İşte, "Câbir bin Abdullah kimdir? Câbir bin Abdullah nerede doğmuştur? Câbir bin Abdullah ne zaman doğmuştur? Câbir bin Abdullah nasıl Müslüman olmuştur? Câbir bin Abdullah hicret etmiştir? Câbir bin Abdullah nasıl evlenmiştir? Câbir bin Abdullah’ın cesareti, Câbir bin Abdullah‘ın hayatı, Câbir bin Abdullah’ın vefatı…" sorularının cevapları...

Uhud Harbi hazırlıkları günden güne ilerliyordu. Müslümanlar bir taraftan Hz. Peygamberin (a.s.m.) nezâretinde erzak hazırlıklarını tamamlarken, kılıç ve ok tâlimlerini de ihmal etmiyorlardı. Bu arada eli kılıç tutan genç ve yiğit Müslümanlar da Peygamberimize (a.s.m.) müracaat ediyor, harbe katılmak için müsaade istiyorlardı.

Bedir Savaşına katılamamanın iztirabı ve hüznüyle yanıp tutuşan bir genç de savaşa katılabilmek için Resulullaha (a.s.m.) müracaat etmişti. Resulullah (a.s.m.) gidip babasından izin aldığı takdirde savaşa katılabileceğini kendisine bildirdi. Biraz üzgün ve heyecanlı şekilde babasına giden bu genç, çocuk denecek kadar küçük bir yaşta babasıyla birlikte İkinci Akabe Biatında Resulullaha (a.s.m.) tâbi olmuş olan Câbir bin Abdullah'tan başkası değildi: Hz. Câbir'in babası Abdullah bin Amr (r.a) oğlunun arzusuna şöyle cevap verdi: "Sevgili evlâdım, yedi tane kız kardeşine bakıp himâye edecek başka bir kimse olsa idi, senin Uhud'da gözlerimin önünde şehid olmanı ne kadar isterdim!"

Cabir'in babası, oğlunu Uhud'da şehid olarak göremedi, ama kendisi aynı harpte kahramanca çarpışarak şehid oldu. Babasının şehid olmasından sonra âile reisliğini de üzerine almış olan Câbir(r.a.) genç yaşta Müslüman olmuş ve mümtaz vasıflarıyla Hz. Peygamberin (a.s.m.) defalarca takdirlerine mazhar olmuştu. Resulullah sık sık evlerine misafir gider, yemeğe kalırdı. Cabir'e babasından epey bir miktar borç miras kalmıştı. Alacak sahipleri de Yahudi idi ve devamlı olarak Câbir'i sıkıştırıyorlardı. Abdullah bin Amr'ın geride bıraktığı miktar çok az olduğu gibi, ancak küçücük bir hurma bahçesine sâhip olan Câbir'in bahçesindeki hurmaların geliri birkaç senede bile babasının borcunu ödeyecek durumda değildi.

Çok zor durum da kalan Câbir (r.a.) bir çare bulma ümidiyle bir seferinde Peygamberimize geldi:

"Ey Allah'ın Resulü, babam Uhud'da şehit düştü. Büyük miktarda da borç bıraktı, Alacaklılar sıkıştırıyorlar. Yardım ediniz de borcun bir kısmı gelecek seneye kalsın."

Peygamberimiz, Hz. Câbir'in teklifini kabul etti. Ertesi gün, hazırlığa başladı. Kâinatın Efendisi hânesine teşrif edecekti. Hanımına da tenbih ederek, "Bize Resulullah gelecek, sakın onu rahatsız etmeyelim" dedi. Ertesi sabah Peygamberimiz Hz. Câbir'in evine gitti. Ev sahibi bir koyun kesti, Peygamberimiz Hz. Ebû Bekir ve bâzı Sahabîlerle Hz. Câbir'in davetinde bulundular. Daha sonra Peygamberimiz, alacaklıları çağırmasını söyledi. Hz. Câbir onları çağırmaya gitti. Hanımı Peygamberimizi görünce perde gerisinden, "Ya Resulallah, bana ve kocama dua et" diye niyazda bulundu. Peygamberimiz de, "Allah seni ve kocanı mağfiret etsin" diyerek en hayırlı duâyı yaptı.

