Talebe: Hocam! Selamün aleyküm.

Mürşit: Aleyküm selam ve rahmetullahi.

Talebe: Hocam; Birçok insan, işlediği günahlarından dolayı ümitsizliğe düşüyor, bağışlanmayacağını düşünerek, günah işlemeye devam ediyor. Böyle günahkâr insanlara müjdeleyici bir şey söylemek mümkün müdür?

Mürşit: Elbette. Allah, bütün günahları affeder. Yeter ki Kendisine şirk koşulmasın. C. Hak, bunu bizzat kitabında şu şekilde dile getiriyor: “Allah kendisinden başka birine ilahlık yakıştırılmasını asla bağışlamaz ama bağışlanmasını isteyen kimsenin şirk dışındaki günahlarını bağışlar. Allah'a ortak koşanlar, gerçekten korkunç bir günah işlemiş olur.” Yani Allah, diyor ki, ‘Kulum, senin bütün günahlarını bağışlarım. Ama aklının köşesinden başka birine eğilim göstererek, Bana şirk koşarsan, seni hiç affetmem.’ Allah, ilâhlığında, otoritesinde, mülkünde, tasarruflarında Kendisine ortak koşulmasını, Allah'a imanın gerektirdiği esasların inkâr edilmesini asla bağışlamayacaktır. Bunun dışındaki, bunun altındaki büyük-küçük bütün günahları, tövbekâr kimseler için bağışlar.

Talebe: Günahlardan kurtuluş ve ebedî saadet o halde sadece Allah’a ibadet etmekle mümkün, değil mi? Bunun da Kur’ân’da bir yeri var mıdır?

Mürşit: Doğru söylüyorsun. Fatiha Sûresinin 4. âyetinde müminlerin bu bağlamdaki iman esasları belirlenmiştir. Buna göre bizler şöyle demeliyiz: “(Allah’ım!) Yalnız Sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.” Bizler ancak O’na kullukta bulunuruz, çünkü O’ndan başka ibadete lâyık yoktur. Ayrıca hem ibadetlerimizde, hem de bütün ihtiyaçlarımızda yalnız O’ndan yardım isteriz. Bunun dışına çıkarsak Allah korusun şirk tuzağına düşmüş oluruz.

Talebe: Hocam; nasıl şirk tuzağına düşebiliriz?

Mürşit: Gâfil avlanır ve ‘Biz ancak Sana tapıyoruz’ dediğimiz halde kendimize, nefsimize veya dünyaya taparsak kendimizi şirkin içinde buluruz. Dünyaya bel bağlamaktan sakınmak lazım çünkü dünyanın cilveli ve cazip görünene hâlleri, insanın kalbini büyüleyebilir ve köreltebilir.

Talebe: Hocam; bazı günahkâr kişiler var, tövbe ediyor ama bazıları da etmiyor. Bu nasıl bir iştir böyle Tövbe etmeyenlerin durumu hakkında ne dersiniz?

Mürşit: Eğer Allah tövbe nasip etmezse kişi nasıl tövbe edebilir? Şüphesiz O tövbe nasip etmedikçe günahkâr kişi de tövbe edemez. Ama nedamet duymuş ve tövbe etmiş ise, bu Allah’ın bir lütfudur ve tövbesi Allah katında kabul görür.

Talebe: Hocam; nedamet yani pişmanlık duyulduğunda kişi tövbe eder dediniz. Peki, sadece söz ile tövbe olmaz mı?

Mürşit: Dil ile yapılan tövbe istiğfar, yalancıların ve sahtekârların işidir. Böyle kişiler, dünya kapısından içeriye kolayca dalıverir, dünyanın güzelliklerine aldanır ama dışarıya selametle çıkmak ve kurtulmak onlar için güçtür. Halbuki dünya fani olan kerpiçten, ahiret ise baki olan altından yaratılmıştır.

Talebe: Hocam; tövbeye engel olan unsurların başında herhalde şirk geliyor. Ama şirkin de değişik halleri var diye biliyorum. Bu hususta ne demek istersiniz?

Mürşit: Evet haklısın. Mesela bir amel veya her hangi bir iyiliği halk için sevmek riyadır, halkın gözüne girmek için yapılan her amel ise şirktir. İhlas ise Allah’tan seni bu iki kötü şeyden korumasıdır. Onun için Hak için sevmek veya buğzetmek ve Hak için amel etmek veya terk etmek, kişiyi şirkten korur. Şirkten korunduğumuz sürece ümit her zaman vardır.

