Yazının başlığındaki ibare bana aid değil.. TRT’deki ‘Büyük Selçuklu’ dizisindeki bir ârif kişinin bir ‘savaşçı’ya söylediği sözdür.

***

Fransa, B. Amerika, Avusturya, Hollanda, Yunanistan, Ermenistan, Suriye’de Beşşâr Esed ve Mısır’da General Sisî, BAE ve Suûdî rejimleri’ derken, sonunda, Türkiye konusunda AB’de, diğerlerine göre daha mutedil bir görüntü vermeye çalışan Almanya da, İtalya ve Yunanistan’la işbirliği yaparak Türkiye’ye karşı düşmanca bir tavır sergiledi ve uluslararası hukukta kabul edilen kurallara aldırmadan ‘Türkiye bandıralı ve bayraklı’ bir yük gemisinde, uluslararası sularda korsan bir arama yaptırdı. ‘Korsan baskın’, çünkü, uluslararası kurallara göre, uluslararası sulardaki bir geminin aranması için, bayrağını taşıdığı ülkeden, ‘bayrak devleti’nden izin alınması şart iken, ‘bayrak devleti’ olan Türkiye’den böyle bir izin alınmadı.

(Bu ‘bayrak devleti’ Uluslararası Deniz Hukuku’nda özel bir terim.. Mülkiyetinin o devlete aid olması şart olmayıp, o ilkenin limanlarından birindeki deniz seyr-i seferi sicilinde, kayıtlı olması yetiyor.)

***

Evet, aramayı yapan, Hamburg isimli bir alman kruvazörü.. Savaş gemisinin komutanı da bir Yunan subayı.. Avrupa Birliği adına ve BM. Güvenlik Konseyi kararlarının uygulanması ve Libya’ya kanunsuz silah ve teçhizatı ulaştırılması veya insan kaçakçılığını önlemek için düzenlendiği ileri sürülen ‘İrini Harekâtı’ çerçevesinde, ‘bayrak devleti’nden, Türkiye’den izin alınmadan bir korsan baskını söz konusu..

Dün, ‘İrini Harekâtı Komuta Merkezi’ adına yapılan açıklamada, ‘Bayrak devleti, geminin incelenmesine izin vermediğini bildirdiğinde, Harekât, gemide hiçbir illegal malzeme izine rastlanmayan arama faaliyetini durdurdu’ deniliyor ve uluslararası sularda gerçekleşen bu faaliyetin, ‘operasyon yetkisinin bir parçası olduğu’ ileri sürülüyordu.

Bununla, BM tarafından da kanunî yönetim olarak kabul edilen Libya hükûmeti’ne karşı, AB, üstelik, NATO ve dolayısiyle Türkiye ile istişare etmeden yaptırmıştır, bu korsanlığı..

***

Esasen, ‘İrini Harekâtı’nın hedefinin, AB ülkelerinin siyasetlerine uygun olarak Libya’daki ayrılıkçı ve isyancı General Hafter’i himaye etmek ve Türkiye’yi geriletmek olduğu biliniyor. Çünkü, bunca kanlı çatışmalardan sonra, Libya’da fiilen kazanan tarafın, mevcud legal /kanunî hükûmet ve onu destekleyen Türkiye olduğunun rahatsızlığı, emperial medya organlarındaki yorumlarda da görülüyor.

Ki, Libya’daki kanunî yönetimin başında bulunan Serrâc’ın Ekim ayı sonunda istifa edeceğinin açıklanmasından sonra, devreye Başkan Erdoğan’ın girip, Serrâc’ı istifadan vazgeçirmesi de, kendi menfaatlerini Hafter’in kazanmasında gören AB ülkeleriyle, Rusya, Mısır, Suudî ve BAE hükûmetlerinde de ayrı bir rahatsızlık ve hayal kırıklığı meydana getirdi.

Bu neticede, Libya ile, 100 yıl öncesine kadar, asırlarca birlikte olmanın gönül birliğinin rolü açık..

