Bile/Yazdı, Behçet Necatigil’in, (kendi kelimeleriyle) Türkçenin çok yönlü anlatım olanaklarına tanık, tek sözcükte ya da sözcükler arası anlam kaymalarına yaslanan şiirlerin, şiir uçlarının, Divan şiirindeki müfred’leri, mısra-ı bercesteleri düşündüren dizelerinin yer aldığı kitabının adıdır.

Necatigil, okurunu fazla yormak istememiş ya da zamanla Divan şiirine daha çok yabancılaşılacağını gözetmiş olmalı ki, kitabına Bile/Yazdı adını vermesinin nedenini kendisi bizzat şöyle açıklamış:

“Bir adda kaç anlam? Görünüşte bir, aslında çok adı var bu kitabın. ‘Bile’ ile ‘yazdı’ arasına o eğri çizgi, birçok anlam aynı anda düşünülsün diye kondu.

“‘Bile’ sözcüğünün, dilbilgisinde, belirteç ve bağlaç olarak, eylemin umulmazken olduğunu ya da umulmayan biri tarafından yapıldığını ya da umulmayan bir tümleçle ilgisini belirten örnekler, örneğin Türkçe Sözlük’te ‘Bile’ maddesinde bulunur.

“‘Bile’ eski metinlerde ‘birlikte, beraber’ anlamında da kullanılıyordu. Bile ağlardı ağlasan enhâr / Bile inlerdi inlersen kûhsar (Sen ağlasan nehirler de birlikte ağlardı / İnlesen dağlar da beraber inlerdi. –Başka örnekleri için Tanıklarıyla Tarama Sözlüğü’ne bakınız: Cilt 1, 1943, sayfa 99-100). Yani şiir üzerine düşünceler yazma işine bu satırların yazarı da katıldı.

“Bu ‘birlikte’lik üzerinde durunca ‘Bile yazdı’nın bir anlamı da ‘Onları (başka şeyleri) yazarken bunları da yazdı’ olabilir sanıyorum.

“Bir de ‘-eyazmak’ var, yani ‘yaklaşma’ fiili. Düşe yazmak, öle yazmak. (Az kaldı düşüyordum, az kalsın ölüyordu). Yazmak fiili burada sözlük anlamından kopuyor ve gövdeye, ilk fiile ‘yakınlık’ anlamı veriyor. İmdi ‘bileyazmak’ta da, bir yandan ‘bilmeye yaklaşmak, neredeyse gerçeği bulmak’ anlamı olduğu hatırlanmalıdır.

“Bu beylik bilgiler; sadece, sözcükleri tek anlama almaya, akla ilk gelen, veya en yaygın anlamında kullanmaya, görmeye alışmış olanları biraz uyarmak için tekrarlandı. Bilenler bağışlasınlar!”

“Bilenler bağışlasınlar!” Necatigil’in bana ‘pes’ dedirten bu rikkati ve nezaketi karşısında susmam gerektiğini biliyorum. Zaten meselem de ona bir ekleme yapmak, diğer bir söyleyişle yukarıda verdiği bilgileri doğrultmak değil, ancak yaptığı tefsiri vesile edinerek onunla ilgili birkaç hakikate değinme fırsatı bulmuş olmaktır.

Her şeyden önce, Necatigil gibi Divan şiirine vakıf bir şairin, ‘bile’ kelimesinin sair örneklerini görmesi için okurunu Tanıklarıyla Tarama Sözlüğü’ne yönlendirmesi bana biraz garip geliyor. Zira, verdiği örnekte Taşlıcalı Yahya’nın (v. 1582) kokusunu (üslûbunu), Divan şiirine vukufiyeti ve Yahya’ya (bana göre) zamansal yakınlığı nedeniyle) önce onun duyması / görmesi gerekmiyor mu?

Hadi diyelim, beyitin Yahya’ya ait olduğundan emin olamadı, “bile-yazdı”yı, Yahya’dan yaklaşık bir buçuk asır önce vefat eden Süleyman Çelebi’nin (v. 1422) Mevlid-i Şerif’inden de mi duymadı, görmedi.

Bu bana mümkün görünmüyor, zira Yunus Emre’nin Türkçeyi imana getirdiğini söylediğimiz yerde, Süleyman Çelebi’yi aynı düzeyde zikretmemek mümkün değildir; dolayısıyla, Mevlid-i Şerif, zengin kelime haznesiyle şairler için keşfedilmesi gereken en değerli hazinedir.

Süleyman Çelebi’nin ‘bile yazdı’yı kullandığı beyit şöyledir:

“Zâtıma mir’at edindim zâtını

Bile yazdım adım ile adını”

Mevlid-i Şerif’in Miraç faslında, Refref’in Ortaya Çıkışı’yla ilgili bölümde yer alan bu beyit, ilk bakışta kolay anlaşılır gibi görünüyorsa da, hitap edenin “Şeş cihetten ol münezzeh zü’l-Celâl” olması bakımından, makro kozmos (âlem) ile mikro komos’un (insanın) yaratılışı esasında metafizik hakikatlerin kendisinde tevhid edildiği bir büyük manayı ihtiva ediyor.

Buradaki mir’at kelimesi üzerinden, insanın (O’nun merbubu olarak) Rabbine ayna olmasından, adım ile adını ifadesine göre, Kelime-i Tevhid’i söylerken onda aslında Kelime-i Şehadet’i söylediğimizden hareketle, ilgili tasavvufi yorumlara yelken açabiliriz ama şu sütunun hacmi bunu taşımaz.

Bundan dolayı, Necatigil gibi okuruna yardım sağlamıştır umuduyla Hüseyin Vassâf’ın Gülzâr-ı Aşk adlı Mevlid-i Şerif şerhine başvurdum ama, Hazretin bu beyitte fazlaca söz tasarrufunda bulunduğunu gördüm. Belki, beytin yüklendiği yoğun metafizik hakikati, benim gibi cahillerin elinde zarar görmesin diye sakınmış da olabilir Hazret.

Bu durumda Necatigil’in şahsında şu soru kalıyor geriye:

Necatigil, kendi zamanının din düşmanlığında, kendisine “gerici” denmesin diye Süleyman Çelebi’yi ve Mevlid-i Şerif’ini es geçmiş olabilir mi?

Düşünelim ve görelim bakalım, nasıl bir cevaba erişeceğiz?