İnsan ne çok erteliyor ruhunu restore etmeyi. İşler hiç bitmiyor, herkes yoğun, her şey yarım kalıyor. İnsan ne çok unutuyor; unutulduğunun dahi unutulacağı bir zamanda, kendini israf edenlerden olmamak için zamana değer katması gerektiğini. Yaşananlar karşısında susmayı tercih eden kelimeler mevsimsel bir geçiş yaşıyor galiba. Kendini fark ettirmek için ayağa kalkan, güz renkli harflere çok yakışmış şal. Bu uzayan mesafenin, bu yorgunluğun, bu mücerred yalnızlığın şehri ansızın kuşatan mevsimle bir ilgisi olmalı..  

İnsan ne çok şey öğreniyor değil mi hayattan büyüdükçe? Ve ne çok ihmal ediyor; en çok da kendini. Ne aradığımızı unutup hikmeti, aşkı, erdemi, mutlak doğruyu bulmuş gibi ulusa sesleniyoruz sosyal medyadan. Hayatın anlamını bulmuş (!) onlarca fenomenin yaşamak sancısıyla sınanan, başka mutlulukların sebebi olan, mahcup ve garip insanlara bir şeyler öğretmeye çalışması da başka bir ironi olmalı. Zira okudukça, öğrendikçe ne kadar az şey bildiğini fark eden insan, had bilmenin, acziyetin ve elimizde kalan merhametin de değerini anlamalı. Kâinatı ve kendini okuma olarak gördüğüm bilinçli farkındalık eylemleri varlığı ve zamanı anlamlandırma açısından oldukça önemli. Bildiklerinin kölesi olmuş, öteki fikre tahammülsüzlüğünden dolayı kendine ve çevresine karşı yabancılaşan narsist insan, fıtratına yabancılaştıran her şeyden uzaklaşıp birkaç dakika dolunayı seyretse terapi etkisi görecektir. Binlerce kilometre uzaktan bütün güzelliği ile yakınlaşan, insanın dünyada yaşadığı maceralara şahit olan, gündelik telaşları unutturan yönü ile ay terapisi, nefes aldığını, büyük düzen içerisinde ne kadar küçük olduğunu fark ettiriyor insana.. 

Makro âlemin muhteşem bir incelikle yaratıldığını insanın bütün bu eşsiz düzen karşısında ne kadar mikro dertlerin peşinden koştuğunu gördükçe aklın inceliği olan bilinç mefhumuna dair bakış açımız da değişiyor. Başını kaldırıp göğe bakıyor fakat gökyüzünün onun için bir öğretmen olduğunu, bulutların hayatın karmaşasından uzaklaştırıp onu başka diyarlarla götüreceğini, güneşin umutla birlikte kalpten kalbe yansıyacağını göremiyor. Şehirlerin ruhuna kattığı anlamdan habersizce kâinatı meta olarak görüyor, ağaçları yok ediyor, toprağı incitiyor. “Dolaşın yeryüzünü ve Allah'ın evreni ve hayatı nasıl yoktan var ettiğini görün!”(29/20) ayetiyle henüz tanışmadan geçip gidiyor ömrü modern insanın. Oysa ki sorun olarak gördüğü birçok şey ile mücadele etmek için elindekileri fark etmeli. Bir çiçeğe uzun uzun bakmalı, onunla konuşmalı, ara sıra kalabalıklardan uzaklaşıp kendiyle baş başa kalmalı, içinde yıkılan beton blokları yeniden inşa etmenin, insanı ve vatanı sevmenin yollarını aramalı..  

Yaşamak eyleminin gerçek bir öznesi olmak yerine sorumlulukları ertelemeyi, zaaflarını yönetememeyi, ân’a değer katmak, vaktin geçiciliğinin farkına varmak yerine ısrarla anlamsız zaman geçirmeyi tercih etmek insanın dış uyaranlardan ne kadar etkilendiğinin de bir göstergesi. Dikkat eksikliği yaşıyor çoğumuz. İnsan-insan ilişkilerinde muhatabın gözlerine bakmak, onunla zamanı paylaştığını fark etmek, her sözünü dinleyip incelikle ve zarif kelimelerle konuşmak yerine bir eşya gibi görüyoruz ahsen-i takvîm olanı. Her bir bakışla yüz yedi milyon hücrenin aktif olarak çalıştığı görme eylemiyle nice güzellikleri görüyor fakat onların beyindeki karşılığı sonucu anlamlı alana geçişini sağlamıyorsak bize görme yeteneğini armağan eden ve sadece gözü değil gözün gördüklerini, görmek istemediklerini de gören Basîr’in emeğine ihanet etmiyor muyuz? Görüş netliğini bozmadan dakikada on yedi defa açılıp kapanacak kadar gelişmiş göz kapakları en güçlü kaslara sahip. İnsana, hayvanlar ve diğer canlılara nefretle bakalım diye değil. Beyinden göz iletim merkezine pozitif ışınlar gelsin diye. Görebildiğimiz her şeye dikkat kesilerek göremeyenlerin karanlık dünyasını idrâk edebilelim diye.

