Hüseynî ailesi
Kudüs’te şehrin ileri gelen ailelerinden birisi olan “Hüseynî” ailesi adından da anlaşılacağı üzere peygamber efendimizin torunu Hz. Hüseyin’in soyuna mensubiyetlerinden dolayı seyyid olarak geldikleri Kudüs’te sultanın emri üzere Kudüs müftülüğü, şeyh-ül harameyni Kudüs ve Nakîb-ül Eşraflık gibi önemli vazifelere getirileceklerdi. 18. yüzyıl'ın sonunda Kudüs müftülüğüne getirilmelerinden, 20. asrın ortalarına kadar da bu vazifeyi sürdüreceklerdi. Böylece Kudüs’ün en itibarlı ailelilerinden olan Hüseynîler, Kudüs’ün ser muhafızları ve Kudüs eşrafının da en tepesindeki aile olmuşlardı.
Bir aile geleneği: Kudüs müftülüğü
Ailenin büyüklerinden dedesi Hacı Hasan el-Hüseynî ve babası Tâhir Hüseynî gibi Kudüs müftüsü olan Şeyh Tâhir el-Hüseynî de tıpkı büyükleri gibi bu ulvi vazifeyi oğullarına hazırlamayı kendisine görev bilecek ve üç oğlundan birisinin (Kâmil, Emin ve Fahri) kendisinin yerine geçmesini arzu ederek onları bu ulvi vazifeye hazırlayacaktı.
Bir müftü doğuyor
Tarihler 1895’i gösterdiğinde işte böyle saygın bir müftü ailesinin içinde dünyaya gelen Tâhir el-Hüseynî’nin küçük oğlu Hacı Emîn el-Hüseynî, ileride hiç şüphesiz Hüseynî ailesinin müftülük geleneğine şerefle vurulmuş bir damga ve Filistin davasının da ilk lideri olacaktı.
Emîn el-Hüseyni, henüz erken yaşlarda Kur’ân hıfzını tamamladı.
Kudüs müftüsü olan babası küçük evladı ile yakından ilgilendi ve Emîn el-Hüseynî böylece ilk ilmî tahsilini de müftü olan babasından almış oldu.
Henüz erken yaşlarda Kur’ân hıfzını tamamlayan Emîn el-Hüseynî ailesindeki ilmî ve örfî eğitimin yanı sıra Kudüs’te bir mahalle mektebine kaydoldu.
Daha sonra, Türkçe eğitim veren bir hükümet okulunda Türkçesini ilerletmiş, ardından da mahallî bir Fransız okulunda Fransızca ve diğer dünya dillerinden bazılarını öğrenmişti.
Dünya ise o dönemde büyük güçlerin tetiklediği bir savaşa sürükleniyor ve batının yere sermek istediği hasta adam Osmanlı’nın çöküş sinyalleri artık iyiden iyiye hissedilmeye başlanıyordu.
Tarihler 1908’i gösterdiğinde babası Tahir Efendi'nin vefatı üzerine, babası yerine ağabeyi Kâmil Efendi Kudüs müftülüğüne getirilince, kendisi de böylece ilmî gelişimini tamamlamak ve İslâm dünyasını yakından tanımak üzere dönemin en ünlü ilim merkezi olan el-Ezher Üniversitesi'nde eğitim görmek üzere Mısır’ın yolunu tutacaktı.
Emîn el-Hüseynî el-Ezher'de
Ailesi onun ileride Kudüs müftüsü olması için el-Ezher'de iyi bir eğitimden geçmesi gerektiğini düşünüyordu.
1912 senesinde Ezher'e kaydolan Hüseynî, burada fıkıh, ilm-i kelam, Arap Dili ve Edebiyatı ve felsefe gibi dersler aldı.
Aldığı ahlak, terbiye ve zekâsı ile çevresini etkileyen, lider yapısı ile kısa zamanda arkadaşları arasında fark edilen Hüseynî, burada bir yandan Ezher'e devam ederken, öte yandan bir edebiyat öğrencisi olarak şimdiki Kahire Üniversitesi’ne devam etti. Burada dönemin önemli düşünürlerinden Muhammed Abduh ve Reşit Rıza gibi isimler ile tanışma fırsatı buldu. Reşit Rıza'nın kurduğu Dârü'l Dâvâ el-İrşad fakültesinde okudu.
Mısırlı İslâmî hareket ve ilim adamı olan Reşit Rıza, bu kabiliyetli genç ile yakından ilgileniyordu. Yine bu dönemde Hasan el-Benna gibi İslâm dünyasının ileri gelenleriyle tanıştı ve onlarla Arap dünyası ve İslâm ümmetinin problemleri konusunda fikir alışverişinde bulundu. Böylece Emîn el-Hüseynî’nin ilk siyasî faaliyetleri burada filizlenmişti.
Kader-i İlahi, onu bir ilim adamından ziyade bir aksiyon ve hareket insanı olmaya doğru itiyordu.
(Sağdan sola) Emîn el-Hüseynî ile yeğenleri İbrahim Said el-Hüseynî ve İshak Derviş, Osmanlı ordusunda askerlik yaparken, 1914-1917 yılları.