Bu arada olup bitenler Mektubat'ta şöyle anlatılır:

"Câbir, pederinin asıl malını guremâya [alacaklılara] verdi. Kabul etmediler. Halbuki bağındaki meyveleri kaç senede deynine [borcuna] kâfi gelmeyecek. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etti: 'Bağın meyvelerini kopanınız, harman ediniz.' Öyle yaptılar. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm harman içinde gezdi, duâ etti. Sonra Câbir harmandan pederinin bütün guremâsinin borçlarını verdikten sonra yine bir senede bağdan gelen mahsûlât kadar harmanda kaldı. Bir rivayette bütün kurmaya verdiği kadar kaldı. O hâdiseden borç sahipleri Yahudiler çok taaccüp edip hayrette kaldılar.

Hz. Câbir daha sonra hanımının Peygamberimizin duasını istediğini duyunca ona, "Ben sana Peygamberimizi rahatsız etmemeni söylememiş miydim?" diye çıkıştı. Hanımı da, "Resul-i Ekrem benim evime gelir de, ben ondan bana ve kocama dua etmesini nasıl istemem? Biz zaten Resul-i Ekremin himmet ve yardımı ile borcumuzdan kurtulduk" diye cevap verdi.

Bedir ve Uhud'da bulunamamanın üzüntüsünü her zaman hisseden Cabir, babasının vefâtından sonra hiçbir sefer ve gazâdan geri kalmadı ve Resulullahla (a.s.m.) birlikte 19 gazâya iştirak etti.

Babasının Uhud'da şehit olmasından sonra Hz. Câbir dul bir kadınla evlenmişti. Resulullah (a.s.m.) bu evlenmeden haberdar olduğu zaman, biraz da taaccüble kendisine, "Bakire mi, dul mu aldın?" diye sormuştu. Câbir (r.a.) şöyle cevap verdi:

"Ey Allah'ın Resulü, biliyorsunuz, benim yedi tane kız kardeşim vardır. Onlara bakıp saçlarını tarayacak, besleyip büyütecek tecrübeli birisini almak istedim. Onun için dul bir kadını tercih ettim."

Fevkalade yakışıklılığı ve kahramanlığıyla istediği kızla evlenebilecek durumda olan Câbir'in bu davranışı Resulullahın (a.s.m.) çok hoşuna gitti ve "İsabet ettin, ey Câbir" diyerek kendisini teyid buyurdu. Câbir'in (r.a.) evlendiği Süheyme binti Mes'ud isimli kadın, daha sonraları İslâma büyük hizmetlerde bulunmuştur.

Ensârın ileri gelenlerinden olan Hz. Câbir Medine'ye iki kilometre kadar uzak bir mesafede oturmasına rağmen, Peygamber Mescidinde, Peygamberimizin (a.s.m.) imamlığında kılınan bütün vakit namazlarına iştirak ederdi. Hz. Câbir'in kabilesi olan Seleme Oğulları bir ara Mescid-i Nebevî civarında boş olan yere yerleşmek istedi. Bunu haber alan Resulullah, "Ey Seleme Oğulları!

Yurtlarınızdan ayrılmayınız ki, izleriniz (sevaplarınız çok olsun" buyurdu. Hendek Harbi sırasında Müslümanlar en sıkıntılı günlerini yaşıyorlardı. Müslümanlar bir taraftan hendek kazarak muhasara için hazırlık yapıyorlar, diğer taraftan da açlık tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyorlardı. Hz. Câbir'in (r.a.) rivayet ettiği bir hadise, Müslümanların bu harpte çektikleri sıkıntı ve ıstıraplarının açık bir misâlidir. Hendek kazmakla meşgul olan Sahabiler, bir kaya parçasına tesadüf ederler ve onu bir türlü yerinden oynatamazlar. Resulullah (a.s.m.) kayanın üzerine biraz su serpmelerini söyler ve eline aldığı balyozu üç defa taşa vurur, taş param parça olup dağılır. Hz. Câbir der ki: "Dikkat ettim, Resulullah (a.s.m.) bu işi yaptığı sırada karnına açlığını bastırmak için taş bağlamıştı."

