Filistin’de Siyonist işgali başlatan Balfour Deklarasyonu 2 Kasım 1917'de yayınlandı.
Eski ABD Başkanı ve Cumhuriyetçi aday Donald Trump, aynı gün, deklarasyonun tam 100. yıl dönümünde Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıdıklarını ilan etmişti.
Bildirge, Siyonistlerin Filistin'de bir Yahudi devleti kurma hedefini hayata geçirmek isteyen İngiltere'nin orada "Yahudi halkı için ulusal bir yurt" kurma sözü vermesini içeriyordu.
İngiltere’nin bu vaadi, Nekbe’nin (Filistin'de 1948'de etnik temizlik yapılması) katalizörü olarak görülüyor.
Balfour Deklarasyonu nedir?
Balfour Deklarasyonu, İngiltere'nin 1917'de Filistin'de "Yahudi halkı için ulusal bir yurt" kurma amacını ilan eden açık bir sözüydü.
Açıklama, dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Balfour'un, İngiliz Yahudi Cemaati'nin önde gelen isimlerinden Lionel Walter Rothschild'e hitaben yazdığı bir mektup şeklinde geldi.
2 Kasım 1917'de İngiliz Dışişleri Bakan Balfour'un , Lord Rothschild'e ileride "Balfour Deklarasyonu" olarak anılacak şu mektubu gönderir:
"Sevgili Lord Rothschild,
Majestelerinin hükümeti adına. Kabineye sunulup onaylanan Musevi-Siyonist özlemlerine sempati ile bakan aşağıdaki bildiriyi size takdim etmekten büyük mutluluk duymaktayım: Majestelerinin hükümeti Musevi halkı için Filistin'de bir milli yurt kurulmasını olumlu mütalaa etmekte ve gerek herhangi bir ülkedeki Musevilerin statülerine ve haklarına gerek de Filistin'de yaşayan Musevi olmayan cemaatlerin medeni ve dini haklarına halel getirmeyecek şekilde elinden gelen bütün imkanları, bu amacın elde edilmesinde kullanmayı kolaylaştıracağını belirtmektedir."
Bildirgenin kararlaştırıldığı jabine toplantısı sırasında İsrail'in ilk devlet başkanı olacak Weizmann, kapıda beklemektedir. Toplantının sonuna doğru Sykes, elinde evrakla dışarı çıkar. "Dr. Weizmann, bir oğlunuz oldu!"
Weizmann, batıralarında şöyle yazar: "Eh, ilk önce çocuğu sevmedim. Benim beklediğim değildi. Fakat bunun büyük bir olay olduğunu biliyordum. Önümüzde, yeni dertlerle, ancak büyük hazlada dolu yeni bir dönem açılıyordu".
MANDA SİSTEMİ VE BALFOUR DEKLARASYONU
I. Dünya Savaşı (1914-1918) sırasında yapılmış ve Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasının ardından İngiliz Filistin Mandası şartlarına dahil edilmiştir.
İtilaf Devletleri tarafından kurulan sözde manda sistemi, sömürgeciliğin ve işgalin ince örtülü bir biçimiydi.
Sistem, savaşta yenilen devletlerin (Almanya , Avusturya-Macaristan, Osmanlı İmparatorluğu ve Bulgaristan ) daha önce kontrol ettikleri toprakların yönetimini galip devletlere devrediyordu.
Manda sisteminin açıklanan amacı, savaşın galiplerinin, yeni kurulan devletleri bağımsızlıklarına kavuşuncaya kadar yönetmelerine olanak sağlamaktı.
Ancak Filistin vakası benzersizdi. Savaş sonrası diğer mandaların aksine, oradaki İngiliz Mandası'nın temel amacı, Yahudilerin o dönemde nüfusun yüzde 10'undan azını oluşturduğu bir Yahudi "ulusal yurdu" kurulması için koşulları yaratmaktı.
Mandanın başlamasıyla birlikte İngilizler, Avrupalı Yahudilerin Filistin'e göçünü kolaylaştırmaya başladı. 1922 ile 1935 yılları arasında Yahudi nüfusu toplam nüfusun yüzde dokuzundan yaklaşık yüzde 27'sine yükseldi.
Balfour Deklarasyonu, “Filistin’de mevcut Yahudi olmayan toplumların medeni ve dini haklarına zarar verebilecek hiçbir şey yapılmayacaktır” uyarısını içermesine rağmen, İngiliz manda yönetimi, Yahudilere Filistinli Araplar aleyhine kendi kendilerini yönetmeleri için gerekli araçları sağlayacak şekilde kurulmuştu.
Deklerasyonda İngiltere'nin tek taraflı olarak vaatte bulunmasıysa dikkat çeken bir husustu.
Filistin asıllı Amerikalı akademisyen merhum Edward Said'in ifadesiyle Balfour Deklarasyonu: "Avrupalı bir güç tarafından ... Avrupalı olmayan bir toprak parçası üzerinde ... o topraklarda yaşayan yerli çoğunluğun hem varlığı hem de istekleri tamamen hiçe sayılarak yapılmış bir şeydi".
Tarih, eğitim ve Orta Doğu çalışmalarıyla tanınan Arap âlimi Abdüllatîf et-Tîbâvî ise deklarasyonu "Bir gücün (İngiltere), hükümranlığı hukuken başka bir devlete (Osmanlı) ait olan bir toprağı, bir milletten (Filistinli Araplardan) alıp bir başka millete (Yahudilere) devretmeyi kabullenmesi" şeklinde değerlendirir.