Kahire'de bulunduğu sıralar siyasal eğitimin bir "başkaldırı ruhuna" çevrilebileceğini yakinen görmüştü. Bu ruhu yaymanın en etkili alanlarının ise camiiler ve okullar olduğunu tahlil etmişti.
Kudüs'e döner dönmez, Filistin halkını yaklaşmakta olan tehlikeye karşı uyarmak için bir seri makaleler yazmaya başlayan bu idealist adam, öte yandan dinî bir okulda yarım gün öğretmen olarak çalışmaya başladı.
O yıllarda ise Filistin’e Yahudi göçü hızlanmaya başlıyordu ve bu durumdan oldukça rahatsız olan Hüseynî, böylece yaklaşan Siyonist tehlikeye karşı Filistin toplum örgütlenmelerini organize etmeye başladı. Hem İngiltere’nin emperyalist emellerini enselerinde hisseden hem de 19. asrın sonlarında başlayan yoğun Yahudi göçlerinden tedirgin olan Filistinliler böyle bir ortamda Filistinli aydınların çözüm arayışlarını da oldukça değerli buluyordu.
Tarihler 1913’ü gösterdiğinde hacca gitmek isteyen annesine eşlik eden Hüseynî böylece bundan sonra isminin başına eklenecek olan el-Hac (hacı) sıfatını kazanacaktı.
Emîn el-Hüseynî Çanakkale savaşında
Hac dönüşü Ezher’e tekrar dönmeye fırsat bulamadan 1. Dünya Savaşı'nın patlak vermesiyle birlikte İstanbul’a giden Hüseynî burada mektebi Harbiye’ye kaydoldu ve 1915 yılında buradan kurmay subay olarak mezun oldu. Bir süre subay olarak İzmir’de görev yaptıktan sonra sultanın özel ilgi ve alakası ile Teşkilat-ı Mahsusa ’da görev alan Hüseynî bu sayede teşkilatın Kudüs sorumlusu olmuştu.
Hacı Emîn el-Hüseynî hakkındaki doğru bilgilere onun hatıratları ve nakilleri vasıtasıyla sahip olduğumuz üstad Ali Ulvi Kurucu’nun nakline göre, Emîn Hüseynî I. Dünya Savaşı’nda, Çanakkale ve Galiçya’da Osmanlı ordusunda gönüllü bir subay olarak savaşmıştı. Yine Emîn el-Hüseynî hakkında bugün edindiğimiz bilgilerin önemli bir kısmını da kendisinden duyduğumuz, Hüseynî ile Kahire’de birçok kez bir araya gelen son Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’de bu bilgiyi teyit ediyordu.
Filistin'in ana şehirlerini ve bölgelerini temsil eden Üçüncü Filistin Ulusal Kongresi delegeleri. Pankartta sağdan sola Arapça şöyle yazıyor: "Filistin Hz. İsa'nın beşiğidir"; "Mescid-i Aksâ'yı koruyun"; "Filistin Araptır." Son sıranın sağdan üçüncüsü, müstakbel Filistin lideri Hacı Emîn el-Hüseynî, Kudüs müftüsü olmadan birkaç ay önce. Hayfa, 1920.
Kudüs işgal altında
Savaş ile beraber bütün bir Avrupa ve Ortadoğu’nun haritaları da değişmiş, sınırlar yeniden çizilmiş ve aynı tarihlerde Şerif Hüseyin’in başlattığı Arap isyanının da etkisi ile İngiltere bölgede 400 yıldır süren Osmanlı hâkimiyetine son vermişti.
Çok geçmeden tarihler 9 Aralık 1917’yi gösterdiğinde Kudüs İngiliz işgal kuvvetlerince işgal edilmişti.
Savaş sonrasında memleketine dönen Hüseynî Kudüs’ü İngiliz işgali altında bulduğunda artık kendisine daha fazla görev ve sorumluluk düştüğünün de farkına varmıştı. Üstelik o dönem yayınlanan Balfour Deklarasyonu ile Filistin topraklarının İngilizler tarafından Yahudilere yurt olarak bırakılacağı vaadi onu harekete geçirmeye yetecekti. Aynı dönemde bu deklarasyonun verdiği cüretle Filistin’e Yahudi göçü hızlanmış ve Avrupa’da ortaya çıkan Nazi tehdidi ise bu durumu hızlandırmıştı.
Artık Yahudiler akın akın İngilizler nezaretinde Filistin’e göç etmeye başlıyor ve Filistinlileri zor günler bekliyordu.
Tüm bunlara şahit olan Hüseynî Filistin’de meydana gelecek olan önemli olayların bir parçası olmak istiyordu. Böylece kendisi ve taraftarları bir yandan İngilizlere, öte yandan Dünya Siyonist Örgütü'ne karşı büyük bir mücadele başlatacaktı.
Filistinliler bu göç dalgasının giderek büyüyeceğini ve kendi vatanlarına sahip çıkmak adına bir şeyler yapılması gerektiğini fark edip büyüyen bu tehdide karşı çeşitli direnme metotları ve grupları kurmaya başlıyorlardı.
