bundandır onun hurafeye, bidate, efsaneye.. kapalı tutulması.

Mekke, sadece kendisine layık olana yer açar bünyesinde. Binlerce hikaye onun zarfına girmeden önce Tevhit kelimesiyle öz(el)leşmekte; has kullar onda Allah için değil, Allah ile olmanın zevkine erişmeyi beklemekte; sade bir şekilde başlayan Mekke’nin medeniyeti, O’na, O’nda, O’ndan, O’nunla, O’nun için.. emsalsiz bir kemal ile ihtişam yüklenmekte...

Mekke Hz. Hacer’in şehridir. Yeryüzüne hediye edilen ilk kutlu evde, suyu arayan kadına Rabbimiz’den bir ödüldür, zira Mekke, siyahi cariye Hacer’i anneliğe, annelikten melikeliğe taşıyan yolların, yolculukların, yönlerin ve yönelişlerin nihayetindedir.

Onun şehirlik mayası, Safa ile Merve tepeleri arasındaki kaviste, bir anne kalbinin zaten Peygamber eşi olmakla bulduğu hakikati arama telaşından karılmıştır. Diğer bir ifadeyle, Mekke, (herkesin kendi istidadınca ve istihkakınca) bulanın bulduğunu aradığı ve ancak bulanlara aramayı miras bıraktığı şehirdir.

Şundan ki: Hz. İbrahim, karısı Hz. Hacer ile oğlu Hz. İsmail’i, Filistin’deki el-Halil’den alıp, bugünkü Zemzem kuyusunun yukarısında bulunan büyük bir ağacın altına bıraktı. Kendisi tekrar el-Halil’e yöneldiğinde Hz. Hacer onu bir müddet takip ederek, “Beni ve oğlunu kime bırakıp gidiyorsun?” diye sordu. Hz. İbrahim, “Allah’a” diye cevap verince, Hz. Hacer “Öyle ise ben Allah’a razıyım” dedi ve oğlunu yüklenerek ağacın altına döndü.

Mümin, bulduğundan razı olur ve ancak bulduğunun da kendisinden razı olmasını talep eder ama bulduğunda mutmain olmasının ve onu arama talebinin de yine onun kendi hakikatince gerçekleşmesi gerekir.

Nitekim, Hz. Hacer de Safa ile Merve arasındaki kaviste su ararken, kendi hakikatine uygun bir arayış üzere davrandı; yuvasından atılmış bir kadın, bir eş ve bir anne olarak teslimiyetin, acziyetin ve gayretin kesişme noktasında kendi a’yanınca (hakikatince ve hilkatince) telaşa düştüğünde, bulduğunu ararken O’nun tarafından bulundu ve bunun nişanı olarak Zemzem’e kavuşturuldu.

Bugün biz de, Rabbimiz’den ve O’nun sabit ve korunmuş işaretlerinden bulduklarımızın Mekke’de olduğunu bilerek buraya geliriz. Bu, anne kabiliyetinden çocuğuna erişen nimete dahil bir bulmadır ve aynı mahiyette bir aramaya konudur. İhramın umreye / hacca niyet eden mümine, ihram yasaklarının mükellefe, engin bir teslimiyetin mümeyyize hak olması da bundandır.

Üstad Sezai Karakoç’un “Yolları bir urgan gibi / Ayağına sarmış” olmakla nitelediği Şeyhimiz Muhyiddin’in Mekke’ye gelişi ve el-Fütuhat ile nimetlenişi de bu cümleden bir bulmanın ve aramanın neticesi değil midir?

Tüm yönlerin kendisinde toplandığı ve doğrudan ona yöneldiğimizde yön duygusunun kaybolduğu merkez olarak Kabe, Mekke zarfının içindedir. Ayrıca, Mekke tarafından zarflanmış ama kendileri de müstakil olarak Allah’ın sair işaretlerini zarflamış başka zarflar da vardır burada.

Başta Mekke olmak üzere, bir mümin bulduğuna ait olarak işaretlenmiş söz konusu zarfları, onların içindekilerini ve onların içinin içindekilerini O’nu aramada kendisine bir kandil yapar ve giderek kandilin fitiline, mahiyetine ve kimliğine yönelir.

Bu aramanın ilk halidir ve kandildeki fitil neyin remzidir, mahiyet nedir, kim kimdir.. sorularına cevaplar vermeye başladığında o artık her haliyle, önceden bulmuş bir arayan olarak Mekke’dedir. Zira hidayete erdirilmek zaten bulmuşlukdur ve bunda kulun kendi çalışmasının da bir hükmü yoktur (Kasas Suresi, 56).

Kulun bulduğunu aramasının sırrına gelince…

İşte buna, umre / hac esasında Mekke’den bizzat bakmak gerekir ama bakışı söze dökmek de mümkün değildir. Belki, Karakoç’un şu dizeleri, -elbette okuyuşumuza bağlı olarak- mezkur konuda bir fikir verebilir:

“Yeni bir bahçeye düştük güneş özsu kesilmiş

Salkımlar salkımların üstüne devrilmiş

Ebedi etkili bambaşka bir şarap içilmiş

Tapınak anıt anıt bir seherde erimiş

Yataklar üzerinden bir fecir geçmiş

Kütüphaneleri örtmüş çiğle donanık incir yaprakları

Alınyazısı levhasında titreyiş dolaşmış ürperti gezmiş

Kemer ve kubbe olmuş omuz çizgileri

Köprüler dağların üstünden aşmış

Açılmış kalplerin önüne geleceğin sayfaları”