İnsanlar giderek kendini daha çaresiz, daha umutsuz, yalnız hissetmeye başladı. Tükenmişlik sendromu diye bir bunalıma girdiler. İnsanlar neye, kime inanacaklarını şaşırdılar. Çözüm üretemiyorlar. Bu gidişle intiharlar, psikolojik sorunlar, yani akıl ve sinir hastalıkları artacak. Bazı insanlar daha agresifleşebilir ve saldırganlaşabilir. Bu aile içinde ve toplum içi ilişkilerde sorunlara sebeb olabilir. Bunu istismar edecek olan politik ve ideolojik grublar bu durumu kendi lehlerine değerlendirebilirler. Hal ve gidişat iyi değil. Ekonomik şartlar giderek ağırlaşırken, toplumda dayanışma ahlakı ciddi anlamda zaafa uğramış durumda. Eskiden, iyi-kötü bir cemaat dayanışması, bir hemşehricilik vardı. Ekonomi krize girince o da zaafa uğradı.

Siyaset toplumu çok gerdi. İnsanlar siyasilere güvenini kaybediyor. Aile bu süreçte ağır bir darbe aldı. Bu yaranın tedavisi bugünden yarına olmayacak. Uzun soluklu bir mücadele gerekli. Ama bu mücadelenin olması gereken bileşenlerinin de buna hazır olması gerek. Siyaset, Bürokrasi Yasama, Yürütme ve Yargı yetmez, STK, Media, Maarif hepsinin el birliği yapması gerek. 

Manevi değerler hızla erozyona uğruyor. Deizmi geçtik, Agnostizmi geçtik, Ateizmi de geçtik, Satanizm geldi kapıya dayandı. Düşünelim biz duruma ne zaman, nasıl geldik. Hani tek başına iktidardık ve her şeye hakimdik! 

Bütün bu “ahval ve şeraite rağmen” ayakta durmamız gerekiyor. Teslim olmak yok. Sabırlı olacağız, aklımızı, imanımızı ve vijdanımızı kaybetmeyeceğiz ve bunun için şükredenlerden olacağız. Bu inançla direneceğiz. Unutmayalım ki bize şer gibi gelen şeylerde Allah hayır murat etmiş olabilir. Ama, öte yandan haksızlıklar karşısında susanlar, Allah’tan başka herkesten ve her şeyden korkanlar için yapacak fazla bir şeyimiz yok. Ama ümidimizi kaybetmeyelim ve bilelim ki, karanlığın en koyu anı aydınlığa en yakın olduğu zamandır. Ve olan her şey kaderdir. Rızgımız, ecelimiz, başımıza gelen her şey, Allah’ın bilgisi ve iradesi içindedir. Evet, evet, hayır da şer de Allah’ın iradesi içindedir. Ve bize hayır gibi gelen şeylerde Allah şer, şer gibi gelen şeylerde hayır murat etmiş olabilir. Biz bilmeyiz Allah bilir. Biz kurtuluşa erenlerden olmak için O’nun rızasına talip olalım. Allah’ın kurtuluşun ipine tutunmak için ellerimizin ve kalbimizin temiz olması, üstümüzde, evimizde, cüzdanlarımızda, buzdolaplarında haram mal, haram yiyecek ve içecek, haram para olmaması gerekir. Allah düşmanları ile cahil, fasık, inkarcı, zalim kişilerle yollarımızı ayırmamız gerek. Yoksa varacağımız yer belli.

Endişe yok, az ve zayıfken kazanabiliriz. Güçlü iken ve çok şeye sahipken kaybedebiliriz. La Galibe İllallah! Haşa bizim Allah’ın yetmeyen gücüne güç, yetmeyen parasına para, yetmeyen aklına akıl yetirecek değildir. O, kadir-i mutlaktır. O, “ol” der ve o şey olur. Allah’a güç ve imkansız olan bir şey yoktur. Allah yardım eder ve biz de kurtuluşa erenlerden olursak, imtihan bitmeyecek, yine imtihan olacağız. Bazan insanlar kurtuluşa erdikten sonra da sapıtabilirler. Hz. Musa kavmini Sina üzerinden Kudüs’e götürmek üzere yola çıktığında arkasında Firavun’un askerleri ve önlerinde deniz vardı. “Her şey bitti” denilen noktada deniz yarıldı. Ve kurtuluşa erdikten hemen sonra sapkın oldular ve önleri açık düz bir yolda, 10 günlük yolu 40 yılda geçtiler. Talud birkaç yüz askeri ile 100.000 kişilik ordusu ile gelen Calud’a karşı, askerlerinin bir şey yapmasına gerek kalmadan Davud’un sapan taşı ile yenilgiye uğradı. Ama Talud’un 70.000 kişilik ordusundan 69.700’ü nehrin öbür tarafında kalmıştı.