İşte böyle bir ortamda Filistinli Araplar için Hacı Emîn el-Hüseynî, İngiliz ve Yahudilere karşı mücadeleye girişmeyi göze alan ilk önder ve onuru çiğnenmiş halka yeniden itibar kazandırmaya aday ilk kişi olacaktı.
Direniş grupları kuruluyor
Emîn el-Hüseynî böylece Kudüs’te Arapları temsilen İngilizlerin genel vali yardımcılığına getirilse de üç ay sonra İngiltere’nin bölgedeki siyasetini protesto ederek istifa etti ve Filistin ulusal hareketini örgütlemeye başladı. Bu sırada halk arasında yeni başlayan isyan hareketlerine katıldı ve 1918-1919 ayaklanmalarında büyük rol oynadı.
"Yahudi ve İngilizlere karşı mücadele etmekle görevli Fedâiyyûn adlı küçük grupları organize etmeye başladı ve Filistin’de ilk siyasî teşkilât olarak kurulan en-Nâdi’l-Arabî başkanlığına seçildi."
Filistinli Araplar için Hacı Emîn el-Hüseynî, İngiliz ve Yahudilere karşı mücadeleye girişmeyi göze alan ilk önder ve onuru çiğnenmiş halka yeniden itibar kazandırmaya aday ilk kişi olacaktı.
Hüseynî, En Nadi el-Arabî'nin başına geçer geçmez, bütün gayretini ulusal bir kongre toplanması için harcadı. Yıllar önce, daha bir talebeyken Kahire'de arkadaşlarıyla sözleştikleri gibi o ve etrafındakiler halkı bilinçlendirmek için büyük bir gayretin içine giriştiler. Şehirli sınıf olduğu kadar köylü kesim arasında da kampanya başlattılar.
Sonunda nihayet 27 Ocak - 9 Şubat 1919'da Birinci Filistin Ulusal Kongresi toplandı ve Filistin'in Suriye ile birleşmesi, İngilizlere karşı mücadele ve Antisiyonizm kararları alındı.
17 Haziran 1919’da Halîlürrahman’a gelen King Kreyn Amerikan araştırma heyetini protesto mahiyetinde bağımsızlık gösterileri yapıldığında Hüseynî bu faaliyetlere önderlik ettiği ve Balfour deklarasyonuna karşı çıktığı gerekçesiyle İngilizler tarafından tutuklandı.
"Emîn el-Hüseynî’nin dikkatleri üzerine çektiği asıl olay 1920 Nisan ayında Nebi Musa şenlikleri sırasında vuku buldu. Kaynaklara göre gerilimi tırmandıran o ve arkadaşlarıydı. İngilizler onu tutuklamak isteyince Şam’a kaçmayı başardı ve Filistin halkı için bir vatan temin etme mücadelelerini orada sürdürdü."
Suriye'de Fransız işgali
Bu dönemde onun kurtuluş için öngördüğü çözüm ise Filistin’in Faysal’ın krallığı altında Suriye ile birleşmesiydi.
Emîn el-Hüseynî ve arkadaşları Suriye ile birleşildiği takdirde Yahudi tehlikesinin durdurabileceğine inanıyorlardı. Çünkü o sırada iki senedir fiili olarak bağımsız olan Suriye ile birleşmeye yönelik adımların atılması ve bu konuda bir kitle desteğinin örgütlenmesi İngilizlerin Balfour politikasını değiştirmeye vesile olabilirdi.
"Ancak İngiltere Sykes-Picot anlaşması ile Fransa ile gizli bir anlaşma yapmış ve haritalar çoktan belirlenmiş, sınırlar çoktan çizilmişti."
Böylelikle temmuz ayında Fransız işgal kuvvetleri Beyrut'tan hareket ederek Şam'a doğru ilerlemeye başladılar ve 25 Temmuz 1920'de Şam'a girdiler ve Suriye Fransızlar tarafından işgal edildi. Bu durumda Emîn el-Hüseynî ve Filistinli Araplar, umut bağladıkları büyük Suriye devleti yıkılınca tam bağımsız bir Filistin devleti fikrine yönelmek zorunda kalacaklardı.
Suriye’de umduğunu bulamayan Emîn el-Hüseynî için yeni bir hicret yolu gözükmüştü. Şam'ı terk edip Ürdün'e geçti ve Ürdün nehri ile Amman arasında bir çöl bölgesi olan Ayn el-Huwari'de bir bedevi kabilesinde saklandı.
Buradaki eşraf ve aşiret reislerinin isteği ve Filistin’deki Arapların İngiliz yönetimine baskıları üzerine İngiliz yönetimi Hüseynî hakkında af çıkarmak zorunda kaldı ve böylelikle Kudüs’e dönen Emîn el-Hüseynî burada kahramanlar gibi karşılandı.
Onun için mücadele asıl şimdi başlıyordu. 1919-1920 yıllarındaki başkaldırma ve protestolar, Suriye’ye kaçışı ve hapis cezasına çarptırılsa dahi yılmaması onun Filistinlilerin gözünde ulusal bir kahraman olmasını sağlamıştı.