İnarritu, göçmen işçilerin yaşamına ışık tutan Biutiful filmi üzerine konuşurken şöyle diyor: "Eğer bakmazsak 'bir şey'e ne olduğunu anlayamayız. Eğer derinlemesine bakmazsak, o 'bir şey'e hiçbir şey olmayacaktır. Bu yüzden inanılmaz potansiyele sahip bir çok şey, kimse onlara bakmaya zahmet etmediği için, dikkat çekmeden geçer gider.." Bugün toplumsal sorunların temelini oluşturan iletişim bozukluğunun arka planındaki sebeplerinden en önemlisi de göz teması kuramamaktır. Asansörde karşılaşan komşular birbirinden bakışlarını kaçırıyor artık. Selam vererek boşluğa düşürdüğünüz kelimeleri eğilip toparlayamıyorsunuz bile. Anne babalar birbirlerinin ve evlatlarının gözlerine bakmaktan, araya dünya sözleri karışmadan konuşmaktan imtina ediyorlar. Herkesin kuşatılmış kaleleri var odasında. Çabuk sıkılan, hiçbir şeye tahammül edemeyen, sabırsız, kendinden başkasını düşünmeyen bir nesil geliyor. Kedilerin ya da bir başka hayvanların herhangi bir uyaran karşısında nasıl dikkat kesildiğini fark edince anlıyoruz onlardan öğrenecek ne çok şeyimizin olduğunu. Yaşayarak tecrübe ediyoruz ki modern insan, kendi içindeki şarkının sesinden uzak, mevsimini kaybetmiş, ruhunu prangalar altında unutmuş, başka ritimlerin ve dahi başka gürültülerin kölesi olarak ömür tüketiyor..  

Güzellik duygusu onu hissedebildiğimiz kadar anlamlı. Bilimin mindfullness (bilinçli farkındalık) olarak isimlendirdiği zamana değer katma, yaşamı anlamlandırma eylemi aslında fıtratımızla yeniden buluşma ve içimizdeki yitik değerlerin yuvaya dönmesi açısından oldukça etkili. Fakat bunun için özel teknikler uygulamaya gerek kalmadan yalnızlığı bir ruh işçiliğine dönüştürerek, eşyaya sanatsal bir gözle bakarak, ibadetlerde huşuyu yakalayarak, nefes aldığını fark ederek de gerçekleştirebiliriz. Hiç bitmeyen işlerin peşinden koşan, içinde dünya birikmiş bir prototip düşünelim. Koşmayı, yürümeyi, konuşmayı, nefes almayı sağlıklı oluşuna borçlu. Bütün bunlar bir zaman tünelinde, akış içerisinde gerçekleşiyor aslında. Ama insanın gündeminde sanal dünyanın akışı ve görünmeye indirgenmiş bir alemde var olma hırsı var. Ansızın bir gün evden çıkarken anahtarı çevirecek güç bulamıyor ellerinde. Geçici bir kas sorunu olarak görüyor fakat ertesi gün bardağı elleriyle kavrayıp su içemiyor. Beyinden kola, ellere, parmaklara emir iletilemiyor. Nöronlar üzerindeki miyelin kılıfların hasar görmesi sonucu MS hastalığının ilk belirtileri ortaya çıkıyor. Ve işte o zaman anlıyor yürümenin, su içmenin, adım atmanın değerini..  

Her şey gibi sağlığın da kıymetini kaybedince fark ediyoruz değil mi? Haberimiz olmadan iç dünyamızda neler yaşanıyor neler; hücreler arasındaki etkileşim, denge mekanizması, onarım kabiliyeti.. DNA sarmalında bir sorun çıksa tamirci ekip gelip onu yok ediyor. Duyma yetimiz mevcut durumdan daha gelişmiş olsa bütün sesleri duymaktan dolayı yaşanmaz hale geliyor hayat. İyi ki her şeyi görmüyor, her şeyi duymuyor, her şeyi yönetemiyor insan. Şu halde dahi yere göğe sığmayan egolar cumhuriyeti ilan edip başka hayatların yargıcı olmaya kalkışıyorsa her şeyi yönetebilme yeteneği olsa neler yapardı kim bilir? Ölümsüzlük isteğiyle sınırları olmayan bir hayatın öznesi olur, insanlık belirtilerini kaybeder ve hikayenin sonunda ruhunu kaybetmiş bir beden olarak ne kadar aciz olduğunu görürdü.. 

