Tek suçlu  “Gavurlar" deyip, yaşadığımız kader deyip susan ,oku, düşün ve sorgula  emrine muhalif, Kur'an'ı okumak, sünneti araştırıp öğrenmek ve öyle hareket etmek yerine  şovenist liderlerine,sapkın cemaatlerine,şeyhlerine,molalarına uyarak ayrışan bundandır ki ölen, öldüren, tecavüze uğrayan , yok sayılanlara gelsin..

Vuran benim,vurulan ben; el benim değil !
Ölen benim,öldüren ben; can benim değil !
Çalışan ben, yorulan ben; kâr benim değil!

Müslüman kadın ve çocukların feryatları altında bir yıllı geride  bıraktık.

 Devletler -Siyonist hayalperestler,işbirlikçileri- ve onlara bağlı terörün çok can yaktığı zor bir yılı geride bıraktık. Vatanından can havliyle çıkan insanlar, çocuklar gözlerimizin önünde Akdeniz’de sulara gömüldü.
Suriye’de, Irak’ta, Filistin’de, Yemen’de , Doğu Türkistan'da insanlarla birlikte insanlık da ölüyor. Dünya seyrediyor, devletler kendi menfaatlerini, masum çocukların hayatlarının üzerinde görüyor. Adaletsiz, kuralsız, vicdansız bir dünyanın şahitleriyiz.

Maalesef İslam Ümmeti olarak bizler, 2 milyara yakın sözde sayımıza rağmen şu Hadis-i şerife muhatap olmuşuz. “Onların sayısı çok olacak ancak suyun üzerindeki çer çöp gibi değersiz olacaklar.”

Evet, bugün aynen öyle olmuşuz. Sözde sayımızın çokluğuna rağmen hiçbir kıymeti harbiyemiz yoktur. Her yerde öldürülüyoruz, talan ediliyoruz, işgal ediliyoruz, sınırlarımız çiziliyor, devletlerimiz inşa ediliyor,yıkılıyor, yer altı ve yer üstü kaynaklarımıza el konuluyor  ama biz hiçbir şey yapamıyoruz.

 Bizler; ulusçuluk-mezhepçilik-tekfircilik,  mal-makam-mevki,şan-şöhret- ve istek-arzu-şehvetimizin peşinde sürüklenip gidiyoruz. Oysa insan; namusu, şerefi, mukaddesatı ve inancı için yaşar. Bunları kaybettikten sonra kişi şahsiyetini kaybeder, alay konusu olur, değersizleşir ve dikkate alınamaz duruma gelir. Üzülerek söylüyoruz Ümmet olarak bugün bu durumdayız.

Ümmetin başına bela olmuş  satılmış  şovenist liderler,mezhepçiler, tekfirciler ve milliyetçiler dikkatleri dağıtma görevini yerine getirirken oyun kurucular oyunlarını oynamaya devam ettiler.
Bu hastalıklardan kurtulmadıkça ümmetin kurtuluşu, vahdeti mümkün değil. Kurtuluşun yolu da cehaleti bertaraf etmekten geçer. En büyük düşman cehalet.

 Batılılar ve onların yerli uşakları, satılmış yöneticiler Müslümanları cahil bırakmak, bilinçsiz kitleler haline dönüştürmek için her tür yola başvurmuş, büyük ödenekler ayırmışlardır. Bir zamanlar ilim, irfan, felsefe, bilim ve hikmetin öncüleri olan Müslümanlar, günümüzde dünya çapında bir âlim veya bilim adamı yetiştirmekten aciz hale gelmişlerdir. Cehalet, yoksulluk, parçalanmışlık içinde yaşayan; yeryüzünde kanları en ucuz kimseler haline gelen; kadınları, çocukları, gençleri katledilip şehirleri, kasabaları harabeye çevrilen; zenginlikleri yabancılar tarafından talan edilip bir avuç ekmeğe muhtaç duruma düşürülen Müslümanlar bu durumdan kurtulma çabası göstereceklerine zamanlarının çoğunu boş, gerekli işlerle heder etmekte, gelecekleri üzerinde akıl yürütmeyi birakin basit düzeyde  hayal dahi kuramamaktadırlar.

Büyük İslam Düşünürü Şehit Seyit Kutup, milliyetçilik hastalığının Müslümanlara batıdan bulaştığını belirtmektedir. Bu ölümcül hastalığın Fransız İhtilaline hayranlık duyan batıcı aydınların elleriyle Osmanlıya taşındığını, organizatörlerin bizzat Batılı devletler olduğunu ve bu sürecin Osmanlının yıkılışını hızlandırdığını söyleyen Şehit Seyit Kutup, Müslümanları barbar batının şu stratejisine karşı uyarmaktadır; böl, parçala, yut…

