“İman edip yararlı işler yapanlara Rahman olan Allah (gönüllerde) sevgi uyandırır.”
(Meryem Suresi 96)

 Abdullah İbni Abbas radıyallahu anhümâ ayetteki bu “sevgi uyandırma”yı, “Allah'ın onları sevmesi ve sevdirmesi” şeklinde yorumlamıştır.

Ehl-i dalâletin tarafgirleri, enâniyetten istifade edip kardeşlerimi benden çekmek istiyorlar. Hakikaten, insanda en tehlikeli damar enâniyettir. Ve en zayıf damarı da odur. Onu okşamakla çok fena şeyleri yaptırabilirler.

Ey kardeşlerim! Dikkat ediniz, sizi enâniyette vurmasınlar, onunla sizi avlamasınlar. Hem biliniz ki, şu asırda ehl-i dalâlet ene'ye binmiş, dalâlet vadilerinde koşuyor. Ehl-i hak, bilmecburiye, eneyi terk etmekle hakka hizmet edebilir.
(Bediüzzaman Said Nursi)

Ene Nedir? Ego Nedir? 
Latinceden gelen bir kelime. Anlam olarak 'benlik', 'bencillik' ve 'ben' gibi ifadeleri karşılıyor. İnsanın kişisel özelliklerini koruyarak bilinçaltı isteklerinden bazılarına izin verme hali.
Ya da kendini seven insanlarla, kendini diğerlerinden üstün gören insanlar arasındaki ince fark...
Farkında olarak ya da olmayarak egolarına yenik düşen insanlar için  “ben” sözcüğünü olabildiğince çok kullanırlar. Kendileri için yaşarlar. Toplum onlar için bir şey ifade etmez. Kendi çıkarları için her yol mübahtır. Kullanmaktan çekinmezler. Öyle bir yaşam tarzları vardır ki herkesin var olma gerekçesi sanki kendilerine hizmettir. Her türlü argümanı kullanırlar ve  dünyanın kendi etraflarında döndüğü şeklinde bir yaşam koşulu seçip sürekli yüksek te olma hırsı ile yaşarlar. 

Ego denen (Ene) duygusunu yenen insanlar ise bunun tam tersi bir yaşam koşulu seçer ve öyle hayata bakarlar. Yapmadıkları şeyleri yap,yasamadıkları yaşamı yaşa demezler. Onlar için esas olan toplumsal iyilik halidir. İyiliği yaşamak ve anlatmak..

 Toplum içerisinde  sürekli; “ben” ile başlayan cümleler kuran insanlar için ego aşılması gereken bir problemdir. Tamam, bunda bir sıkıntı yok. Çünkü onlar için önemli olan tek şey kendileridir. Bireyi diğer varlıklardan ayıran bilinç olarak da tanımlanan ego onlarda fazla gelişmiştir. İşte bu nedenle de “hep ben” der, dünyaya da aynı şekilde bakarlar. Kendi isteklerini her şeyin üzerinde tutar, “ben istiyorum, ben yapıyorum, ben iyiyim, ben böyle düşünüyorum” gibi cümlelerle, ne kadar egolu olduklarını açıkça gösterirler.

O ehl-i fazl ve kemal ve kuvvetli enâniyet-i ilmiyeyi taşıyan zatlar bilsinler ki, bana değil, Kur'ân-ı Hakîme talebe ve şakirt oluyorlar; ben de onların bir ders arkadaşıyım. Haydi, farz-ı muhâl olarak, ben üstadlık dâvâ etsem, madem şimdi ehl-i imanın tabakatını, avamdan havassa kadar, maruz kaldıkları evham ve şübehattan kurtarmak çaresini bulduk; o ulema ya daha kolay bir çaresini bulsunlar veyahut bu çareyi iltizam edip ders versinler, taraftar olsunlar. Ulemâü's-sû' hakkında bir tehdid-i azîm var; bu zamanda ehl-i ilim ziyade dikkat etmeli.

(Bediüzzaman Said Nursi)

 Ego Kavramını Yenen Kimdir? 

 İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir. 
(Al-i İmran 104)


Bir nevi kendini putlaştırmak olarak da ifade edilebilecek yüksek egodan kurtulanların; farkındalıkları fazladır, kibir, üstünlük gibi olumsuz duygulardan uzaklaşmışlardır. Birilerini küçümseyerek kendinilerini büyütme huyundan vazgeçmiş, bir yandan benliklerini hissederken bir diğer yandan da dünya üzerindeki milyarlarca insandan bir tanesi olduklarını akıllarından çıkarmazlar...

