Son Peygamberin son günleri.. Hüzün kelimesinin en çok anlam kazandığı zamanlar. Âlemlere rahmet olanın âlemlere veda ettiği, vahyin sahibi ile buluştuğu an. Kutlu bir dava uğruna fedakârlıklarla dolu bir ömür..

"Zulmetmeyin" diyor Nebi, kadınlarınıza ve kölelerinize.. Üzeri hurma ağaçlarıyla kapalı evinde sıradanlığın, infak eksenli yaşamanın en güzel örneğini sergiliyor. En büyüğe ulaşma sevdasıyla dünyaya sığamazken modern insan.. Ölmeden önce evdeki son dirhemlerin de ensarın yoksullarına verilmesini istiyor.. Bizler de hem O’nu örnek aldığımızı iddia ediyor, hem de elinden tutmuyoruz ümmetin ve başını okşamıyoruz yetimlerin..

Nisan ayı ile birlikte ‘kutlu doğum’ başlığı altında anılan Efendimizin (s.a.v) son günleri, O’nu daha iyi anlatıyor bize. Müslümanca yaşamaya dair ne yazarsanız yazın hayatını vahiyle inşa eden, varlığını Rabbine adayan bir Peygamber kadar etkili değildir. İnsanlığın karanlık zamanlarına ışık olan, zulüm yerine adaleti, nefret yerine sevgiyi savunan “en büyük devrimcinin” ümmeti olmak bir teşekkür sebebidir..

Yağmurun toprakla buluşması gibi vahye susamış insanlığı hakikatle buluşturan, merhameti kendisine ilke edinen Nebi'yi müjdeliyor baharın gelişi..

Ve bizler bitmeyen işlerin peşinden koşarken, dünyevilikle geçerken ömrümüz, O'nun ahlâkıyla ahlâklanmak istiyoruz. En büyüğe ulaşma, daha fazla kazanma, daha fazla biriktirme derdindeyiz. Hiç ölmeyecekmiş gibi..

Acı ve zulüm dolu coğrafyalarda yaşananlar insanî olana bakışımızı ve bütün bunların neden İslam topraklarında yaşandığına dair sorular sormamızı gerektirir. Zira başkasının derdiyle dertlenmeyi öğütleyen vahiy, Allah’ın ipine sımsıkı sarılmamızı emrediyor. “Kim bir insanı öldürürse, bütün insanlığı öldürmüş gibidir” anlayışının hâkim olduğu bir dünyada ne zulüm yer bulabilir, ne de tefrika. İhtida eden birçok kişinin hayran kaldığı bu muhteşem yaklaşım, İslam’ı terörle ilişkilendiren İslamofobiklere karşı verilecek en iyi cevaplardandır. Kendilerini Müslüman olarak tanımlayan insanların ‘din adına’ öteki mezhepten olanı öldürdüğü bir zamanda Nebevi bir ahlâktan bahsedemeyiz. İşte tam da burada Peygamber tasavvurumuzu sorgulamak durumundayız. Temel amacı hayattan dışlamak olan aşırı yüceltilen ya da aşırı indirgenen bir Peygamber mi, yoksa Kur’an Peygamberi mi..? O’nu anarken dahi modern dünyanın insanı eşyaya köleleştiren argümanlarından kurtulamıyoruz. Salat etmeyi salavat çekmeye indirgeyen ümmet, hayatın merkezine vahyi koymak yerine gösterişli programlarda anıp anılara hapsetmeyi tercih etti. Elbette ki birçok gereksiz gün için özel törenler düzenlenirken çocuklarımıza O'nu anlatmak için İslamî ilkeler çerçevesinde programlar hazırlanabilir. Fakat kutlu doğum sektörü diye bir algı var artık hayatımızda. O’nun sözlerini ticari araç olarak kullananlar, menfi çıkarları için Nisan ayını bekleyenler, Nebi’nin infak anlayışından bahsedilen konferans için binlerce lira alanlar, uzayıp gidiyor acınası halimiz.. O’nun ahlâkını anlama, yaşama ve yaşatma gibi bir derdimiz olmalıydı oysa ki..

“Allah’ı sürekli hatırda tutan herkes için ‘güzel bir örnek’ teşkil eder” diyor İlahi Kelam kul ve elçi Peygamber için..(33:21) O’nun örnekliğini ‘ehli sünnet’ adı altında sarık-cübbeye indirgeyenler, mutlak hakikatin kendi ellerinde olduğunu ve Peygamberce yaşamanın ancak O’nu melekleştirmekle mümkün olacağını savunanlar Efendimizin (s.a.v) en çok da risalet misyonuna zarar vermektedir. Gönderiliş amacı Kur’an’ın ilkelerince yaşamak ve vahyi insanlığa tebliğ etmek olan Rasul’ü ‘beşer’ kimliğinden uzaklaştırıp hayattan dışlayarak hakikatin üzerini örtemeyiz. O’nu anlamak Kur’an’ı mehcur bırakıp gül kokulu salonlarda anmak, lokum dağıtıp pasta yemek değil, ayetlerle hayatı inşa edebilmektir. O’nu anlamak ümmetin yetimleri için elimizden ne geliyorsa yapmak ve mücadelelerle geçen ömrünü yaşadığımız ana taşıyabilmektir.

"Arabın arap olmayana üstünlüğü yoktur" derken Nebi, ırkçılık, tefrika, cemaatçilik ve mezhepçilik gibi fıtrata aykırı olan her eylem İslam coğrafyalarında kol geziyor..
Kur'ansız Müslümanlıktan Kur'an Müslümanlığına, bedeli ödenmiş İbrahimî imana, fıtrata ve akîdeye hicret etme zamanıdır.
Son söz Mustafa İslamoğlu’ndan:
“Varlığının kaç bahara bedel olduğunu bilmeyenler
Yokluğunun ıstırabını nasıl duysunlar Efendim..” 
Ahlâkı Kur’an olan Nebi’ye, özlemle..