Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın damadı da olan Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, 8 Kasım 2020’de Pazar akşamı saat 19.00 civarında Instagram'dan yaptığı duyuruda görevinden istifa ettiğini bildirdi. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı, büyük bir sessizlikten tam 27 saat sonra konuyla ilgilibir açıklama yaptı. Açıklamada, büyük bir yönetim reformu olarak takdim edilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemine atıfta bulunularak, Cumhurbaşkanı tarafından yapılan değerlendirme sonunda, Berat Albayrak’ın görevden af talebi kabul edilmiş olduğu bildirildi.

İstifa mektubunda böyle önemli bir görevden ayrılan kişiden elbette istifa gerekçesi hakkında bu devlete vergi veren her vatandaşın bilgi edinme hakkı vardır. Albayrak, daha ilk cümlesinde bu hususta şöyle bir açıklama getirmiştir: “Yaklaşık beş yıldır sürdürdüğüm bakanlık görevime sağlık sorunlarımnedeniyle devam edememe kararı aldım.”

Buna inanalım mı? Hemen herkes, istifa sebebinin “sağlık sorunları” ile ilgili olmadığını düşünüyor.Özellikle gazetecilerimiz perde arkasından elde ettikleri duyumlar üzerinden spekülatif yorumlar yapmaktan hiç de geri durmamaktadır. Ammâ Berat Albayrak, samimî bir şekilde gerçek istifa sebebini açıkça beyan etmiş olsaydı bu gibi spekülasyonların da ortaya çıkmasının önüne geçmiş olurdu. Kaldı ki gerçekleri dile getiren böyle bir açıklama, kendi ruh sağlığı açısından da faydalı olurdu. Çünkü devlet sırrı hariç iç politikada yaşanan güç kavgası/kaybı/hayal kırıklığı bağlamında ifade edilemeyen her düşünce, insanın içini kemiren bir virüstür.

Ben yine de her şeye rağmen, isterseniz bana “amma saf bir yapın varmış” diyebilirsiniz, resmî açıklamaya sadık kalarak, ona hüsn-ü zan besleyerek yorumlarıma bu minval üzere devam edeceğim. Çünkü sağlık da istifa etmenin bir sebebi olabilir. Hem milletine, hem de kayınpederi olan Cumhurbaşkanına karşı kendini ispatlama ihtiyacı duyan genç Bakanımız, bütün gayretli çabalarına rağmen sistem içinde mükemmel bir sonuç elde edememenin sıkıntılarını yaşamış olabilir. Bu bağlamda genç Bakanımız, daha çok psiko-somatik “sağlık sorunları” yaşamış olabilir.

Ne var ki “sağlık sorunları” yaşayan ve görevini bundan dolayı layıkıyla yerine getiremeyen bir insan, görevini bırakır bırakmaz tedavi sürecine girmesi gerekmez mi? Ama sanki “sağlık sorunlarını” unutmuşçasına genç Bakanımız, bunun yerine “Bundan sonraki süreçte artık zamanımı uzun yıllardır zorunluluktan ötürü ihmal ettiğim ve bana desteğini hiçbir zaman esirgemeyen annem, babam, eşim ve çocuklarıma ayıracağım.” diyor.

Bakan Bey, zorunluluktan dolayı ailesini ihmal etmiş, halbuki ailesi ona destek vermekte her zaman yanında olmuş. “Çok büyük hedeflerle çıktığı bu yolculukta” hem sağlığını yitirmiş, hem de ailesini ihmal etmiş olan bir insan profilinin psikolojisini nasıl tahlil etmek gerekir?

Yoksa Bakan Bey, “Büyük ve Güçlü Türkiye hedefini” gerçekleştirme yolculuğunda aciz kaldığını itiraf edememenin ve hatta Türkiye’nin iktisaden küçülmesine ve malî yönden zayıf düşmesine sebebiyet vermiş olmanın hayal kırıklığını yaşamışlığın buhranını hissettiği için, istifa etmiş olmasın?

Olamaz diyebilirsiniz, çünkü Bakan Beyin, “Enerjide olduğu gibi ekonomide de ektiği tohumlar çokta uzak olmayan bir gelecekte koca koca çınarlara dönüşecek ve ülkemizi tam bağımsızlık hedefine ulaştırdığına şahit olacağız.” Bir çınarın koca koca olması, aslında yüzyıllar alır, ammâ olsun bu sadece bir benzetme diyebilirsiniz. Öyle ise çokta uzak olmayan bir gelecekte Türkiye, iktisadî yönüyle büyüyecek, Türkiye’nin borçları olmayacak, hayat standartları yükselecek, işsizlik azalacak, enflasyon ve faiz oranları sıfıra doğru gerileyecek, gelir dağılımındaki adalet sağlanacak. Bizde Bakan Bey gibi “İNŞALLAH” diyelim. Bundan sizin en ufak şüpheniz var mı? Olmamalı. Çünkü müstafi Bakan Bey, “Bundan en ufak bir şüphem yoktur.” diyor.

