“Annem hep eve geç gelirdi. Geldiği zamanda da yorgun ve gergin olurdu. Bazen babam annemden erken gelirdi ve birlikte annemi beklerdik. Annemle vakit geçirip birlikte bir şeyler yapamazdık. Arkadaşlarımın evine gittiğimizde evden sıcacık yemek kokuları geliyordu. Ben hiç mis gibi yemek kokan ve annemin gülümseyerek kapıyı açtığı bir eve gelmedim. Bu sanki hayatımın en büyük özlemi gibi geliyor bana. Telâşsız, sakin, sevecen ve evde olan bir anne. Annemin çalışmasından nefret ettim. Keşke evimizde sadece bir çorba pişseydi fakat annem evde olsaydı dedim hep. Bizi kucaklayıp öpse, konuşsa, birlikte oyun oynasak ve zaman geçirseydik. Bu kadar yorgun olmasaydı belki bu kadar gergin de olmayacaktı, belki evde daha az kavga, daha çok huzur olurdu.”

Genç bir delikanlının içi yanarak ve özlemle söylediği bu sözler bir gerçeği ifade ediyordu. Gerek zaruret sebebiyle gerekse şahsın kendi tercihi ile girdiği çalışma hayatı, aile bireyleri ve aralarındaki iletişim ve paylaşım açısından artı ve eksileri olan bir durum. Toplumumuzda son zamanlarda hanımefendilerin çalışma hayatına atılması hem teşvik ediliyor ve destekleniyor hem de talep görüyor. Sosyal hayata atılmanın insanı geliştiren, daha dikkatli, daha uyanık tutan ve ekonomik yönden de kazandıran etkisi yanında, kimileri için evde görülemeyen değeri ve itibarı görerek insan olduğunu ve hayata değer katabileceğini görmek; farkında olmadan insanı çalışma hayatına bağlayacak bir durum. Bunun yanında, evde eşine verdiği üç beş kuruşun hesabını soran beyefendiler yüzünden, “Ben de çalışayım da elime para geçsin, eşimin eline bakmayayım” anlayışı da çalışmaya sevk eden hususlardan birisi diye düşünüyorum. Bunlara ilâveten, “Bunca yıl okudum boşuna mı gitsin?” “Ben çocuk yetiştirmekle mi hayatımı geçireceğim?” diyenler, “Ben seni bunca emekle okuttum, çalışmazsan hakkımı helâl etmem” diyen babalar ve anneler, çalışma hayatına sevk eden unsurlar arasında.

Hanımefendilerin çalışması; çocukların mağduriyeti, eşler arası paylaşımın azalması, kazanılan paranın tasarrufu gibi konularda sıkıntılar çıkarabiliyor. Aslında çalışmak her insanın kendisine ve topluma karşı borcudur. Her insanın mutlaka üretebileceği ve insanların hizmetine sunabileceği hizmetleri ve değerleri vardır. Bunu aktifleştirmek Allah’a (c.c) ve topluma karşı borcudur. Sadece bunu yaparken, dengeleri korumak ve yıpratan bir sürece dönüşmemesi için gayret etmek gerekir. Bir hanımefendinin bu dünyaya yapacağı en önemli katkı, aklı gelişmiş, düşünebilen, fikir üretebilen, sınırlarını ve haddini bilen evlâtlar yetiştirebilmesidir. Bu en önemli görev aksatıldığında, buna engel olan ne varsa sorgulanmalıdır. Çocuğun hayatını şekillendiren etkilenmeler, (mecbur kalınan durumlar dışında) annesiyle paylaşımları sonucunda oluşmalı anneanne, babaanne ya da bakıcılarıyla yaşadıklarından değil.

Her hanımefendinin (ana eksenden kaymadan) tahsilini tamamlaması, çalışması ve farklı alanlarda çalışmalar yapması; her insanın hem ihtiyacı hem de görevidir. Bunun için çocuk sayısını azaltmadan, çocukları ve diğer aile bireylerini mağdur etmeden, çalışma hayatına girmekte acele etmeden (çocukları büyüttükten sonra) çalışmalı ve desteklenmeli. Dengeler, ihtiyaçlar doğru giderildiğinde sağlanır. Her doğru adım da dengeye bir katkıdır.