Böylece herkesin umudunu yitirdiği bir anda mücadele azmini bir an olsun yitirmeyen Emîn el-Hüseynî, Filistin siyasî arenasında önemli bir boşluğu dolduracaktı.
Kudüs'ün yeni müftüsü: Hacı Emîn el-Hüseynî
Tarihler 21 Mart 1921’de halen Kudüs müftülüğünü sürdürmekte olan ağabeyi Kâmil el-Hüseynî’nin vefat etmesi üzerine, Emîn el-Hüseynî halkın teveccühü üzerine 8 Mayıs 1921 tarihinde Kudüs Müftülüğüne getirilecekti. Kendisinin müftülük görevine atanması Filistin’in her tarafında moral kaynağı olmuş ve artık Kudüs müftüsü olan Hüseynî’nin İslâm dünyası ile bağlantılar kurması kolaylaşmıştı.
1922'de el-Meclisü'l-İslâmî el-a'lâ (Yüksek İslâm Şurası) başkanlığına seçilmiş ve böylece müftünün Filistin üzerindeki otoritesi daha da artmıştı. Şeriat mahkemeleri, mahkeme görevlilerini işe alma ve çıkarma, dinî okullar, yetimler yurdu, evkaf yönetim kurulu ve fonlarını kontrol eder duruma gelmişti.
Emîn el-Hüseyni'nin ağabeyi Kamil el-Hüseynî.
"Başkanlığı döneminde Müslüman topraklarının Yahudilerin eline geçmemesi için yoğun bir çaba harcayacak ve bu amaçla Emr-i bi’l-Maruf Nehy-i ani’l-Münker adında bir teşkilat kuracaktı."
1920'ler boyunca el-Hüseynî'nin dinî girişimleri, Filistin'in her tarafında İslâmî canlanmayı kamçılamıştı. Onun kurmuş olduğu bu teşkilat Filistin'de müstakil bir kuruluş halinde çalışarak bölgedeki vakıf arazilerine sahip çıktı ve bölgede yetimhaneler, spor merkezleri, hayır kurumları ve şer'î mahkemeler kurdu.
"Onun sayesinde toplanmış olan Filistin İslâm Cemiyeti böylece İslâm dünyasında etkin bir kurum haline gelmişti."
“Emr-i bi’l-Maruf Nehy-i ani’l-Münker” teşkilatını kuran el-Hüseynî, Mescid-i Aksâ'daki içerisindeki Kubbetu's-Sahra ve Kıble Camii’nin yenilenmesini sağlamıştı.
Emîn el-Hüseynî’nin bu iki üst düzey makama oturduktan sonra ise gerçekleştirdiği en büyük ve etkileyici proje hiç kuşkusuz İslâm'ın üçüncü kutsal mabedi olan Mescid-i Aksâ'daki içerisindeki Kubbetu's-Sahra ve Kıble Camii’nin yenilenmesi oldu. Bu iki camiin onarımının önemli gayelerinden biri de İslâm coğrafyasında Kudüs'ün ve Filistin'in konumunu canlı ve diri tutmaktı. Tamir için uluslararası bir fon oluşturulması, hac mevsiminde Hicaz'a daha sonra diğer İslâm ülkelerine gönderilen temsilciler ve geri dönüşümler Emîn el-Hüseynî'yi İslâm coğrafyasında çok saygın bir konuma yükseltti.
Onarım işi ise Kemaleddin adlı bir Türk mimar başkanlığında yürütüldü. Mimar Kemâleddin Bey'in, kendisine 1925'te İngiliz Kraliyet Mimarlar Akademisi üyeliğini kazandıran ve 1922'de başlayan, titiz çalışmaları ile iki camiin restorasyonu 20'li yılların sonuna doğru bitirildiğinde Kubbetus Sahranın gri kubbesi bugün aşina olduğumuz şekilde altınla kaplanmış oldu.
İşgale karşı müftü'nün siyasî çözüm arayışları
Emîn el-Hüseynî bölgede giderek artan Yahudi nüfusuna karşı bir yandan askerî hazırlığını yapsa da diğer yandan sahip olduğu konumlarla siyasî olarak bir çözüm yolu arayışlarında da bulunuyordu. Filistinli gruplar kendisinin cihat emri vermesini istese de, o bir yandan İngilizlere diğer yandan ise Siyonist Yahudilere karşı çatışmaya girmeye henüz hazır olunmadığını düşünüyordu.
Kendisi pragmatik ve hamlelerinin sonucunu kestirebilen, mevcut güç dengelerini iyi hesaplayan bir lider olarak; uluslararası siyaseti ve etkin aktörleri kullanarak mücadele etmeyi ilk etapta bir çözüm yolu olarak arayacaktı.
"Bu vesile ile İslâm dünyasının her yerine temsilciler göndererek Yahudi göçlerinin ve İngiliz sömürgeciliğinin iç yüzünü anlattı ve Filistin davasına tüm İslâm âleminin destek vermesi çağrılarında bulundu."
