Siyaset, ‘insan idare etme san’atı’ olarak tarif edilir. Hattâ, at terbiyecisi ve binicisi için kullanılan ‘seyis’ kelimesinin de arabçada, aynı kökten geldiği söylenir. 

Bizde politikanın kötü bir şey olduğu sanılır ve bu yüzden bazıları, ‘Biz siyaset yaparız, politika değil..’ derler. İkisi arasında ne fark vardır denildiğinde de, şairâne tasvirler devreye girer, ‘Birinden nûr akar, diğerinden kir!.’

Aslında ise, özü itibariyle yoktur birbirinden farkı.. Çünkü, politika, zannedildiği gibi, ikiyüzlülük ve deihanet kumkuması demek olmayıp, eski grekçede, ‘devlet idare etme san’atı’ demektir. 

***

İnsan, cem’iyyet halinde yaşamaya mecbur olan bir canlıdır. Cemiyyet halinde yaşamak ise, belirli disiplinleri gerektirir. Bir ahırda bile hayvanlar, kendi aralarında, dişiyle,boynuzuyla,tekmesiyle veyazekâsıyla en güçlü çıkanın istediği şekilde hareket etmek zorunda kalırlar. Başka türlü olursa, tam bir kaos hali yaşanır. 

***

İnsan cemiyyetini idare etmenin de muhtelif şekilleri vardır. Gönül alarak, tehdit ederek, döverek, korkutarak, ümid ve hediyeler vererek, menfaatler sağlayarak, alkışlayıp alkışlatarak, vs.  

Genelde, ‘idarecilik adına, hiçbir ahlâkî sınır tanımaksızın her türlü davranışın caiz olduğu’ görüşü, daha çok, 500 sene öncelerde yaşayan Floransa’lı Niccolo Machiavelli’ye nisbet edilir. Halbuki, onun hükümdarlara verdiği ve ‘makyavelizm’ olarak nitelenen tavsiyelerinin daniskaları, ondan çok önce yazılmış bizdeki ‘Siyasetnâme’lerde de vardır. Hem de hani, ‘Şeytana bile pabucu tersinden giydirmek’ denilen cinsten tavsiyelerle.. 

***

Zaman zaman ‘dost meclisleri’ndeki sohbetlere -genelde- dinleyici olarak katılıyorum. ‘Dost Meclisi’ denilse de, fikirler ayrı ayrı.. 

İstanbul seçimlerinde alınan sonuçlar, karşıtlarımızdan çok, kendi saflarımızda bir tuhaf yankılandı. ‘Kusur, samur kürk olsa, kimse almaz sırtına..’ misali, hattâ düne kadar, muhalif cephenin sözcüsüymüş gibi yazıp konuşanlar bile, bu olumsuz sonuçtaki paylarını görmeyip, kederli bir görüntü veriyorlar. 

***

Siyaset’in dünya hayatı gibi inişli-çıkışlı olmasına şaşılmamalı.. En doğrusu, ‘zafer ve yenilgi günlerinin insanlar arasında döndürülüp durulduğu’na dair olan (Âl-i İmrân-140.) âyette anlatılmak istenen hikmete bigane kalınmaması.. 

Hele de son üç çeyrek yüzyıl yerlerde yüzükoyun kapaklanmış olan büyük sosyal kesimlerin; ilkelerle, anayasa denilen ve süngüucuyla dayatılmış kurallar yığınıyla frenlenmiş olmalarına rağmen, sadece şu son 17 yıl boyunca elde ettikleri kısmî bir iktidar imkânı ardından gelen bu olumsuz sonuç, çoğunu eleştiri küpüne dönüştürmüş.. 

Eleştirilen konular sanki sadece bu döneme aid ve öncesinde bu memlekette her şey güllük- gülistanlık imişçesine.. Ve de herbirimizin de bu yanlışlarda paylarımız yokmuş gibi.. 

Merhûm Âkif ne demişti: 

‘Yıkmak, insanlara yapmak gibi kıymet mi verir?

Onu, en çolpa herifler de, emin ol, becerir.

  

Sâde, sen gösteriver, 'İşte budur kubbe!'diye,

İki ırgatla iner şimdi, Süleymaniye.

  

Ama, gel kaldıralım dendi mi, heyhat, o zaman

Bir Süleyman daha lâzım yeniden, bir de Sinan..’

***

Bir arkadaştan, bir tv kanalında yayınlandığı anlaşılan bir video geldi. 

Konuşan kişi, fotör şapkalı birisi.. Ben ‘alevî dedesi’yim’ diyor. 1937-Dersim Faciası’nda kemalist rejim tarafından oğluyla birlikte asılan Seyyid Rızâ’nın da torunu ve 1948 doğumluymuş. Yani, dedesinin idâmından 10-11 yıl sonra doğmuş.. ‘Bütün kötülüklerindin’den geldiğini söylüyor. 

Halbuki, dedesi Seyyid Rızâ, idâm edilirken, ‘Biz evlâd-ı Huseynik, vallah mazlûmâne giderük’ demiş, o en hassas merhalede, Hz. Huseyn’e ve onun dinine mensubiyetini zikretmişti. Bu kişi ise, ‘Hiçbir hükûmeti bu kadar kötü görmedim..’ diyor. Ve, dedesini astırıp, geride mezar bile bıraktırmayan bir isimden de, ‘Bunlar M.K’in tırnağı bile olamazlar!’ diye söz ediyor. 

İnşaallah da olamazlar!