Aslına Tekrar Kavuşmanın Sancılarını Çekiyor..

Bugünlerde Ayasofya Mâbedi üzerinde konuşuluyor, içerde de, dışarda da.. İçerdekilerden niceleri de dışardaki şerr güçlerle koro halinde, Venizelos ve o dönemin Yunan Dışbakanı Baltacis’in, Lozan’dan sonrasından beri, birilerine gönderdikleri ‘İnkilabınızı taclandırmak için Ayasofya’yı aslî şekline iade etmenizi bekliyoruz..’ gibi telgraflarındaki lafları ediyorlar.

***

Ayasofya, yapılışında geçerli olan ilahî şeriatin, Hz. Îsâ (a) şeriatinin dünyadaki en yüce bir mâbediydi. Doğu Roma İmparatoru Justinien tarafından milâdî takvimin 530’lu yıllarında yaptırılmıştı. Ve henüz Hz. Resul-i Ekrem (S)’in dünyayı teşrifinden 35, İlâhî Risalet’le vazifelendirilmesinden de 75 sene öncesiydi. Yani, Hz. İsâ (a)’nın elinen sunulan ‘Tevhîd’ inancının bağlılarının bulunması henüz de mümkün olan bir zaman dilimindeki bir ilâhî mâbed.. Çünkü, Hz. Îsâ’nın şeriati de İslam şeriatiydi ve o şeriat, henüz, Hz. Peygamber (S) eliyle yenilenmemişti. Bu açıdan, Ayasofya, yapılışında bir İslâm mâbediydi diyebiliriz.

Unutmayalım ki, Kur’an’da, nâzil olduğu zaman için bir istisna getirmeksizin, sadece Mescidler değil, Manastırlar, Sinagog ve Kiliseler de, içinde Allah’ın adının çokça anıldığı yerler olarak tekrim ile anlatılmaktadır. (Hacc Sûresi, 40. Âyet meâli..)

***

Ama, o ulu mâbed, sonra Haçlı Orduları denen haydutlar taifesinin saldırısına uğradı, sadece İstanbul yağmalanmakla kalmadı, hattâ, o ilâhî mâbed, bir putperestlik mekânından da öte, ahlâksızlık yuvasına da dönüştürülmüştü.

Ayasofya’nın sembolü olduğu kutsal bilgi’ye, (bazılarına göre ‘vahy-i ilâhî’ mânâsına da gelen) ismine bile karşı olanlar, hep pusuda beklemişlerdir, tarih boyunca.. Evet, ‘Kutsal bilgi’ gibi mânâsında, grekçede..

***

Bütün Enbiyaullah (İlâhî Peygamberler) eliyle, bütün insanlara Hz. Îsâ aracılığıyla sunulan İlâhî şeriatin bir yüce mâbedi olan Ayasofya; milâdî takvimin 610’uncu yılından itibaren, Resul-i Ekrem (S)’in aracılığıyla yenilenmeye başlamasından sonra ise, Tevhîd inancına direnen firavnî ve karanlık güçlerin eline geçmişti, 860 sene kadar..

Ve bugün olduğu gibi, ö günün dünyasında da en önemli stratejik noktalardan birisi olan Konstantıniyye ve oradaki büyük mâbed Ayasofya, kurtarılmayı bekliyordu. Bunun içindir ki, Emevîler zamanında büyük sahabe Ebâ Eyyûb- el’Ensarî’nin de 85 yaşındayken katıldığı bir Müslüman Ordusu İstanbul surları dibine kadar gelebildiği halde, fetih müyesser olmamıştı. Çünkü, gereken bedeller ödenmeliydi.

***

Fetih basit bir hadise, bir savaşta zafer kazanmak ve bir şehir, bir coğrafya, veya bir ülkenin ele geçirilmesi, bir devlet veya tahakküm gücünün yıkılması değildi. Çünkü, İslam’da cihadın hedefi, ‘İlâ’y-ı Kelimetullah’tır, Allah’ın dinini yüceltmektir. Maddî kazanımlar, o hedefin hedefi değil, ancak sonucu olarak değerlendirilebilir.

Bu bakımdan, 21 yaşındaki bir genç mücahid hükümdarın, ‘fethi mubîn’in kumandanını iyi anlamak gerekir. Ayasofya, fetih ile, aslî mahiyet ve fonksiyonuna kavuşmuştu.

Onun ‘Avnî’ mahlâsıyla yazdığı şu şiirin ruhunu kavrayamayanlar onu, hasımlarını maddî gücüne dayanarak yenmekte maharetli sıradan bir savaşçı sanabilirler.

Onun kalbini ve beynini harekete geçiren asıl cevherin ne olduğunu anlamak isteyenler bu şiiri derinlemesine düşünmelidirler.

İmtisâl-i câhidû f’illâh olubdur niyyetüm

Dîn-i İslâm’ın mücerred gayretidür, gayretüm

Fazl-ı Haqq’ u himmet-i cund-i ricâlullâh ile

Ehl-i kufri ser-tâ-ser kahr eylemekdür niyyetüm

(Allah yolunda cihadda örnek olmaktır niyetim;

Benim gayretim, (sadece) İslâm’ın gayretidir,gücüdür.

Haq’ın fazileti ve Allah erlerinin, askerlerinin himmetiyle,

Kâfirleri baştan başa kahreylemektir niyetim.) (…)’

Evet, Ayasofya Mes’elesine temel bakış açımızı, Fâtih’in bakış açısına ayarlamadığımız takdirde bu konuyu kavrayamayız.