İslâm ahlâkına göre toplu yaşamak zorunda olan insanlık, bu yaşayışın uyumlu olarak sürdürülebilmesi ve iyiliğin hâkim kılınabilmesi için birtakım kurallara uymakla yükümlüdür. İslâm ahlâkında başlıca toplumsal kurallar dinî buyruk ve yasaklarla zaman ve mekâna göre değişmezlik kazanmış, her birey, iyiliğin yaygınlaşması ve kötülüğün önlenmesine kendi ölçüsünde katkıda bulunmakla yükümlü kılınmıştır. İslâm toplumunun en önemli ilkelerinden olan emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker görevinin yerine getirilmesi, her müslümanın, toplum içindeki konumuna, maddî ve mânevî gücüne göre katıldığı bir sorumluluktur.

 Hz. Peygamber bu görevin önemini ve kapsamını şu şekilde belirtir: “Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder, kötülüğe engel olursunuz ve zalimin iki elini tutup onu hakka çevirir, doğruluğa zorlarsınız veya (bunu yapamazsanız) Allah, sizin iyilerinizin kalplerini de kötülerinkine benzetir ve daha önce İsrâiloğulları’na olduğu gibi size de lânet eder” 
 (Ebû Dâvûd, “Melâhim”)

Ego duygusunu yenmek ile ancak böyle bir şeref ile müşerref olur insan.

 İnsanlık İçin Kendinden Vazgeçmek. 

“İman edip yararlı işler yapanlara Rahman olan Allah (gönüllerde) sevgi uyandırır.” 
(Meryem Suresi 96)

Abdullah İbni Abbas radıyallahu anhümâ ayetteki bu “sevgi uyandırma”yı, “Allah'ın onları sevmesi ve sevdirmesi” şeklinde yorumlamıştır.

Bediüzzaman’a göre temel mesele; insanın kendisini, diğer varlıkları, kainatı ve hemcinslerini iman ekseninde algılamasıdır. En önemli görev bunu sağlamaktır.

İnsanlığın ortak problemlerinin yanı sıra yaşadığı toplumun özel problemlerine de eğilen Bediüzzaman, açık bir gerçekle yüz yüze geldi: Batı maddeciliğe saplanmış, Doğu ise eskiyen kurumlarını yenileyip iman eksenli bir yapılanmaya dönüştürememişti. Osmanlı Devleti de aynı açmazda tükeniyordu. Devlet ve millet şeklen İslâm’a bağlı olmakla birlikte mânâ plânında İslâm’dan kopmuştu. Batı’yı da anlayamamıştı. 

 Bediüzzaman Said Nursi ve Risale-i Nur'da İnsan Tekemmülü: 

Hem bir asker, hem bir memur, hem de bir yolcu olan ve yolculuğu “Sabavetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar devam eden insanın”, “Allah’a karşı ubudiyet vazifesidir, terk-i kebair takvasıdır, nefis ve şeytanla uğraşması cihadıdır.”  Evet, “insan, nur-u iman ile alayıilliyyine çıkar, Cennete layık bir kıymet alır. Ve zulmet-i küfür ile esfel-i safiline düşer, cehenneme ehil olacak bir vaziyete girer”. Öyleyse, “ey insan olan insan! Kendini oku. Yoksa hayvan ve camid hükmünde insan olmak ihtimali var.”

İşte insan nedir ?  Vazifesi nedir ? Gibi sorular ile insanlığın mutluluğu için adanmış bir ömür ve bu uğurda çekilen çile , ızdırap..
Ancak "Ego" denen kavramı yok ettiğinizde böyle bir vazifeye kendinizi memur kıllarsınız. Nasıl bir yaşam için mücadele ediyorsanız öyle yaşarsınız. Öncelikle gelecek  bütün tehlikelere razı olur öne atılır sonra anlatırsınız. İşte tamda bundan dolayı "Ömrünü başkasına adamış adam" ünvanına layık görülürsünüz. Yani siz onun için yaşarsınız,onunla bütünleşir ve egonuzu ona kurban ederseniz! O,sizi akıllara,kalplere resmettirir, süsler...

 “İman edip yararlı işler yapanlara Rahman olan Allah (gönüllerde) sevgi uyandırır.” 
(Meryem Suresi 96)

 Abdullah İbni Abbas radıyallahu anhümâ ayetteki bu “sevgi uyandırma”yı, “Allah'ın onları sevmesi ve sevdirmesi” şeklinde yorumlamıştır.

 "Ehl-i dalâletin tarafgirleri, enâniyetten istifade edip kardeşlerimi benden çekmek istiyorlar. Hakikaten, insanda en tehlikeli damar enâniyettir. Ve en zayıf damarı da odur. Onu okşamakla çok fena şeyleri yaptırabilirler." 
(Bediüzzaman Said Nursi)

Mekanın cennet ruhun şad olsun inşallah.