1931’de Filistin sorununun dar bir çerçeveden kurtarılıp tüm Müslümanların gündemine girmesi için Suriye, Lübnan, Irak, Suudi Arabistan, Mısır ve Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 22 ülkeden din adamlarının katıldığı Dünya İslâm Kongresi düzenlendi ve Emîn el-Hüseynî bu kongrenin ilk başkanı seçildi.
Kendisi bu kongrede katılımcılara Yahudilerin Filistin ve Mescid-i Aksâ ile ilgili planlarını ve emellerini bir kez daha anlatmış ve yardım çağrılarını yeniledi. Bu dönemde yaşanan Burak duvarı olayları ile ilgili onlara 1929’da başlatılan fiili mücadeleyi izah etti. İngiliz Parlamentosundan Senatör Sir Walter (Smart)’ın yarım milyon sterlin karşılığında Yahudi Davası’nı savunduğunu belgelerle ispat etti.
Böylece Emîn el-Hüseynî 1930’ların ortalarında Siyonizm karşıtı faaliyetlerini artırırken, aynı zamanda İngilizlerin Filistin’e yönelik politikalarını değiştirmek amacıyla 1930’da Filistin heyetinin başkanı olarak İngiltere’ye gitti ve görüşmelerde bulundu. Roma’ya giderek Papa ile görüştü ve Filistin’in Araplara ait olduğunu bir kez daha yeniledi.
1936’da ise bölgede büyük bir Filistin kıyımı başladığında bütün Filistinli grupların oy birliği ile Yüksek Filistin Heyeti başkanlığına getirildi ve Filistin topraklarının bölünmesi için yapılan çalışmalara bütün gücüyle karşı çıktı. Böylece müftü İngiltere’nin bölgede uygulamak istediği Yahudi devleti emellerine ve Yahudilerin kurmuş olduğu milis çetelere var gücü ile fikri ve askerî olarak karşı çıkıyordu.
1937 yılında İngiltere’den gelen Lord Peel başkanlığındaki heyetin 1937 yılında kararlaştırdığı Filistin taksim planını reddederek Filistin bağımsız bütünlüğünün mücadelesini sürdürdü.
Müftü Almanya'da
26 Eylül 1937 yılında Celile bölgesinin komiserliğini yürüten Lewis Andrews Nasıra’da öldürülmüştü.
Bu olay üzerine Arap Yüksek Komitesi olayı kınayan bir bildiri yayınlasa da İngilizlerin aradığı bahane ortaya çıkmıştı.
30 Eylül 1937 yılında İngiliz ordu komutanlığı konseyin dağıtılması ve konsey üyelerinin tutuklanması için harekete geçti. İngilizler bu sayede kendilerine ayak bağı olan Hüseynî’yi durduracaklarını düşünüyorlardı.
Ancak Hüseynî bir yolunu bulup haremi şerifte 4 ay saklandıktan sonra küçük bir gemi ile Lübnan’a geçmeyi başaracaktı.
İngiltere Lübnan’da işgalci durumunda bulunan Fransa’dan Emîn el-Hüseynî’yi isteyince müftü Irak’a geçti.
Ancak Irak’ta 1941 yılında İngilizler tarafından işgal edilince arkadaşlarıyla birlikte bu kez İran’a gitti. İngilizler ve Ruslar İran’ı işgal edince Emîn el-Hüseynî için büyük bir arama operasyonu başlatıldı.
İngiliz mareşali Emîn el-Hüseynî’nin yerini bildirene 20.000 sterlin para ödülü verileceğini ilân etse de Hüseynî bir şekilde yine kaçmayı başardı ve Filistin Arap cemiyeti adına destek arayışlarını sürdürdü. Türkiye’ye sığınma çabaları da başarısız olunca Emîn el-Hüseynî’nin Avrupa’ya gitmekten başka çaresi kalmamıştı. İngilizler tarafından her yerde aranıyordu ve bu sebeple Ortadoğu’daki herhangi bir ülkeye sığınması mümkün değildi.
Böylece 1937-1941 yılları arasında Irak, Türkiye, Bulgaristan, İtalya ve Almanya gibi devletleri dolaşarak Filistin için bağımsızlık arayışlarını sürdürdü.
Dünya ise o dönemde İkinci Dünya Savaşı'na tutuşmuş ve bir yandan İngilizler diğer yanda Almanlar kendi taraflarındaki ülkelerin liderliklerini yapıyordu.
Hitler'le görüşme
Emîn el-Hüseynî savaşı fırsat bilip 1941’de savaşı kazanacaklarına inandığı Almanya ve mihver devletlerin desteğini alabilmek için Berlin’in yolunu tuttu ve onlarla yakın durmaya çalıştı. İngilizler tarafından her yerde aranıyordu ve bu sebeple Ortadoğu’daki herhangi bir ülkeye sığınması mümkün değildi.
1945 yılına kadar Berlin’de kalan Hüseynî burada Filistin davasını anlatmaya çalıştı ve Filistin’e Yahudi göçünü engellemek için çaba sarf etti. Bu süreçte yayınladığı bildiriler ile Arapları Yahudi ve İngilizlere karşı ayaklanmaya çağırıyordu.
