Herkesin her şeyi bildiğini sandığı bir devirde, birilerine bildiklerinin yanlış olduğunu hatta biraz eksik olduğunu anlatmanın bile zorluğunu hepimiz biliyoruz. Bu gözle görülen elle tutulan ve artık reddedilmesi mümkün olmayan meselelerde de böyledir.

Garip bir kibrimiz var!

Kendi fikrimiz kadar bilgimizden de çok eminiz. Biz bir şeyi biliyorsak o öyledir, bizim bildiğimizden farklı olma ihtimali yoktur. Çok çaresiz kalır da yanlış bildiğimizi kabule edersek, bu da bizim eksiğimiz ya da yanlışımız değildir, birileri bize ya yalan söylemiş ya da eksik bilgi vermiştir.

Yoksa haşa; biz hiç yanlış bilir miyiz? Hiç yanlış yapar mıyız?

Bilgi bazında durumumuz bu olunca, kanaat ve algılarımız zaten tartışmaya kapalıdır. Kimse bizi yönlendiremez, bütün kanaatlerimizi kendi özgür irademiz ve kişisel araştırmalarımız sonucu elde etmişizdir.

Medyanın bütün araçlarıyla bizi yönlendirenler boşuna uğraşıyorlar.

Biz biziz ve bu bize yeter!

Toplumsal algılar, bütün yanlışlığına ve hatta yalanlığına rağmen tartışılamaz.

Aksini iddia eden kesin cahildir, habersizdir, o yüce toplumun seviyesinde değildir.

Politik tercihlere göre olayları yorumlamak gibi bir hastalığımız var ve bu bize en anlamsız yalanlara dahi inanma yetisi veriyor ya da yetersizliği…

Siyasi duruşumuza uygun yalanlar, inanılması en kolay yalanlar oluyor.

Tabi bir de yalan kalitesi çok yükseldi, bunu kabullenmek gerek. Artık yalanlar öyle ustaca söyleniyor ki, gerçekten ayırt etmek gerçeğin kendisini yaşayanlar için bile inanılması mümkün iddialar haline geliyor.

Gerçi, yalanların en tehlikelisi gerçeğe en yakın olanıdır ve sahteciliğin en korkuncu gerçeğine en çok benzeyenidir.

Hemen herkesin duyduğu anda, ‘olabilir’ intibaına kapıldığı yalanlar en kaliteli yalanlardır.

Bir de anlamak istemeyenler kısmımız var.

O tarafa ne kadar rüzgar estiğinin, ne kadar yağmur yağdığının hiçbir etkisi olmuyor; kuraklık devam ediyor. Hangi argümanlarla, hangi net gerçeği ortaya koyarsanız koyun aldırmıyoruz.

Anlamak istemeyene anlatmak kadar boş iş yok aslında ama yine de anlatmaktan geri duramıyoruz. Bu da bizim başka bir hastalığımız.

Bildiğimiz her doğruyu karşımıza çıkan, birazcık fırsat bulduğumuz herkese aktarmaya çalışıyoruz.

Devir, çok konuşmak ve az çalışmak devri…

İstisna edebileceklerimiz, sanırım ‘lütfen’ asgari ücretle günde ortalama 12 saat çalıştırılanlarımız var.

Oysa hayat kısa ve ölümden kaçış yok ve bir güzel insanın deyişiyle; “nefes alan her canlı göçmen değil midir?”