Tarihsel süreçte Mezhepler, birer düşünce ekolü olarak doğdular. Farklı oluşlarını delillerle savunma refleksi güçlü bir tartışma ve eleştiri kültürünü de beraberinde getirdi. Hem fıkhî hem de itikadî mezhepler bu güçlü tartışma ve delil üretme tarzıyla İslam’ın düşünce birikimini meydana getirdiler. Farklı mezheplerin oluşumuna imkân veren özgürlükçü bir ortam vardı. Bu ekoller üzerinden mezhepçilik yapılması Hz. Peygamberin vefatından yaklaşık 300 yıl sonraya denk düşer. Dinde birey olarak sadece Peygamber’e bir değer atfeden onun dışında bireyleri bağlı oldukları cemaat/mezhep/tarikat gibi kolektif kimlikler üzerinden değerlendiren mezhepçi/cemaatçi yapılar bu özgür düşünce iklimini öldürdü. Kimliğin öncelendiği hakikatin ötelendiği bu mezhebî kimliklerin bu tutumu Kur’an tarafından kınanmaktadır (30/Rum, 32).

Irak işgaliyle beraber Müslümanlar mezhepçilik fitnesiyle de tanıştılar. Batılılar milliyetçilik fitnesiyle yetinmeyip mezhepçilik fitnesini de yaydılar.
Müslümanların mezhepçilik ve milliyetçilik fitnesinden kurtulup çağdaş haçlılara karşı tekrar zafer kazanabilmeleri için Selahaddin gibi liderlere ihtiyacımız vardır. Mazlum Müslümanları Şii-Sünni demeden kucaklayan, İttihad-ı İslam için çırpınan, Ümmetin mazlumiyeti karşısında sabahlara kadar dua edip ağlayan Selahaddin gibi liderlere…

Kurtuluş, Müslümanların arasındaki kin ve düşmanlığı, nefreti artırmaya çalışmak; mezhep taassubunu din haline getirmek, ulusalcı çıkarları Ümmetin çıkarlarının önünde görmekle gerçekleşmez.

Müslümanların, ihtilaflarının üstesinden gelinmesi için sorunlarını Müslüman kardeşlik ruhu içinde çözmeli,tekfir, bid’at ve dalalet gibi ithamlardan uzak durmalı, çatışmalar ve anlaşmazlıkları çözme hususunda İslami edeb elden bırakılmamalı, İslami Vahdet Bilici ile Müslümanların birliğinin gerekliliği ve şeri bir gaye ile bir araya geldiklerini unutmamaları gerekir.

İslami Vahdetten maksad düşmanlık veya ötekinin aleyhinde bir araya gelmek degil, bilakis herkes için ortak olan hedeflere ulaşılması için iletişimin, işbirliğinin ve Vahdette yaşamanın teşvik edilmesi anlamına gelir.

Doğu Türkistan’da sıkıntılar yaşanırken işgal altındaki Filistin topraklarında da İsrail, Müslümanlara zulmetmeye devam etmektedir. Suriye’de , Irak'ta Yemen’de ve Libya'da  derenin kuşu derenin taşı ile vurulmaktadır. İslam coğrafyasındaki parçalanmışlık mutlaka giderilmelidir. Irkçılık ve mezhepçilik yapılarak bir yol alınamayacağı ortadadır.  

Ey Ortadoğu'nun huzurunu   terör devletlerinden isteyen  korkak ,iki yüzlü veya satılmış liderlerimiz!!!!!!

Biz dünyada hak ve adalet ekseninde tüm farklılıklarımızla birlikte barış içerisinde yaşamak istiyoruz. 

Biz dünyada Müslüman ya da gayrimüslim kimsenin saçının teline zarar gelmesin istiyoruz. 

Biz dünyada insanların hak ve hukukları gözetilmesi, kimseye ikinci sınıf muamele yapılmasın istiyoruz.  


Dünyanın herhangi bir yerinde bir insanımızın haksızlığa uğramasını istemiyorsak bunun yolu İslam ülkelerinin hak ve adalet ekseninde güç birlikteliği yapmasından geçer diyoruz. Dünyanın herhangi bir yerinde bir insanımızın haksızlığa uğramasını istemiyoruz ve  bunun yolunun tüm yeryüzünde adil bir düzenin kuruması için gayret etmekten geçer diyoruz. Allah, hak ve adaletin tesisi için atılan adımları boşa çıkarmayacaktır.”

Ümmetin Birliği için:

–Mezhepçilik,  Particilik,Irkçılık, Tekfircilik vb. hastalıklardan kurtulmalı ve ortak çizgide birleşmeliyiz .

– Tarihimizdeki ihtilaflı meseleleri ders almak koşulu ile  bir kenara bırakarak ortak paydalarda bir araya gelmeliyiz.

– Sırayla yerel, ulusal ve uluslararası arenada bu coğrafyanın sahipleri olan STK’lar  arasında diyalog sağlamalıyız. Unutmamalıyız ki; İslami STK lar arasında yerelde diyaloglar kurulmazsa ulusal düzeyde de kurulamaz, ulusal düzeyde kurulmazsa uluslararası diyaloglar hiç kurulamaz.

Ümmetin vahdet içerisinde kardeşliği tesis ettiği günleri yaşama temennisi ile…