"Bu durum dolaylı olarak Almanların işine geliyordu. Almanlar İngiliz sömürgesindeki Müslüman cemaatleri etkilemek ve onları İngilizlere karşı kışkırtarak Süveyş kanalını ele geçirmek için Emîn el-Hüseynî’yi desteklediler."
Müftü burada sonradan kendisine çok eleştiri getirileceği Hitler ile görüştü. 28 Kasım 1941’de Hitler’le yaptığı bu görüşme ve sonrasında Sovyetlere karşı Balkan Müslümanlarından oluşturulan birliklere öncülük etmesi birçok tartışmayı da beraberinde getirdi. Bu görüşmede Müftü, Hitler’den Araplara hitaben bir deklarasyon yayınlamasını istemiş; buna karşılık kendisi de İngiliz sömürgesi altındaki Arap halklarını ayaklandırmayı vaat etmişti. Ancak Hitler görüşmede bu talep için erken olduğunu vurgulamıştı. Bu, ancak Alman orduları Kafkaslar’a ulaştığında mümkün olabilirdi.
Müftünün sonradan kendisine çok eleştiri getirileceği Hitler ile görüşmesi.
Hitler'e Yahudi soykırımı fikrini müftü mü verdi?
Burada geniş bir parantez açacak olursak;
"Hitler’le yaptığı zorunlu ittifak yüzünden Emîn el-Hüseynî bugün hala Nazilerin katliamlarına ortak olmakla suçlanıyor. Oysa Nazilerin Yahudilere nefreti daha 1933’te kendini göstermişti."
1939’da Polonya’nın işgalinden sonra toplama kamplarına tıkılan Yahudiler burada insanlık dışı uygulamalara maruz kaldılar. Yahudilerin topluca katledilmeleri ise Müftü-Hitler görüşmesinden yıllar önce, 1939 yılının Temmuz’unda çoktan başlamıştı. Ayrıca müftünün böyle bir istekte bulunması Filistin’e Yahudi göçünü hızlandıracağı için bu bilginin algı yönetiminden başka bir şey olamayacağı aşikârdır. Üstelik Hristiyan Avrupa’nın Yahudi katliamı için başkasının rehberliğine pek ihtiyacı yoktur. Gerçekler bilinse de Siyonistler bu olayı bugün bile hala propaganda amaçlı kullanmaya devam ediyorlar.
Hatta İsrail Başbakanı Bünyamin Netanyahu Ekim 2015’te düzenlenen 37. Dünya Siyonist Kongresi’nde yaptığı konuşmada 2. Dünya Savaşı sırasında yaşanan Yahudi soykırımından Kudüs Müftüsü Hacı Emîn el-Hüseynî’nin sorumlu olduğunu ve Hitler’e Yahudileri topluca yok etme fikrini Kudüs Müftüsünün verdiğini iddia etmişti.
İşte bu sebeple bugün Hüseynî hakkında yazılan biyografiler genellikle İngiliz ve Yahudi yazarlar tarafından çarptırılmıştır. Hakkında yazılanlar İngiliz ve Siyonist kaynaklara dayandırılarak yazılınca haliyle Müftü hakkında çok büyük bir bilinçli dezenformasyon yapılmaktadır.
Bugün Siyonistlerin Emîn el-Hüseynî’nin Hitler ile beraber fotoğraflarını dünyaya servis ederek algı yönetimi yapmalarının sebebi bundandır.
Netanyahu, 37. Dünya Siyonist Kongresi’nde yaptığı konuşmada 2. Dünya Savaşı sırasında yaşanan Yahudi soykırımından Hacı Emîn el-Hüseynî’nin sorumlu olduğunu ve Hitler’e Yahudileri topluca yok etme fikrini Kudüs Müftüsünün verdiğini iddia etmişti.
Oysa kendisi Almanya’da mecburen kaldığı süre boyunca Nazilerin nasyonal sosyalizmine asla sıcak bakmamış ve burada Nazilerin işgal ettikleri ülkelerden Filistin’e Yahudi göçünü engellemeye çalışmıştır.
Almanlar kaybediyor
Ancak her iki tarafta istediğini alamayacak ve savaşı İngilizler kazanacaktı. Savaşın sonucu belli olunca Hüseynî Fransa’ya sığınmak zorunda kaldı.
Fransa ise Hüseynî’yi bir koz olarak elinde tutuyor, İngiltere, Yugoslavya ve Amerika’nın savaş suçlusu olarak iade ve yargılama taleplerini reddediyordu.
"Ömrü sürgünlerde ve yollarda, ülkesinin bağımsızlığı için mücadele arayışında geçen Hüseynî buradan Mısır’a kaçmayı başaracak ve mücadelesini oradan sürdürecekti."
İsrail devleti kuruluyor
11 Haziran 1946’da Kahire’de Arap Birliği’nin kararıyla kurulan el-Hey’etü’l-Arabiyyetü’l-ulyâ li-Filistin’e başkanlık eden Emîn el-Hüseynî kısa zamanda Kudüs, Şam, Beyrut, Bağdat ve Karaçi’de bu teşkilâta bağlı bürolar açtı. Ayrıca yine aynı teşkilâta bağlı olarak Asya, Avrupa, Afrika ve Amerika’da temsilcilikler kuruldu. Emîn el-Hüseynî, bütün bu teşkilâtların masraflarını karşılamak üzere Beytülmâl el-Arabî adıyla bilinen bağımsız bir fon oluşturdu. Birleşmiş Milletler teşkilâtının 29 Kasım 1947 tarihinde benimsediği Filistin taksim planı engellenmeye çalıştı.
