Her sabah bir bulut takılıyor aklıma. Her akşam aynı karanlığa sığınıyor gökyüzü. Reyhan kokulu bahçelerde şarkılar mırıldanıyor kediler. Bu eşsiz senfoniye eşlik ediyorken kâinat, güneş hiç itiraz etmeden, hiç yorulmadan doğuyor yorgun ve kaybettiklerini bulamamış insanlığın üzerine..

“Kalbim eskisi gibi değil. Artık her atışını hissediyorum” dedi hastanede sıra bekleyen adam. “Galiba şu an ellerimi tuttuğun için..” diyerek gülümsedi hayat arkadaşı.. Sevginin insanı onaran en büyük duygu olduğuna bir kez daha inandım. Hayata hep umutla bakan, sevdiklerine ölmeden önce değer veren, bırakın insanı eşyayı dahi incitmeden yaşayan ve gittiği her yere dalga dalga iyilik götüren insanlar da var. İyi ki..

Ömür takvimimden eksilen yapraklar kadar ait değilim sanki bu mevsime ve sahip olmaya gelmediğim dünyaya. Bir ruh yitimi değil de yalnızlığı sevmek belki.. Kalabalığa, tatil kültürüne, bitmeyen işlerin peşinden koşan insanın dünya telaşına rağmen bizi yaz akşamları gibi serinleten, ruhumuza bahar esintisi getiren bir şeyler olmalı. Bazen yıllardır görüşmediğiniz, konuşurken her kelimenin arkasında kendinizi bulduğunuz bir dost, kimi zaman da dünyaya ait olmayan, uzaklardan gelmesine rağmen fıtratımızda yankılanan İlâhi bir ses.. Eğer bir gün o sesi duyarsanız içinizde, hiç bırakmayın ellerini. Size rakamlardan, reklamlardan, yeni çıkanlardan bahseden, toplumu yüksek bir balkondan seyrederek sürekli eleştiren, hep başkalarını yargılayan insanlara değil, yüce gönüllerin, toprak kadar tevâzu ehli hayatların yoldaşı olun.

Her ağaca umut, her çiçeğe sevgi, her karanlığa ise sabır ve duâ ile nice aydınlıklar müjdesi olarak bakmalı insan. Zira diğer türlü ölü ruhlar mezarlığına dönüşüyor dünya.. Kimi zaman yaşamak eylemine dair umudumuzu tüketiyoruz değil mi? Bazen toplumsal sorunları, gelecek kaygısını sürekli konuşuyor ve ruhumuza, kalbimize karşı yapılan her saldırının ardından niçin yaşadığımızı unutuyoruz. Böyle zamanlarda kendimle baş başa kalmayı, önceliklerimi yeniden gözden geçirmeyi ve dertlerimi daha sahih olanlarla değiştirmeyi tercih ediyorum. Ve hep bir ayet teselli ediyor, Rabbiyle konuşmak isteyen insanı: “O gün ne malın mülkün bir yararı olur, ne de evladın. Ancak selim bir kalple Allah’ın huzuruna çıkanlar müstesna..”(Şu’arâ/89)

İçimizdeki âhların, dilimizdeki lâl olmuş kelimelerin anlatamaya yetmediğini bilerek derin bir mahcubiyetle okumalıyız sevgili dost. Kitabı ve onun yeryüzüne dağılmış ayetleri olan kâinatı. Sınandığımız, aldandığımız, unutulduğumuz ve ara sıra nereye doğru yürüdüğümüzü unuttuğumuz bir hayatın amaçsız olması ne mümkün? Şimdilerde çoklukla övünenler, egolarıyla yaşayıp varlıkla sınananlar, yetimin elinden tutmayanlar, evladını, eşini ve sevdiklerini putlaştıranlar bilmeli ki insanın asıl yurdu dünya değildir. Bütün bunların hiçbir fayda sağlamayacağı o günden nasıl olur da hiç korkmaz insan?! Daha fazla zengin olmanın yollarını arayanlar, görünmek, fotoğraf çekinmek ve daha fazla beğenilmek için yaşayanlar, konforlarından asla taviz vermeyenler o çok sevdikleri bedenlerinin bir gün ceset olacağını ve gerçek mânâda ölümün ruh ölümü olduğunu nasıl unuturlar?

Kalbi selim olmak; her eylemi incelik ve zerâfetle gerçekleştirmek, her insana ayet gözüyle bakmak ve kalplerin sahte sevgilerle sınandığı zamanlarda gerçek sevgiyi yaşamaktır.. Yeryüzünde övünç sebebi olan hiçbir şeyin geçerliliğinin kalmadığı, beşikteki bebeklerin bile saçlarını ağartan o günde Rabbine anlamlı bir öykü anlatanlardan, O’ndan razı olan ve O’nu razı eden bir teslimiyetle huzuruna gidenlerden olmaktır. Kötü eylemlerin öznesi haline gelen, din-dar olmakla, namaz kılmakla aynı zamanda ahlâklı bir insan olduğunu düşünen fakat taş atana gül atmak, kardeşinin derdini dert bilmek gibi kalbi selim erdemlerden uzak yaşayanlardan olmak en büyük imtihanımız sanırım. İktidarla, yönetilemeyen güçle ve kendi benliğini tanrılaştırmakla sınanan modern insanın yavaşlamaya, yalnızca ruhunun sahibine teslim olmaya ne kadar çok ihtiyacı var değil mi?

Öfkesini yönetebilen, söze yâr olan, başkalarına değer atfederek onların iyiliği için çaba gösterenlerden olmak çok zor değil. Farklı fikirlerin insanlar arasındaki uçurumları büyüttüğü, düşüncenin değil şahısların öne çıkarıldığı, hayattan uzak hissi dindarlığın kapitalist ve gösterişçi hayatlar inşa ettiği zor dönemlerde selim bir kalbe dönmekten başka çıkış kapısı göremiyorum. Teopolitik çağın emeği, kaliteyi ve düşünceyi değersizleştirdiği bir dünyada artık yeni çözümler bulmak, insanlığın içine düştüğü anlamsızlık krizine karşı yeni söylemler değil artık daha somut eylemler geliştirmek zorundayız. Bizler önce kendi hayatlarımızı değiştirme yoluna girer ve sorumluluklarımızın bilincinde olursak toplumun da iyiliğe, huzur ve mutluluğa doğru dönüştüğünü göreceğiz. Bu topraklara olan umudumuzu asla kaybetmeyelim yeter ki..