1 Mayıs İşçi Bayramı mı, Bahar Bayramı mı?

İşçi bayramı diyorsanız, “İşçi” bir sınıfı mı ifade ediyor. Tabi, Kapitalizm ya da sermaye bir sınıfı ifade ediyorsa, işçiler de bir sınıftır.

Bu sınıf temelli düşünce Sovyetlerin dağılması ile sona ermedi mi? İşçiler küçük tasarruflarını artık Forex’de değerlendiriyorlar.

Nerde kaldı o eski anti Kapitalist, anti Emperyalistler. “Kanlı 1 Mayıs”ta Taksim’dekilerle, bugün Taksim’e çıkmak isteyenlerin onlarla ne alakası var.

Sahi, DİSK ve TÜRK-İŞ, TİSK yani Türkiye İşverenler Sendikası Konfederasyonu ile el ele, kol kola değil mi idi. Dostlar alışverişte görsün kabilinden yapılan bir iş bugün yapılan. Sahi Özdemir Sabancı’yı kim niçin vurmuştu. Özdemir Bey “Kapitalist” idi onlara göre, Onu vuran da “Anti Kapitalist” olmalıydı değil mi! Birileri 1 Mayıs’ta bir “Gezi Parkı” olayı çıkartsa herhalde çok mutlu olurdu!  

Sahi o 1 Mayıs’ta Taksim’e çıkanlar NATO’ya karşıydılar, 6. Filo İstanbul’a geldiğinde sokaklardaydılar. Ama Fehriye Erdal hanım işini bitirdikten sonra nereye kaçtı biliyor musunuz, Avrupa’ya! Hem de NATO karargâhının bulunduğu Brüksel’e!

Bugünlerde, bu günleri kim niçin kutluyor baktınız mı? Kürdü farklı, Türkü farklı, sağcısı farklı, solcusu farklı, Alevi’si farklı Sünni’si farklı.. Kimi Aşura diyor, kimi bahar bayramı, kimi Newruz diyor.

Hani herkes “Bayram” diye kutladığını söylüyor da, meydanlara hakim olan, kin, intikam ve öfke. Sıkılan yumruklarla, tehditkâr sözler ve meydan okumalar!

Bayram ve öfke! Bayramlar barışmak için, kucaklaşmak için bir vesile olacaktı hani. Birileri bayramları bile kavga vesilesi sayıyorsa, onlara dikkat etmek gerek.

Neyse ki önümüzdeki hafta başında Ramazan başlıyor.

Sormak gerek, niyetiniz üzüm yemek mi, bağcı dövmek mi?

Aslında “kamusal düzen” kaygısı olmasa, daha geniş katılımla kutlanır bu günler. Ama bir yandan PKK, öte yandan sol-sosyalist gruplar, ona yetmezmiş gibi yangına körükle giden FETÖ’cüler hepsi birden yangına gidercesine körüklerini kuşanınca insanlar endişeleniyor elbette.

1 Mayıs’ı nasıl kutlayacaklar. Söyleyeyim: O malum, işgalci Rus generallerin de içinde heykellerinin bulunduğu Taksim Anıtına çelenk koyacaklar. Sonra slogan atıp bildiri okuyacaklar, “selamlama”(!?) konuşmaları yapacaklar ve bitecek. Peki, fotoğraf sergisi, film haftası, belgesel, sanatsal etkinlikler, işçilerle ilgili, çalışma ekonomisi ile ilgili, emeğin kalitesini, maliyetini ve verimliliğini konu alan ilmi çalışmalar yayınlanacak mı? Bu kutlamalarda, mesela humanoid, yani insanımsı robotlar konusunda kimse bir şey söyleyecek mi? Ya da “Genomikler, Siborg’lar” konusunda sendikalarımız ne düşünüyorlar.