Bakan Albayrak Beyin Optimizmi ve Mükemmeliyetçiliği

İyimserlikleri ile ileriye dönük hep güven aşılamak isteyen, mükemmel sonuçlar bekleyen, fakat arzu edilen olumlu gelişmelerin bir türlü ortaya çıkmamasını görüp de hayal kırıklığına uğramak, optimist ve mükemmeliyetçi kişilerin bir özelliğidir. Optimizm ve mükemmeliyetçilik, sonuç vermeyen bir yorucu yarıştır. Dolayısıyla yarışçı bu koşuda er veya geç öz güvenini kaybeder. Yarışçı, hatalarını görmek ister ve bunları detaylarda aramaya başlar, düzeltmeye kalkar ama yine sonuç alamaz, hataların sistemden kaynaklandığını fark edemez.

Mükemmeliyetçi şahıslar, özellikle siyaset sahnesinde bağlı oldukları lidere karşı kendilerini sorumlu hisseder. Liderin gözüne girebilmek, halktan takdir ve alkış alabilmek için, işlerin mükemmel bir şekilde işlemesine yönelik kontrol mekanizmasını geliştirir. En çok korktuğu şey, tenkit ve eleştiri almak ve mahcup duruma düşmektir. Etrafa optimist görüntü verme çabasında olan mükemmeliyetçi şahısların iradeli güçlüdür, dış görüntüleri zırh gibi sağlam görünse de hassas ruhludur.

Kabul ettikleri prestijli işlerini en iyi bir şekilde yapma gayreti gösterirler ammâ buna yönelik motivasyon genelde dışsaldır, yani içerden gelen bir içgüdü ile bu işleri üstlenmezler. Dışarıya karşı başarı göstermek zorunda oldukları için, azami derecede çalışırlar. Bu da aslında ruhsal yönden pek sağlıklı bir süreç değildir. Çünkü süreç, iddialı bir şekilde azami çaba ile başlar, artan stres ile devam eder ve nihayetinde fiyasko ile sonuçlanır. Bu da depresyona yol açabilir.

Mükemmeliyetçilik duygusunun kökleri, kişinin şahsiyeti ve doğuştan gelen karakteri ile ilgili olabilir. Bu durum, bazen zorlayıcı davranışlara da yol açabilmektedir. Mesela bütün iyi niyetli çabalarına rağmen belirledikleri hedeflere ulaşmada yeterli olamadıklarında mükemmeliyetçilik tuzağına düşebilirler. Bu şu anlama gelmektedir: Elde edilen başarılar veya başarısızlar, kendi öz değerleri ve benlik saygınlıklarıyla eş değer olarak görülür. Başarı elde ettiklerinde sürekli olarak daha optimal hedefin peşinde koşarlar ve/fakat bu süreçte üstünlük kompleksine yakalanabilirler ve baş olmak isterler. Tam tersine başarısız olduklarında bunu kendilerinden bilirler ve büyük bir hayal kırıklığına uğrarlar.

Mükemmeliyetçi şahıslar, hep kara-ak kategorisine göre düşünür. İşini düzgün yapamayan, mükemmel değildir ve otomatikman kaybedenlerden sayılır. Kendilerini yargılarlar, hesaba çekerler, hatalarını büyütürler. Mesela işine ve mesleğine son derece düşkün olan bir Japon, çözümleyemediği bir sorun karşısında ilk olarak intiharı düşünür ve işin millî ehemmiyetine göre gerekirse “Harakiri” ile hayatına son verir.

Şuurlu Müslüman idareciler ise, dürüstlüğün bir simgesi olarak, başarılı olamadıkları bir görevden dolayı intihar etmez ammâ hatasını, eksikliğini itiraf ederek, istifa yoluyla görevinden şerefiyle ayrılır. Ancak mükemmeliyetçi şahıslar, görevlerinden ayrılırken, kendilerini başarısız hissetmelerin ötesinde içinde bulundukları stresin getirdiği psikolojik yükle beraber derin bir mahcubiyet yaşarlar ve kendi özel dünyalarına çekilme ihtiyacı duyarlar.

Velhâsıl-ı Kelâm

Bu bağlamda şahsen Berat Albayrak’ın istifa sebebi, ruh sağlığı ile ilgili olduğunu düşünmekteyim. Ancak görevinde başarısız olmasının tek sebebinin de kendisinden kaynaklanmadığınıbiliyorum. Çünkü Türkiye’nin Cumhuriyet tarihindeki en büyük yönetim reformu olarak kabul ettirilmek istenen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, iktisadî yönden liberal modeli ve faizli banka sisteminin yanında ideolojik olarak Kemalist/Laik üst sistemin temel unsurlarını dokunmadan onun bir alt sistemi olan parlamenter sistemden devlet başkanlık sistemine geçiş modelinden başka bir şey değildir.

Kısacası borca dayanan faizci para kredi sisteminde ekonomiden sorumlu hangi bakan gelirse gelsin, Türkiye’nin iktisadî refahına ve sosyal adaletine yönelik olarak kalıcı bir başarı sağlaması mümkün değildir. Bu yönüyle Berat Albayrak mazur sayılmalıdır. Yapılması gereken üst sistemi, âdil bir nizama dönüştürmektir, vesselâm.