İşte o yazı...

Neden bu hale geldik?

“Eskiden nasıl insanlardık” dedik, birkaç gün içinde özetlemeye çalıştık. Sıra ikinci soruda: “Bugün nasıl insanlarız?”

İtiraf etmeli ki, biraz kırık dökük, biraz yıkık, biraz ürkek, güvensiz insanlara dönüştük. Bu dönüşümün uzun bir hikâyesi var. Kanunlar elverdiği ölçüde anlatmayı deneyelim…

Batılı olmak, bize çok pahalıya patladı. Kılık kıyafetimizi benzetsek de iç âlemimizi benzetemedik. Çelişkiler girdabına düştük. Âkifbir şiirinde tam da bunu anlatıyor:

“İnkılâp ümmetinin şanı yakıp yıkmaktır,

“Size çılgın demeyen varsa kuzum, ahmaktır!..

“Yıkmak insanlara yapmak gibi kıymet mi verir?..

“Onu en çolpa herifler de emin ol becerir...

“Sade sen gösteriver ‘işte budur kubbe’ diye,

“İki ırgatla iner şimdi koca Süleymaniye...

“Ama ‘gel kaldıralım’ dendi mi, heyhat, o zaman,

“Bir Süleyman daha lâzım yeniden, bir de Sinan!”

“Eski” adına ne varsa yerle bir edilmeliydi ki, enkazın üzerinde yeni bir sistem kurulabilsin!

Yeni devletin telâkkileri gibi insanları da “modern” olacaktı. Örnek vardı: Avrupa... Her vesileyle kuyumuzu kazan, her fırsatta haçlı güruhunu üzerimize saldırtan Avrupa... Onun gibi giyinecek, onun yazısıyla yazacak, kendi kültür kaynaklarımıza sırt çevirip tarihimizi inkâr ederek onun kaynaklarına yönelecektik. Papa’nın teklifini kabul edip Hıristiyan olmadığı için Fatih’i kınayacak, Yavuz’u “kanlı katil” ilân edecek, Kanuni’ye iftira atacak, oğlu II. Selim’e “sarhoş” damgası vuracak, II. Abdülhamid’e Ermeni komitacıları ağzıyla “Kızıl Sultan”,Vahideddin’e “hain” diyecek, bütün tarihi “hanedan tarihi” ilân edip kendimize Etiler’den, Sümer’lerden, Moğol’lardan ecdat arayışına çıkacaktık.

Vesikalar, vakıalar önemsizdi. Nazarlarında tarih, bir ilim değil, bir sanattı. Objektif olmasının önemi yoktu. Sadece “millî” olmalıydı. Bunun için de “dinî” unsurlardan ayıklanması gerekiyordu. Yani geçmiş reddediliyor, yok ediliyor, “yok”un üzerine geleceği inşa etmek gibi imkânsız bir hayalin peşinde koşuluyordu. Artık “Din yok milliyet var”dı!

Şimdi gelin, Prof. İlter Turan’ın, eski üniversitelerde (hâlâ da okutuluyor olabilir) okutulan ders kitabından, neler yapıldığını takibe çalışalım:

1. Türk Devleti, kanunlarla ıslahat yapmak yerine, din esaslarına dayanmayan Batı devletleri kanunlarını doğrudan kabul ederek, dinin siyasî hayat üzerindeki etkisini bertaraf etme yoluna gitti. Bu suretle siyasî hayat üzerinde büyük nüfuz sahibi olan din âlimleri [ulema] sınıfının da otorite kaynağını ortadan kaldırdı. Kanunların halk tarafından benimsenmesi için, bu kanunların şu veya bu ülkeden aktarıldığı üzerinde durulmadı, kamuoyuna “uygar ülkelerin kanunları” diye takdim edildi. 

2. Millî devlet, tekkeleri kapatarak ve tarikat faaliyetlerini yasaklayarak, bölücü ve devlet otoritesini zayıflatıcı niteliklerini asgariye indirmeye çalıştı.

3. Memlekette kullanılan kıyafetlerin Batı memleketlerinde kullanılanlardan ayrı oluşu, Batılılaşma çabasında olan bir toplumun bu yolu benimsemesine psikolojik bir engel teşkil ediyordu. Ayrıca Batı âdetlerini benimsemiş aydınların Avrupalı kıyafetlerle gezmeleri yanında geleneksel kostümlerin kullanılışı, zaten mevcut olan halk ayırımını kuvvetlendirici ve görülebilir şekle sokacak nitelikteydi.

Millî devlet, sosyal ayırımları görünebilir ve sembolik şekilde ifade eden kıyafetlerin giyilmesini yasaklayarak, yerlerine herkesçe giyilebilecek kıyafetlerin giyilmesini sağlamaya çalışarak, bu ayırımların zayıflamasına çalışmıştır.”