Şu karantina günlerinde maruz kaldığımız tatili, zorunlu ataleti, boş-luk kelimesiyle ifade ediyoruz.

Boş, tamtakır, tehi, tıngır, açık, çıplak demek. Karşıtı ise doluluk.

Dolayısıyla yok kelimesi gibi ontik bir değer ihtiva etmiyor; sıradan bir şey daha çok; ensemize yapışmış olarak hayata dâhil olmasıyla muteberlik katına oturmuyor. Diğer bir söyleyişle, doluluğu ancak boşlukta sağladığımızdan, boşluk kendisini bir tür doluluk olarak hissettiriyor.

Bu nedenle boş, gündelik hayatın rızık telâşı, başarma arzusu, yetişme gayreti, kazanma hırsı... bakımından hayatın bunca hareketliliği içinde, biraz itibar etmek de bir yana tümüyle boşladığımız bir kelime.

Hatta bize bitişikliği nedeniyle sıradanlaşması yüzünden ilgili deyimlerde acımasızca örselemişizdir onu. Örneğin “Sıçan düşse başı yarılır; fareler cirit oynuyor; tın tın ötüyor vb. sevimsiz bir varlık ya da durum üzerinden tedavüle konuşuşuzdur.

Oysaki her şeyden önce ailemizi muhafaza ettiğimiz en değerli yer olarak evlerimiz, boşlukta gerçekleştirdiğimiz kısmi bir sınırlandırmayla işlevselleştirilmiş küçük bir boşluktan ibarettir; sürekli elimizin altında bulunan bir sürahi, suyu doldurabilmek için boşluktan elde ettiğimiz bir boşluktur ve hatta giysilerimiz bile, içlerine kendimizi doldurmak için hazırlayıp, gardıropların boşluğuna astığımız bir boşluktur.

Öte yandan, dilimizdeki boş atıp dolu tutmak; boş bırakma-mak; boş boş bakmak; boş bulunmak; boş çıkmak; eli boş dönmek; boş boş durmak; boş geçmek; boş kalmak; boş gezenin boş kalfası; boş gürültü; boş kafalı; boş koymak; boş oturmak; boş söz; boş vermek; boş yere; boşa çıkarmak; boşa çıkmak; boşa gitmek; boşa koysan dolmaz, doluya koysan almaz; boşa kürek çekmek; boşan da semerini ye; boşboğazlık etmek; boşluğunu almak; boşta kalmak; boşu boşuna vb. bir anlamsal doluluğu da yine boş-luk kelimesinden devşirmişizdir.

Bugün itibariyle dilimize pelesenk olması da sanırım bu yüzdendir. Normal şartlarda hiç aklımıza getirmediğimiz boş’luk, şimdi kaskatı bir nesne gibi tosladığımız bir hakikat olarak çıkıvermiştir karşımıza. Aslında tosladığımız kendi hakikatimizdir, zira işlevselleşmek üzere eli kılağında duran potansiyel boşluk, bizatihi kendimiziz.

Karantina günlerindeki boş zamanları nasıl değerlendirmemiz gerektiği konusunda ahkâm kesenlerin ıskaladıkları şeydir bu aynı zamanda. Kendilerinden değil, kendilerinde verili olan bir şeyden de değil, sanki tamamen dışlarındaki bir şeyden söz ediyormuş gibi söz ediyorlar ondan. Diyorlar ki mesela, “boş zamanınızı kitap okuyarak değerlendirin.”

İyi de neden kitap okusun zamanı boşa çıkmış olanlar?

Kitap okumak, okunanı yazarın fikirleriyle didişerek yorumlamak, şerh etmek, beğenmek, eleştirmek, taklit etmek ve yeniden üretmek üzere bir düşünmektir.

Oysaki insan, bizzat kendi nefsi için zorunlu kalmadığı sürece düşünmeyi sevmez ve gereksinmez. Bu bakımdan “İnsan düşünen hayvandır” sözü, düşünen insanın tanımına dairdir, salt insanın tanımına dair değildir. Mesleği düşünmeyi düşünerek düşünmek olanların durumu da parantez içinde tutulmalıdır bu yüzden. Zira kendisinin ve insanların hayrı için irfani ve felsefi anlamda düşünmek başlı başına ve bilinçli bir yönelimdir. Buna talip olanların sayıca çok azlığı hem kendisine hem de “insan düşünmeyi gerektirmez” şeklindeki yargının doğruluğuna bir delildir.

Öte yandan, okuma eyleminin kitap okumak şeklinde sınırlanması şehirlilerin az bir kısmına mahsustur. Kitapla mesafeli olan taşra kökenli şehirlilerin okuması, nostalji olarak tahakkuk ederken, taşradakilerin önüne açılmış olan dünyadaki görülecek ve bilinecek, dolayısıyla bu yönleriyle okunacak olanların çokluğu da yazılı olanı okumayı gereksizleştirmektedir.

Bu durumda “Boş zamanınızı kitap okuyarak değerlendirin” diye önerenlerin muhatabı sayıca çok azalmaktadır.

Eğer okumaktan kasıt, düşünmeye talip olanların okuması ise, onların en güzel kitapları okumaları kat ediliyor olmalıdır.

Porust’un “Güzel kitaplar bir tür yabancı dilde yazılmışlardır” sözüne bakarsak, burada da ciddi problemlerle karşı karşıyayız demektir. Zira okumanın bir zaman israfından öte, göz ve emek israfına dönüşmesi an meselesidir.

Benim bu konudaki düşüncem Laca’ınkine yakındır.

İnsanları okuma, bilme, tecrübe edinme konusunda zorlamayınız. Çünkü siz ne derseniz deyiniz, onlar her durum ve şartta kendi ihtiyaçlarına uygun olanı seçeceklerdir.