BİR İHANETİN ÖYKÜSÜ “BABACAN”

1970’li yıllarda bir İslamcı kadın yazar ortaya çıkmış, önce yazılarıyla sonra konferanslarıyla Türkiye’yi adeta ayağa kaldırmıştı. İlk kez başörtülü bir kadın oldukça sert ve tavizsiz yazılar yazıyor, Türkiye’nin her köşesini dolaşarak binlerce-on binlerce kadınlı-erkekli topluluğa konferanslar veriyordu. Bu kadının adı Şule Yüksel Şenler’di. Sosyetik bir hayattan ağabeyi Özer’in teşvikiyle dönmüş, inançlı bir genç hanım olmuş, ardından yazılarıyla ve konuşmalarıyla gündemin başına oturmuştu.

Şule Yüksel Şenler’in Ankara Dil-Tarih-Coğrafyafakültesinde verdiği konferans çok ses getirdi. Onbini aşkındinleyen arasında milletvekili, bakan eşleri de vardı. Bu konferansın ardından büyük tartışmalar birbirini takip etti. Gazeteler, köşe yazarları, sol örgütler ayağa kalktı. Çetin Altan, Falih Rıfkı, İlhan Selçuk, Nizamettin Tepedelenlioğlubu konferansı eleştirdiler.

Falih Rıfkı Atay çok sert bir yazı yazdı.

“Atatürk, ‘Dil-Tarih’ adı altında o fakülteyi ne umutlarla kurmuştu. Atatürkçülüğün dayanağı olacaktı o fakülte! Rahmetli liderin hâtırası ile alay eder gibi medreseye çevrilmiştir. Bahanesi de komünistlikle, sol akımla savaş! Böyle sağcılık, solun ekmeğine yağ sürer. Sağ akıma katılan aydınlar, aydınlar arasında ancak ahmak olanlardır. 20’nci asırda 7’nci asır yürümez. 20’nci asırda kaba ve kara ve kalın milliyetçilik gitmez. Bir konferans salonununkürsüsünü Şule’ye, Kısakürek’e düşürmek! Olur şey değil. 29 Ekim devrimciliğinin nerede ise 45’inci yılında, Başkent’de bir üniversite fakültesinin “Osmanlı Medresesi”ne soysuzlaştığını görmek!” Falih Rıfkı, yazısının bir yerinde “akıl hastası” diyordu Şule Yüksel Şenler için. 

Konferansın etkisi bununla kalmadı, konferansı dinleyenlerden İlahiyat Fakültesi öğrencisi Hatice Babacanİslam Tarihi dersine başörtüsü ile girince Prof. Dr. Neşet Çağatay ona, “Hey sen... Sen... Başörtülü kız...” diye seslendi. “Sınıfta bu kıyafetle oturulmayacağını bilmiyor musun?.. Ya başındakini çıkar, ya da dışarı çık...”

Fakülte dekanı Prof. Dr. Hüseyin Gazi Yurtaydın Hatice Babacan’ı odasına çağırarak:

“Ya başörtüsünü çıkartırsın, ya da bu okuldan gidersin!”dedi. Doç. Dr. Bahriye Üçok, Neda Armaner ve bazı öğretim üyeleri benzer sözlerle üzerine gidince Hatice Babacan bayıldı.

Hatice Babacan’ın okuldan atıldığı duyulunca muhafazakar kesim ayağa kalktı. Yurdun her yanından olayı protesto eden telgraflar, mektuplar, telefonlar yağmur gibi yağdı. İkinci sınıf öğrencisi Mustafa Demirsöz ölüm orucuna başladı. Komaya girerek hastaneye kaldırıldı. Fakülte yönetim kurulu bu sefer onu okuldan kovdu. Bunun üzerine yurdun her yerinden öğrenciler Ankara’ya yürüyüş yaparak protesto ettiler. Kitlesel protestolar sonucu fakülte bir ay kapandı, dekanı istifa etmek zorunda kaldı. Hatice Babacanolayı “Türkiye’nin ilk başörtüsü eylemi” olarak tarihe geçti.

Aradan yıllar geçecek 1970’lerin zorlu mücadeleleri zamanla semeresini vererek, o inanca sahip insanlar iktidara gelecek, o kuşağın yetiştirdiği Recep Tayyip Erdoğan, imkansız gibi görünen İstanbul Büyükşehirbelediye başkanlığını kazanacak, daha sonra kurduğu AK Parti ilk seçimde iktidara gelecek, önce Başbakan, ardından Cumhurbaşkanı olacaktı.

İktidar döneminde de, Türkiye’nin en muzdarip olduğu başörtüsü serbestiyet kazanacak, ülkenin diğer muzdarip olduğu darbeci gelenek ortadan kalkacaktı.

Recep Tayyip Erdoğan yola çıktığı zaman bir ekip oluşturmuştu. Ancak zamanla yola çıktığı ekip arkadaşlarının çoğu onu yolda bıraktılar.

Bunlardan en önemlileri, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlık gibi en üst makamları kendisine değil de, “kardeşim” diyerek adeta hediye ettiği Abdullah Gül, yine Başbakanlık verdiği Ahmet Davutoğlu ve Hazine’yi teslim ettiği Al Babacan’dı.

Ali Babacan, ilk başörtüsü eylemini yapan Hatice Babacan’ın yeğeniydi. Recep Tayyip Erdoğan, geçmişi unutmuyor, ilk başörtü eylemi yapan Hatice Babacan’ın hatırına onun yeğeni Ali Babacan’a uzun yıllar sürecek en önemli bakanlıklardan birine layık buluyordu. Bu biraz da başörtü sembolü Hatice Babacan’ın hatırasını yaşatmak amaçlı bir mesajdı aslında.

Ancak tıpkı Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu gibi, Ali Babacan da “sudan sebeplerle” zor zamanda Recep Tayyip Erdoğan’ı yalnız bıraktı. Bununla da kalmadı, kurucusu olduğu Ak Parti’nin zayıflaması ve CHP’nin iktidara gelmesi hedefli bir parti kurmaya yöneldi. Recep Tayyip Erdoğan’a ve halası Hatice Babacan’a ihanet etti.

Uzun yıllar süren bakanlık görevi sona erdiğinden bu yana adeta Ak Parti’den bağını kopardı. 17-25 Aralık ihaneti, 15 Temmuz darbe girişimi gibi Fetö olayları yaşanmasına rağmen, bu konularla ilgili bir tweet bile atmadı. Üstelik etrafındaki arkadaşların neredeyse tamamı ya Fetö’den yargılandı, ya da firar etti.

Ak Parti’nin lehine hiç konuşmadı, yazmadı. Son yerel seçimde yıllarca aynı kabinede yer aldığı, bir vefa timsali olan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı Binali Yıldırım’ı destekleyen bir satır yazı yazmadı, konuşmadı. Bakanlığı bittikten sonra hep sessiz kaldı. 

Bu sessizlik sürecinde yurt dışı ve yurt içi bazı mihraklarlaiçli dışlı oldu. ABD-İngiltere eksenli bağlantılar sonucu, kurucusu olduğu Ak Parti’den oy çalabilmek için yine sessizce parti kuruyor. Ne kadar davasına, misyonu ihanet eden, makamlarını kaybedince küsen, Reis’i yarı yolda bırakanlar varsa yanında topladı.

Hatice Babacan’dan, Ali Babacan’a.. Bir savruluşun öyküsü..

Hatice Babacan’ın kemiklerini sızlatan bir ihanetinöyküsü..

Sağlıcakla kalın... 

Kemalettin İSAOĞLU