Ancak onun tüm bu çabası; Arap ülkeleri liderlerinin Filistin konusundaki samimiyetsizliklerine ek olarak Siyonist Yahudilerin küresel güçlerden yardım ve destek almasıyla 14 Mayıs 1948’de Filistin toprakları üzerinde bir İsrail Devleti’nin kurulmasına engel olamadı.
Kendisi İsrail’in kurulmasından sonra Mısır’da zorunlu olarak ikamet cezasına çarptırılsa da o, gizli yollarla Filistin fedailerine silah temin etme dâhil direnişin içinde olmaya devam etti.
Böylelikle bir türlü anlaşamadığı ve samimi bulmadığı Arap ülkelerin liderleri tarafından dışlanan Emîn el-Hüseynî 1 Aralık 1948 tarihinde Gazze’de toplanan I. Filistin Halk Meclisi’nde işgal altındaki toprakların kurtarılması ve Yahudilere karşı mücadelenin yürütülmesi amacıyla Genel Filistin Hükümetinin kurulduğunu ilân etti. Arap ülkelerinden bu hükümeti desteklemelerini istedi. Ancak bu talep çiçeği burnunda Arap devletlerini ikiye bölecekti. Merkezi Kahire’de bulunan bu hükümetin faaliyetleri kısa bir süre sonra Mısır hükümeti tarafından engellense de Emîn el-Hüseynî mücadelesinden hiçbir zaman vazgeçmedi. Müftünün sürgünde olduğu 10 yıl içinde bölgede dengeler değişmişti.
Müftünün karşında bir Haşimi: Ürdün Kralı Abdullah
Ürdün Emiri Abdullah “Büyük Suriye” hülyasına kapıldığından Filistin topraklarında bağımsız bir devlet kurulmasını istemiyordu. Diğer Haşimî liderleri onu desteklerken Suudi Arabistan ve Mısır ise karşısında yer alıyordu. Bu yüzden Müftü, 1946’dan sonra İsrail’den çok, Arap devletleri arasındaki bu dengeyle mücadele edecekti.
Kral Abdullah, Müftüye göre Filistin davasının önündeki en büyük engeldi.
Müftü 1948 Arap-İsrail savaşı öncesinde düzenli Arap ordularının Filistin topraklarına girmesini istemeyerek bunun yerine Filistinli milis güçlerin savaşmasını uygun bulmuş; Arapların da onlara maddî ve askerî kaynak sağlamalarını talep etmişti. Çünkü Arap devletlerinin Filistin topraklarını kendi aralarında bölüşmelerinden korkuyordu. Bu konuda pek de haksız sayılmazdı. Zira Ürdün Kralı Abdullah ile Siyonistler arasında Filistin topraklarını paylaşmaya yönelik bir anlaşma çoktan yapılmıştı. Öte yandan Hacı Emîn el-Hüseynî’nin planları için büyük bir tehlike olduğunu fark eden Kral Abdullah onun Filistinli milislere komuta etmesine de izin vermedi. Bir sonraki adımı bu gerilla birliklerine silah bıraktırmak olmuştu. Bu şartlar altında 1948 savaşı tam da İsrail’in ve müttefiki Abdullah’ın istediği şekilde neticelendi ve bölgede İsrail devleti kurulurken kral Abdullah Doğu Kudüs ile yetinmek zorunda kaldı.
İhanetinin bedelini 1951’de Kudüs’te Mescidi Aksa’nın merdivenlerinde bir Filistinli kurşunuyla can vererek ödeyen Kral Abdullah, Müftüye göre Filistin davasının önündeki en büyük engeldi. Diğer Arap ülkeleri ise çıkarları gereği ya onun karşısında ya da yanında yer alıyorlardı. Dolayısıyla Emîn el-Hüseynî’nin İsrail’e karşı Arapları birleştirmesi bir hayalden öteye geçemedi.
Dünya İslâm Kongresi
Öte yandan müftü 1951’de Pakistan Karaçi’de kırk beş İslâm ülkesinin katılmasıyla toplanan Dünya İslâm Kongresi’ne yeniden başkan seçildi. Kahire’den sonra faaliyet merkezini 1959’da Beyrut’a taşıyan Emîn el-Hüseynî siyasî çalışmalarını burada sürdürdü. 1962 yılı Mayıs’ında otuz yedi İslâm ülkesinin iştirakiyle Bağdat’ta toplanan Dünya İslâm Kongresi’ne de başkanlık eden Emîn el-Hüseynî, yine aynı yıl Mekke’de kurulan Râbıtatü’l-Âlemi’l-İslâmî teşkilâtına da kurucu üye olarak katıldı.
Müftüden sonra Filistin davası
Onun sonrasında ise Filistin davası ve mücadelesi Arap liderler nezdinde birçok mücadeleye şahit oldu.