Bu son korsanlık da, Türkiye’ye haddini bildirmek isteğinden kaynaklanıyor. Ki, gerek Macron, gerekse Pompeo daha geçen hafta, Türkiye’nin bölgesinde, ‘askerî güçlerini kullanmaktaki agresifliğinden vazgeçirilmesi’ konusunu dillendiriyorlardı. Yani, onlar lisan-ı hal ile, ‘Türkiye, ancak bizim söz sahibi olabileceğimiz alanlarda at koşturuyor..’ diyorlardı.

***

Bundan sonra, üzerinde durulması gereken asıl konu, bu yol bir kez açılırsa, ‘Türkiye’nin elinin de bağlı olmadığı ve diplomaside bir hak olarak kabul edilen ‘mukabele-i bilmisl’ imkânının olduğudur. Ki, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun ‘Cevabımız sahada olacaktır..’ şeklindeki beyanı, bu çetin, ama, baş eğmeyen, izzetli yolun düşünüldüğünü gösteriyor. Aksi halde, uluslararası sularda daha başka korsanlıklarla da karşılaşmak yolu açılır.

***

Bu vesileyle hatırlayalım ki, sionist İsrail rejiminin Gazze’ye uyguladığı ambargoyu kırmak için, Türkiye’den yola çıkan ‘Mavi Marmara’ gemisine, İsrail rejimi, 10 yıl önce Akdeniz’de ve uluslararası sularda müdahalede bulunmuş ve bu gemideki çeşitli ülkelerden silahsız olarak bulunan yüzlerce ‘insan hakları aktivisti’nden 12 TC vatandaşı da katledilmişti. Bu ‘şehîd’lerin hesabı henüz de sorulamadı..

***

Türkiye, jeo-politik, stratejik ve tarihî konumu itibariyle, bu bölgede en hassas ve bütün gelişmelerin etrafında şekilleneceği bir güç odağı olarak yükselirken..

Ana Muhalefet’in Dış İlişkilerden Sorumlu Gen. Başk. Yard. Ünal Çeviköz, (ki, bu kişi, birkaç yıl öncesine kadar, Türkiye’yi dış ülkelerde elçi olarak temsil ediyordu) ‘Türkiye'nin 2021'de Dış Politika Öncelikleri’ başlıklı bir online panelinde, Joe Biden’ın, ‘Amerika’yla ilişkileri onarmak için Türkiye’ye, Trump’ın önermediği neleri önerebileceğisorusuna ‘Demokrasi’ cevabı vermesi ve 10 ay kadar öncelerde, ‘Erdoğan’ın demokratik yolla düşürülmesi için içerdeki muhalefetle işbirliği yapılması’ndan söz eden Biden’a nasıl umut bağladıklarını göstermesi açısından ilginç bir tablo oluşturuyor.

Bu kişinin, ayrıca, Biden Yönetimi sırasında, ‘Türkiye’deki S-400' füzelerinin aktif hale getirilmemesi seçeneği’nin gündeme geleceği ihtimalini veya bunun, ‘CHP'nin liderlik edeceği bir sonraki hükûmetin (!?) gündemine kesinlikle geleceğini’ söylemesi ve, ülkede hangi güç odaklarının, -Osmanlı’dan sonraki 100 yıl boyunca olduğu gibi-, emperyalist odakların emrinde bir siyaset izlemek istediğini göstermesi ilginçtir.

***

Türkiye düşmanlığı’nın bir diğer bayrakdarı olan Fransa Başkanı Macron’un da, Türkiye’nin Libya’da, Suriye’de, Azerbaycan’da ve hele de Fransa’nın manyetik çekim alanı olan Afrika ülkelerinde etkili olmasını ve İslamofobia’yı da Erdoğan’la özdeşleştirmesi; zayıflanılan değil, güçlenilen bir zamanda olunduğunu göstermekte olup, evet, ‘Arkasından 40 iti havlatmayan kurt’ kurt değildir!’ atasözünü bir daha hatırlatmıyor mu?