İşte bu sıkıntılı ve ıstıraplı günlerden birinde, Hz. Câbir'in evinde bir miktar arpa ile bir oğlak vardı. Hanımıyla konuşarak, onları Resulullah (a.s.m.) ve beraberinde bulunan birkaç Sahabeye ikram etmeye karar verdi. Zaten daha fazlasına da güçleri yetmezdi. Cabir Resulullaha (a.s.m.) gelip, "Biraz yemeğim var. Siz ve birkaç kişi buyurun" dedi. Resulullah, "Peki, hanımına söyle, ben gelinceye kadar yemeği ocaktan indirmesin, arpa ekmeğini de tandırdan çıkarmasın" buyurdu.

Biraz sonra Hz. Cabir Hendek mahallinden ayrılarak evine döndü. Bu arada Peygamberimiz (a.s.m.) iki elini ağzına götürerek bütün Ensâr ve Muhacirîne işittirecek bir sesle, "Ey Hendek ahalisi! Câbir bir yemek hazırlamış, bizi davet ediyor. Haydi gidelim" diye bağırdı.

Açlıklarını, karınlarına bağladıkları taşlarla gidermeye çalışan yüzlerce Sahabe bu davete icabet ederek, Cabir'in (r.a.) evinin yolunu tuttu. Sahabeler gruplar halinde evin içini ve civârını doldurmuştu. Bu arada, Hz. Câbir bir pişen yemeğe, bir de gelenlere bakarak, şaşkınlıktan ne yapacağını bilemez bir vaziyeter, "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn" demekten kendisini alamadı.

Sonra Resulullah (a.s.m.) geldi ve yemeği ortaya koymalarını emretti. Yemeğin başına geçerek dağıtmaya başladı. Biraz ekmek alıp, üzerine bir miktar pişmiş et koyarak sıraya dizilmiş olan Sahabelere dağıtıyordu. Yüzlerce Sahabe karnını doyurduğu halde, birkaç kişilik olan yemek bir türlü bitmek tükenmek bilmiyordu. Herkes yemeğini aldıktan sonra, Resulullah Efendimiz de bir miktar alıp yediler. Ve geride hâlâ ekmek ve et duruyordu. Hz. Câbir şöyle der:

"Bütün bin adam o sa'dan (arpadan), o oğlaktan yediler, gittiler. Daha tenceremiz dolu kaynıyor, daha hamurumuz ekmek yapılıyor. Zira Resulullah] o hamura, o tencereye mübarek ağzını koyup, bereketle duâ etmişti. Resul-i Ekremin (a.s.m.) bu nevi iltifatlarına birçok defalar mazhar olan Cabir (r.a.) ilmi önce Resulullahtan tahsil etmiş, daha sonra Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali, Ebû Ubeyde ve Talha'dan (r.a) tahsile devam etmişti. Bildiklerini başkalarına aktarmakta ve öğretmekte de çok cömert davrandı ve naklettiği beş yüzden fazla hadis-i şerif yanında İmam-ı Bakır, Muhammed bin Münkedir, Said bin Mina, Asim bin Omer bin Katade gibi çok kıymetli ilim adamlarını talebe olarak miras bıraktı.

Uzunca bir ömre mazhar oldu. Müslümanlardan herkese karşı şefkatli ve merhametli davranmakta çok hassas idi. Hz. Ali ile Muâviye arasındaki ihtilâfta Hz Ali'nin yanında yer almakla birlikte, daha sonraki ihtilafların dışında kaldı. Müslümanlar arasındaki ihtilaflardan söz edildiği zamanlarda şu hadis-i şerifi naklederdi:

"İnsanlar Allah'ın dinine cemaatler halinde girdiler. Yine zaman gelecek, cemaatler halinde ondan çıkacaklar. Ömrünün sonlarına doğru Haccâc'ın vâlilerinin zulüm ve sıkıntıları yüzünden fazlaca müteessir olmuş ve çökmüştü. Hicretin 74. senesinde 94 yaşında iken vefat etti. Haccac da dahil, binlerce Müslüman Hz. Cabir'in (r.a.) cenaze namazına iştirak etti. Sağlığında olduğu gibi, cenazesiyle de Müslümanların bir araya gelerek kaynaşmasına vesile olan Hz. Câbir'in şefaatinden Cenâb-ı Hak bizleri mahrum etmesin.