"1952 Hür Subaylar darbesinden sonra Cemal Abdülnasır bir süre Müftü’ye destek verse de Müslüman Kardeşler ile ilişkileri yüzünden ileride araları açılacaktı. Bu yüzden çalışma merkezini 1959’da Beyrut’a taşımıştı."
Cemal Abdülnasır bir süre Müftü’ye destek verdi.
1967’deki Arap-İsrail savaşında ise İsrail topraklarını iyice büyütmüş ve Filistin halkını mülteci durumuna düşürmüştü. 1973’teki Enver Sedat’ın liderliğindeki Yom Kippur Savaşı da dengeleri değiştiremedi. Filistin halkının geleceği gün geçtikçe karartılıyordu. Bunda İsrail kadar Arap devletlerinin de hiç kuşkusuz payı vardı. Filistin meselesi onlar için o kadar kutsaldı ki, halkları nazarında meşruiyetlerini sağlamaktan ve bölgesel gerilimlerin görüşüldüğü müzakere masalarında kullanılacak bir joker olmaktan öteye gitmiyordu.
1950’den sonra Hacı Emîn el-Hüseynî de bu siyasî oyunların kurbanı olmuş, sürekli yeni ittifak arayışlarına girmiş ve her seferinde sükût-ı hayale uğramıştı. Ayrıca yeni kurulan Filistin Kurtuluş Örgütü ve el-Fetih hareketiyle Filistinliler de parçalanmıştılar. Bütün bu olumsuz gidişata rağmen yılmadan çalışmalarını sürdüren Müftü, yaşadığı süre boyunca İsrail’in varlığını asla kabul etmeyerek İsrail ile doğrudan görüşmelerin uygun olmayacağını, bu toprakların Filistinlilere ait olduğunu ve geri alınması için gerekirse harp edilmesi fikrini hayatı boyunca taşıyarak, 4 Temmuz 1974’te Beyrut’ta gözlerden uzak şekilde sessiz sedasız vefat etti.
"Kendisi ömrünü sadece Filistin davasına öncülük etmekle sınırlamamış aynı zamanda, Ortadoğu’nun küresel sömürge düzenine karşı Arap birliği ve İslâm birliği gibi uluslararası iki önemli kuruluşunda ortaya çıkması için de uğraşmıştı."
Ancak kendisinin yıllarca mücadele verdiği İslâm dünyasının birliği ve topyekûn olarak Filistin davasına sahip çıkılması isteği bir türlü mümkün olmadı ve İslâm dünyasındaki ve Filistin konusundaki tefrika ve ayrılıklar derinleşerek devam etti.
Vefat ettiğinde geride uğrunda bir ömür vakfettiği Filistin topraklarında İsrail bayrakları dalgalanıyorsa da kendisinden sonra gelecek mücadele adamlarına büyük bir ilham kaynağı oldu.
Allah rahmet eylesin.
Kendisi ile defalarca bir araya gelen Şeyh Şamil’in torunu Said Şamil onun için;
"Fransızlara karşı Cezayir'de Emir Abdülkâdir; İngilizlere karşı Sudan'da Muhammed Mehdî; İtalyanlara karşı Libya'da Senûsî ve Rif'i, İspanyollara karşı Emir Abdülkerim’di. Bunlar zalimlere karşı nasıl savaştılarsa, Yahudilere karşı Filistin'i müdafaaya çalışan Kudüs Müftüsü Emîn el-Hüseynî de işte böyle mücadele veren bir mücahitti."
Hatıratlarında kendisinden çokça bahseden üstad Ali Ulvi Kurucu ise onun hakkında şunları söyleyecekti;
“Kendisiyle muhtelif zamanlarda birçok kez görüştüm. 1962 yılında Mekke-i Mükerreme'de kurulan Rabıtatü'l-Âlemi'l-İslâmî teşkilatına kurucu üye olarak katılmıştı. Toplantılar için Mekke'ye geldiklerinde Said Şamil Bey (Bu zat Şeyh Şamil'in torunudur) ile birlikte Medine-i Münevvere‘ye de uğrarlardı. O vakitlerde kendisini ziyaret ederdik. Filistin Müftüsü Emîn el-Hüseynî 1917 yılından itibaren, İngilizlerin Filistin siyasetine ve topraklarına Yahudi göçmenler yerleştirilerek, yerli halkın yerinden yurdundan sürülmesi politikasına karşı çıkmıştır. Bu yolda mücadele eden ilk teşkilatları kurmuş, sulh yoluyla hak aramanın imkânsız olduğunu çabucak anlayarak, silahlı birliklerin teşkilinde de ilk adımları atmıştır. Kudüs Müftüsü olan ağabeyinin 1921 yılında vefatı üzerine, 26 yaşında iken, onun yerine Kudüs Müftüsü seçilmişti. 1974′te de vefat etti. Bütün ömrü mücadeleler, sürgünler, hapisler ve diyar diyar hicretlerle geçen bu büyük mücahit, halen devam eden Filistin İstiklâl Savaşı'nın ilk başkanı ve Filistin halkının millî kahramanıdır."