“Ey insanlık! Sizi bir bebek olarak dünyaya getirtiriz; nihayet sizler olgunluk çağına ulaşırsınız ama içinizden kimilerine ölüm (erken yaşlarda) tattırılır, kimileri de ömrün en düşkün çağına kadar ertelenir. Öyle ki, sonunda o, bilen biriyken hiçbir şey bilmez hale gelir. (Bu, şuna benzer) ki; önce yeryüzünü kupkuru bir halde görürsün fakat ona indirdiğimiz suyun ardından canlanır, kabarır ve her türden göz alıcı bitkilerle yeşerir..”(Hac/5) Şehrin sokaklarında nereye gittiğimi bilmeden yağmura rağmen ıslanarak yürürken bu ayeti hatırlıyor, yaşamın benim için ne ifade ettiğini sorguluyorum. Her yaşın ayrı güzellikleri var evet. Ömrümüzün baharında birçok şeyi unutarak yaşıyor ve değerini yıllar sonra anlıyoruz. Yaşlandıkça gençlik gibi sağlıklı ve hızlı olamadığımız için yavaşlıyor nefes almanın, yürümenin, hayata sadelikle bakmanın ne olduğunu anlıyoruz. Kendi sesini duymaya ergenlik, sesini duyurmaya gençlik, başkalarının sesini duymaya olgunluk, sessizliğin bile sesini duymaya yaşlılık diyor Ayşegül Genç. Güzü uzaklardan gelen bir misafir gibi karşılayan Anadolu köylerine gidin. Yaşlılarla sohbet etmenin size katacağı değerleri fark edin. Fedakârlığı, aşkı, kanaâtı, birbirine sevgiyle bakan gözleri göreceksiniz. Gündelik hayatın kalabalığından uzaklaşıp sessizlik seremonileri düzenleyin kendinize. Öfkenizi yönetebildiğinizi, stresle mücadele ettiğinizi, yaşamın dinamiklerini fark ettiğinizi göreceksiniz. Hayatın bütün bu karmaşasında geç kalmadan, yaşlanmadan, sessizliğin sesini duymanın, yavaşlamanın, yaşadığımızı fark etmenin zamanı gelmedi mi? 

Öyleyse doğanın kalbine bırakın kendinizi. Gittiğiniz şehirlerde sadece fotoğraf çekip paylaşmak, ‘ne çok geziyor’ mesajı vermek yerine farkındalık seyahatleri yapın. Manzaralara kadrajdan değil yüzlerce megapiksel görüntü kalitesiyle sahip olduğunuz gözlerinizden bakın. Şehirlere estetik kaygı gözeterek, içinizdeki anlamsızlığa çözüm olarak bakmayı deneyin. Tarihi dokuya, geçmişin közüne, sizden önce yaşayanların tecrübelerine, taşın huzur veren serinliğine uzanın. Sizi güzelliği görmekten alıkoyan bulanık dünya gözlüğünü çıkarın gözlerinizden. Başkalarının önyargılarına boyun eğmekten, alkışlarla yaşamaktan henüz yorulmadıysanız kendinizi olduğunuz gibi görün ve içinizdeki çocuğun kendi olmasına, konuşmasına izin verin. Şükretmeyi sadece bir kelimeyle hapsettiğiniz dilinizden kurtarıp hayatınıza davet edin. Başkalarının dertlerini görün ve onlara elinizden geldiği kadar teselli olmaya çalışın. Yoklukla yüzleşin, varlığınıza teşekkür edin. Durun ve düşünün; insanın başıboş yaratılmadığını, götüremeyeceğimiz yükün bize verilmediğini, acıları yönetebilecek potansiyele sahip olduğumuzu. Hiç şüphesiz bütün bu önerilere en çok da benim ihtiyacım var. Ve bu yüzden yazmak, farkında olmaktır daha derin yaşamanın.. 

Ne demiştik; mutluluk ancak başka mutlulukların, başka tebessümlerin sebebi olmakla anlamlıdır.. Kötülüğün normalleştiği zamanlarda insan, iyilikten, merhametten yana olursa ancak gerçek mutluluğu yakalayabilir. Güzelliği uzaklarda aramayın. Bir çocuğun gülüşüne, bir çiçeğin kokusuna, yağmura, gökyüzüne, kedilere bakın. Ama gerçekten görün onların arkasındaki anlamı, hakikati ve güzelliği.. 
Her dilde, her ulusta aynıdır bütün bunlar. Yeter ki hayata, insana ve kâinata bakış açınız hep umut dolu olsun.. 

Facebook/Twitter: @AhmetPolat38

Instagram: @Ahmet.Polat38