Bir yandan sınıf sendikacılığı, öte yandan ücret sendikacılığı! Al birini vur ötekine. Emeğin kalitesi ve verimliliğinin ürün fiyatlarının belirlenmesindeki ağırlığı ve bunun ihracata, rekabete olumlu ya da olumsuz etkisi konusunda bir düşünceleri var mı? Yatırım ve istihdam nasıl büyütülecek? Bu sadece işadamları ve devletin sorunu mu?

1 Mayıs her sene hem devlet için hem de esnaf için korku vesilesi olmuştur. Korku ve bayram! Bu ikisi bir arada olmamalı. Bayram diye meydanlara dökülenler, arkalarında bir çöplük ve enkaz bırakıyorlar.

Tabi, Taksim’e 300 kişi çıksa 30 dakikada 3000 kişi olur. İyi fotoğraf verirler. Ulaşım imkânları daha iyi. Zaten metro çıkışında toplansanız metrodan çıkanlar bile ciddi bir kalabalık oluşturur.

Her şey değişirken, kavramlar ve kurumlar yeniden tanımlanırken, aslında birçok şeyin yeniden düşünülmesi gerek. Bu işle övgü ve sövgü konusu olmaktan çıkarılmalı artık. İçi boş mefahirlerle sadece kendimizi kandırırız. Kamplaştırıcı, kutuplaştırıcı, çatıştırıcı, kışkırtıcı eylem ve söylemlerden uzak durmamız gerek. Birileri din, mezhep, ideoloji, politik, felsefi ve vicdani kanaat farklılıklarına rağmen barış içinde bir arada yaşamanın bir yolunu bulmamız gerekirken bile, öfke üreten yaklaşımlar aslında çözümün değil, çözümsüzlüğün adresi oluyor.

Kibriti gözümüze çok yaklaştırınca, arkasında bir ormanı kaybedebiliriz.. Böyle sembolik günler ve sembolik logolar vicdani tatmin için yeterli olabiliyor ama bunların pratik hayatta kalıcı bir etkisi yoktur.

Bizim sağcımız da, solcumuz da, aynı hastalıkla malul. Kimi din, kimi ideoloji, kimi gelenek, kimi mefahir üzerinden aslında aynı şeyleri yapmaya çalışıyor. Kurtuluş, ya da hedefe varmak için onun lideri, örgütü, ideolojisi ya da inancı tek çözümdür. Hem “çoğul” olmaktan söz ediyoruz. Hem “tek”çiyiz. Bu çelişkiyi bu mantıkla çözmemiz mümkün. Hedefe zor kullanarak ulaşmak isterseniz devrimci olacaksınız. Ya da devleti ele geçirip eğitim yolu ile toplumu adam edeceksiniz.

“Digital devrim” sonrası, yani 2025’ten sonra asimetrik etkileşim sonrası çoklu davranış ve düşünce biçimleri oluşacak. Farklılıklarımıza rağmen barış içinde bir arada yaşamayı öğrenmekten başka çaremiz yok. Bunun için “hoşgörü”den çok “sabır” ve “tahammül”e ihtiyacımız olacak. O sağ-sol ayırımı anlamını yitiriyor. Yeni kavramlara ve kurumlara ihtiyacımız var. Çok fazla korku üretiyoruz. Korku üzerine uygarlık inşa edilmez. Evet, korkularımız var, ama umudumuz korkularımıza baskın olmalı. Merhametimiz gazabımıza galib gelmeli. Sevgimiz nefretimizden baskın olmalı. Affetme erdemi, intikam duygularından öncelik taşımaları davranışlarımızda.

Dünyayı birbirimize cehennem etmek zor değil. Selimiye’yi yıkmak için iki geri zekâlı, bir kazma bir kürek yeter, ama bir Selimiye yapmak için bir Süleyman bir Sinan bile yetmez!

“Bayramlara katran döken geceler”in baskısından kurtulmamız gerek. Bayramlar, kin, öfke ve intikam günleri değil, olmamalı. Bayramlar korku üretmemeli. Affetmek, sevgi, saygı, merhamet, ikram, cömertlik, sevgi ve sevinç günleri olmalı. 

Selam ve dua ile..