Talebe: Şirkten uzak olan ve Hakkın rızasına en fazla layık olan kimdir?

Mürşit: Hakkın rızasına en fazla layık olan marifet sahipleridir. Onlar züht ehlidir. Zühdün aslı her ne yaparsa yapsın Allah’ın sevgisinden mahrum olma korkusu yaşamak ve Hak’tan razı olmak için gayret göstermektir. Her kim hakikî marifetle Allah’ı tanırsa takati kadar sadece O’na ibadet eder.

Talebe: Hocam; Yine günahkâr insanlara dönelim. Diyelim ki bu günahkâr insanlar, şirke bulaşmamışlar. Tövbe için, Allah’a nasıl dua etmelidirler?

Mürşit: İstediği gibi Allah’a münâcâtta bulunabilir. Yeter ki içtenlikte duasını yapsın. Şöyle diyebilir örneğin: “Allah’ım; Beni affet, bana merhamet et, yaptıklarımdan çok pişmanım, bir daha yapmayacağım! N’olur beni bağışla, zira Sen hâlimi biliyorsun, bana azap etme, Allah’ım; Hâlimi bildiğin için, kusurumu örtüver, gücün yettiği halde bana ceza verme.”

Talebe: Peki bu dua ile tövbemiz kabul olduktan sonra ne yapmalıyız?

Mürşit: Aynı günahı ve mümkünse diğer günahları işlememeliyiz ve farz olan ibadetlerimizi yapmalıyız. Ancak kurtuluşa ermek için, bazen bunlar da yeterli değildir. İhlasla ibadetlerimizi yapmalıyız, ruh cömertliğini, gönül temizliğini ve ümmete karşı kardeşlik bilincini de geliştirmeliyiz.

Talebe: Hocam; Tövbemiz kabul olursa işlediğimiz günahlar sevaba dönüşebilir mi?

Mürşit: Şunu yeniden hatırlatmış olalım. Genel bir kaide olarak şirk koşan, zina eden, haksız yere adam öldürenler, büyük günah işlemiş olduklarından dolayı Allah’ın gazabını, azabını celbeder ve böyle günahkâr kişiler, cehenneme gider. Ne var ki C. Hak, Kur’ân’da şöyle buyurmaktadır: “Ancak, tövbe edip iman edenler, güzel ve makbul işler işleyenler bundan müstesnadır. Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir.” Buna göre Allah, çok affedici ve pek merhametli olduğu için, hakikaten günahlarını sevaba dönüştürmektedir. Ancak bunun için, kişi, örneğin küfür veya şirkle kirlenmiş düşüncelerini tövbe edip imanla temizlemesi gerekmektedir. Müslüman ise, günahlarından yine tövbe edip pişman olmalıdır. Yani kişi, tövbenin kabul edilme şartlarına riayet edecek, varsa insanların haklarını ödeyecek, helallik alacak, Allah’ın hakkı olan namaz, oruç gibi -varsa- borçlarını da kaza edecek ve içtenlikle salih ameller işleyecektir. Said Nursi’nin ifadeleriyle kişi, eğer enaniyeti bırakırsa, hayrı ve vücudu tevfik-i ilahiyeden gönülden isterse, şer ve tahripten ve nefse itimattan bütünüyle vazgeçerse, istiğfar ederek tam abit olursa o vakit Allah’ın mağfiretine nail olur. Allah’ın izniyle ahsen-i takvim kıymetini alır yani yeniden en güzel şekilde yaratılmış olma vasfını kazanır ve a'lâ-yı illiyyîne çıkar yani Cenâb-ı Hakk'ın indinde en iyilerin derecesine ve makamına erişir vesselâm.

 

(1) “İnna(A)llâhe lâ yaġfiru en yuşrake bihi veyaġfiru mâ dûne żâlike limen yeşâ(u)(c) vemen yuşrik bi(A)llâhi fekadi-fterâ iśmen ‘azîmâ(n)” (Nisa: 48).

(2) “İyyâke na’budu ve-iyyâke nesta’în” (Fatiha: 4).

(3) Furkan: 70.