Balfour Deklarasyonu özünde Yahudilere nüfusun yüzde 90'ından fazlasının yerlilerden oluştuğu bir toprak vaat ediyordu.
1919 yılında dönemin ABD Başkanı Woodrow Wilson, Suriye ve Filistin'deki mandacılık sistemi hakkında kamuoyunun görüşünü araştırmak üzere bir komisyon kurdu.
Soruşturma King-Crane komisyonu olarak biliniyordu. Filistinlilerin çoğunluğunun Siyonizme karşı güçlü bir muhalefet ifade ettiğini buldu ve komisyonun yöneticilerini yetkinin amacının değiştirilmesini tavsiye etmeye yöneltti.
Filistinli siyasetçi ve milliyetçi merhum Avni Abdülhadi, anılarında Balfour Deklarasyonu'nu kınayarak, bunun Filistin üzerinde hiçbir hakkı olmayan bir İngiliz yabancı tarafından, Filistin üzerinde hiçbir hakkı olmayan yabancı bir Yahudi'ye yapıldığını söyledi.
1920 yılında Hayfa'da toplanan Üçüncü Filistin Kongresi, İngiliz hükümetinin Siyonist projeyi destekleme planlarını kınadı ve bildiriyi uluslararası hukukun ve yerli halkın haklarının ihlali olarak reddetti.
Ancak Filistinlilerin bildirge hakkındaki görüşlerini anlamak için diğer önemli kaynak olan basın, 1914'te savaşın başlangıcında Osmanlılar tarafından kapatıldı ve ancak 1919'da, İngiliz askeri sansürü altında yeniden yayınlanmaya başladı.
Kasım 1919'da Şam merkezli el-İstiqlal el-Arabi (Arap bağımsızlığı) gazetesi yeniden açıldığında, bir makalede, Balfour Deklarasyonu'nun ikinci yıldönümü dolayısıyla Londra'da bir Yahudi bakanı olan Herbert Samuel'in yaptığı bir konuşmaya cevaben şöyle deniyordu: "Ülkemiz Arap'tır, Filistin Arap'tır ve Filistin Arap kalmalıdır."
Balfour Deklarasyonu ve İngiliz Mandası'ndan önce bile, Arap dünyasının gazeteleri Siyonist hareketin amaçları ve Filistinlileri topraklarından çıkarmanın olası sonuçları konusunda uyarılarda bulunuyordu.
Peki bunun arkasında başka kimler vardı?
Balfour Deklarasyonu'ndan genel olarak İngiltere sorumlu tutulsa da bu açıklamanın I. Dünya Savaşı sırasında diğer Müttefik güçlerin önceden onayı olmaksızın yapılmamış olması önemlidir.
Eylül 1917'deki bir Savaş Kabinesi toplantısında, İngiliz bakanlar "herhangi bir açıklama yapılmadan önce Başkan Wilson'ın görüşlerinin alınması gerektiğine" karar verdiler. Gerçekten de kabinenin 4 Ekim tarihli tutanaklarına göre, bakanlar Arthur Balfour'un Wilson'ın "hareketi son derece olumlu karşıladığını" teyit ettiğini hatırlattılar.
Balfour Deklarasyonu'nun yayınlanmasından önce Fransa da olaya dahil olmuş ve desteğini açıklamıştı.
Fransız diplomat Jules Cambon'un, Polonyalı Siyonist Nahum Sokolow'a yazdığı Mayıs 1917 tarihli mektupta , Fransız hükümetinin "Filistin'deki Yahudi sömürgeciliğine" ilişkin olumlu görüşleri dile getiriliyordu.
Mektupta "İsrail halkının yüzyıllar önce sürgün edildiği bu Topraklarda, Müttefik Devletlerin korumasıyla Yahudi vatandaşlığının yeniden canlanmasına yardımcı olmak, bir adalet ve tazminat eylemi olacaktır" ifadesi yer aldı ve Balfour Deklarasyonu'nun habercisi olarak görüldü.
Filistinliler üzerinde nasıl bir etkisi oldu?
Balfour Deklarasyonu, İngilizler tarafından eğitilen Siyonist silahlı grupların 750.000'den fazla Filistinliyi zorla topraklarından sürdüğü 1948 Filistin Nekbesi'nin habercisi olarak kabul ediliyor.
Savaş Kabinesi içindeki bazı muhalefete rağmen böyle bir sonucun muhtemel olduğunu öngören İngiliz hükümeti yine de bildirgeyi yayınlamayı tercih etti.
İngiliz Mandası'nın Yahudi azınlığın Filistin'de üstünlük elde etmesi ve Filistinli Araplar aleyhine kendi devletlerini kurması için gerekli koşulları yarattığına şüphe yoktur.
İngilizler 1947 yılında Filistin mandasını sonlandırıp Filistin sorununu Birleşmiş Milletler'e devretmeye karar verdiklerinde, Yahudilerin II. Dünya Savaşı'nda İngilizlerle birlikte savaşmak üzere eğitilip oluşturulmuş silahlı paramiliter gruplardan oluşan bir orduları vardı.
Daha da önemlisi, İngilizler Yahudilerin, kendilerini bir devlete hazırlamaları için Yahudi Ajansı gibi özyönetim kurumları kurmalarına izin verirken, Filistinlilerin bunu yapması yasaktı; bu da 1948'de Filistin'de etnik temizlik yapılmasının önünü açtı.