Ebabil kuşları Fil ordusunu yener mi? Eğer Allah (cc) dilemişse öyle olur. Lut Aleyhisselam şehirden tek başına çıkar ve kimsenin bir şey yapmasına gerek kalmadan bir kavim helak olur. Nuh aleyhisselam tufandan 40 kişiyle kurtulur. Karaya çıktıktan sonra insanoğlu bu, yine birbirine düşer..

Bakarsınız tersi de olmuş. İyi iken sapıtanlar yanında Hz. Ömer, Peygamberi öldürmeye gelmiyor mu idi, ya da Hz. Halid b. Velid kimdi. Hazreti Hamza’yı şehid eden Vahşi’nin son durağı neresiydi!

Onun için evvelihi, ahirihi, zahirihi, batınihi diye dua edilir.

Necasetten taharet gibi Hadesten taharetten de sakınmamız gerekir.

Allah her zaman övdüğü insanlara mal, para ve makam vermez. Ya da bunlardan mahrum bıraktıkları da her zaman gazaba uğrayanlar değildir. Hz. Yusuf’u hatırlayalım, Hz. Eyyüb’ü hatırlayalım. Yoksulluk ve zenginlik arasında gidip geldiler. Hz. Süleyman hep zengindi, Hz. Ebu Zer hep yoksul! Burada önemli olan nasıl kazandığımız ve nasıl harcadığımızla ilgidir. Bazan Allah (cc) hırsızların, zalimlerin malını ve gücünü artırır, aynı şekilde onlara karşı Allah’ın gazabı da artar. Onlardan korkup onlara yaklaşanları da Allah (cc) yine onlar eli ile cezalandırır.

Biz, zalim kıral bizi ateşe atmasın diye ne yapacağımızı şaşırırız, Hz. İbrahim ateşe atıldığında orası gül bahçesine döner. Biz Nemrud’un ateşinden, Firavun’un zulmünden korkmayalım, onların gazabından ve şerrinden Allah’ın rahmetine sığınalım. Böyle yapmaz, onlara yaklaşmanın yollarını arasak, Allah (cc) o zalimleri başımıza bela eder. Hem dünyamızı kaybederiz, hem de ahiretimizi..

Peygamberler masumdur. Ama Peygamberimiz hadislerinde kendinin de çokça tevbe ve istiğfar ettiğini söylüyor. Peygamber ümmeti için güzel örnek olmak üzere bu şekilde davranırdı. Ayrıca her kul, Allah’ın ikramı karşısında her kul hakkı ile şükürden acizdir. Onun için de istiğfar etmek gerek. Biz bunca cahillik, vebal karşısında biz neden bu konuda bu kadar inatçı ya da ihmalkarız. Hesaba çekilmeden kendi nefsimizi hesaba çekme konusunda isteksiziz!?

Hani aramızda selâmı yayacaktık. Öfke yayıyoruz. Selâm biliyorsunuzdur “Barış” demektir. “Selâm” Allah (cc) bir diğer adıdır. Selâm, selâm vermek, selâmlamak, dostluk, arkadaşlık beyanı olduğu gibi, insanları Allah’a çağırma, Allah’la barıştırma eylemidir. Kendine, liderine, örgütüne, partisine, Şeyhine, ideolojisine değil, doğrudan Allah’a. Risalet’ten başka vesilesiz, vasıtasız, doğrudan, O’na giden yollardaki engelleri kaldırarak, ona giden yolları açarak, insanları O’na çağırmamız gerekmez mi idi. Veresetül enbiya olanlar da, Resulün yaptığı gibi, insanları Allah’a ve kitaba çağırması gerekir elbet! O’na giden yollara benim aracılığım, vasıtamla gidersiniz diyenler, aslında kendi yorum ve zanlarını O’na ortak koşuyorlar. Farklı yollar “zanni”dir. Asli yol, “imani”dir, “tevhid”dir, “Muhkem”de anlaşalım, “Müteşabih” olanda, külli kurallara, risalet temelli sünnete muhalif olmamak şartı ile ittifak ettiğimiz konularda birlikte hareket eder, ihtilaf ettiğimiz konularda birbirimizi mazur görürüz. Bizler Allah’tan başka kimseyi İlah ve Rab edinmediğimiz gibi, biz de kimsenin İlahı ve Rabbi değiliz. Biz insanları Tevhid’e, Vahdet’e, üzerinde şek ve şüphe olmayana çağıralım, güzel ahlaka çağıralım ve öyle davranalım ki, selâmı yaymış olalım. Aynı Allah’a, Resulüne ve kitaba iman edenler, tek bir millet, tek bir ümmet, tek bir cemaattir, Biz kardeşiz, kim ki, bir ikincisinden söz ediyorsa, haşa ya kendine yeni bir İlah, ya yeni bir Resul, ya da yeni bir kitap uydurmuştur. Biz Müslümanlardanız ve Müslümanlar kardeştir. Selâm ve dua ile.