Yalnız insanlarda değil, bütün canlılarda da muhabbet, husûmet ve hattâ nefret duyguları vardır.  

Ama en tehlikelisi herhalde, bu duyguların aklın önüne geçmesidir. Husûmet ve nefrette aklı geride bırakmak, karşı tarafı imha etmeye; muhabbette ise putlaştırmaya dönüşür. 

Beşeriyet tarihi, nice putlarla ve putlaştırma eylemleriyle doludur. 

Birkaç gün önce sergilenen ve nutuk ve gözyaşlarıyla yetinmeyip küçücük çocukları bir siyasî kişinin ismi, resmi, büst ve heykelleri karşısında secde ettirmeye bile vardırılan trajik alçalış sahneleri karşısında ürpermemek elde değil. 

Resmî ideoloji dayatması başarmış gözüküyordu; çünkü geçmişte o gibi putlaştırıcı tavırlara şiddetle karşı çıkan niceleri bile başeğmişlerdi, meyhaneye doğru gitmeye başlamışlardı! 

11 Kasım tarihli yazımda Stalin’in putlaştırılmasına değinirken, Kruşçef’in Stalin’i lânetlemesinden 6 sene sonra, Nâzım Hikmet’in bile, o lânetleme kampanyasına bir şiirle katıldığını yazmıştım. O ilginç şiir şu idi: 

‘Taştandı, tunçtandı, alçıdandı, kâat (kağıt)tandı..  / İki santimden yedi metreye kadar taştan- tunçtan- alçıdan ve kâattan çizmeleri dibindeydik /Şehrin bütün meydanlarında, parklarda ağaçlarımızın üstündeydi, taştan tunçtan alçıdan ve kâattan gölgesi../ Taştan tunçtan alçıdan ve kâattan bıyıkları lokantalarda içindeydi çorbamızın../ Odalarımızda taştan-tunçtan-alçıdan ve kâattan gözleri önündeydik./Yok oldu bir sabah, /Yok oldu çizmesi meydanlardan/Gölgesi ağaçlarımızın üstünden../ Çorbamızdan bıyığı, odalarımızdan gözleri,/ ve kalktı göğsümüzden baskısı binlerce ton taşın-tuncun- alçının ve kâadın…’

***

Darısı, bütün putlaştırılan ve putlaştıranların başına..

***

Müslümanlar ise der ki: ‘Allah’a kul olduk, Qaa’l-û belâ’da / Bu yolda verilmiş ikrarımız var/ Üç günlük ömür için fâni dünyada /Kula kul olmamak kararımız var..’

Mümtaz Soysal için...

Mümtaz Soysal’ın, 12 Kasım günü vefat ettiği açıklandı, 90 yaşında. 

12 Mart 1971 Askerî Darbesi döneminde özgürlükçü bir akademisyen profili verdiği için parlamıştı. 

Kendisiyle Haziran-1980 başında, İran’a yaptığımız bir gezi sırasında 10 gün kadar birlikte olmuştum. Günler boyu sohbetler etmiştik. Benim hakkımda bazı mahkemelere ‘bilirkişi’ olarak görüş belirttiğini, bazılarına ‘düşünce hürriyeti’ diyemeyip, aleyhimde rapor verdiğini itiraf etmişti. 

M. Kemal'in iktidar yöntemini eleştirirdi. Ama devrimlerini benimser ve ‘artık üzerinde tartışmaya gerek yok’ diye geçiştirirdi. Lenin’i ise iyi bir idealist olarak beğenirdi.

***

Tahran’da katıldığımız bir konferansta, Afganistan’ı işgal etmiş olan Sovyet Rusya’nın resmî delegesi de konuşturulmak istenince, o kişinin konuşmasının engellenmesini sağlayan susturma eylemini organize edişime katılmasa da, sempatiyle bakmıştı.

***

‘Uluslararası Af Teşkilatı’nın (Amnesty İnternational) Başkan Yardımcısı’ydı. 

Tahran’dayken, İstanbul’dan avukat arkadaşlar, 163. Madde’den 3 yıllık bir cezamın daha Temyiz’de onandığını haber verince, ülkeye geri dönmemeye karar vermiştim. Mümtaz Hoca, ‘Aİ’ye müracaat et, sana başka ülkelerde sahip çıkarız. Hem Müslümanların da bizim teşkilata başvurmasının yolunu açarsın’ demişti. Ben ise ‘Yardıma muhtaç olursam, aynı inancı paylaştıklarım dışından yardım istemem’ deyince, ‘Öyleyse, ben Başkan Yardımcısı olarak re’sen müdahale edip, sana başka devletlerin sahip çıkmasının yolunu açarız’ dediğinde, yine ‘Hayır’ deyişimi şaşkınlıkla karşılamıştı.

***

Cezayir’de 1992 başındaki seçimleri İslâmî Selâmet Cephesi’nin kazanır kazanmaz, laik generallerce yapılan askerî darbenin başarılı olması için, Mümtaz Hoca, Demirel tarafından Cezayir’e gönderilmişti. Orada 20 gün kadar kaldı, darbecilerle görüştü. Dönüşte, ‘Evet, darbe iyi bir şey değil ama gerekliydi. Laiklerin korkusunu da anlayalım’ gibi bir açıklama yaptı. 

Onun özgürlükçülüğü de oraya kadardı, demek ki...

***

İnancımıza göre, Allah’u Teâlâ’nın kulları hakkındaki her türlü tasarrufunda rahmet vardır.