Eski ile yeninin uyumu çoğu zaman insanın hoşuna gidecek bir yumuşak geçişe işarettir. İyilik ve merhamette, maslahat ve hayırda bir uyum, elbette gönül cezbeden nostaljik güzellemeleri haklı da kılar.

Ne yazık ki; insan evladı dediğimiz canlı, nefsinin ya da egosunun, menfaatinin ya da cebinin yılmaz bir kavgacısı ve yanlışlarının pes etmez bir savunucusudur.

Söz konusu olan ‘kendi’ olunca, önüne ya da sonuna kendisine ait olduğunu ekleyebildiği her şeyi muhteşem sahiplenebilir ve anlamsız bir inatla kavgasını verir.

Benim fikrim, benim ailem, benim şehrim, benim ırkım, benim ülkem, benim cemaatim, benim tarikatım, benim, benim, benim…

Hatta benim dinim! Yani dinden benim anladığım.

O aşamaya ulaşıldığında, artık aksini iddia eden ya da bir başka fikri savunanlar doğal olarak aforoz edilmelidir.

İslam’da aforoz yok mu dediniz? Haklısınız. Bu dinde aforoz yoktur ama tekfir vardır. Ve biz bu metodu olur olmaz her yerde, kendi keyfimize göre kullanmaktan zerre çekinmeyiz.

Öyle ya, din bizim, kime ne?

Bir başkasının bizim hocadan daha doğru anlama ihtimali yoktur.

Bir başkasının bizim cemaatten daha sahih, daha sağlam yolu yoktur.

Bir başkasının bizim şeyhten daha salih, daha takva, daha Allah’a yakın bir şeyhi yoktur.

Hadi bütün bunları anladık bir yere kadar. Hadi bütün bunların ardında, doğru ya da yanlış en azından bir destek, bir temel vardır diyelim. Politik görüş ve partileri nasıl oluyor da bu tekfir mekanizmasına sığdırıyoruz?

Kendimizin hak yolda olduğumuzdan o kadar eminiz ki, bir başka yolu seçenlerin batıl olmaktan gayrı gidebilecekleri yön kalmamıştır!

Laik, demokrat ve sosyal bir hukuk devletinde politika yapmak amacıyla, belli tüzük kurallarına bağlı kalınarak kurulan siyasi partilere mensup olmanın bir Müslümana nasıl bir başka partiden olanları tekfir etme hakkı verdiğini henüz anlayamadım.

Aynı kurallara tabi, aynı kanunlarla seçilen ve aynı görevleri icra eden ve tek farkları başka isimde bir partiye mensup olmak olan vekillerin birbirlerini tekfir etme hakkını nasıl ve kimden aldıklarını da anlayamadım.

Tabii ki biliyorum; sizin parti aslında bir dava partisi ve sizin parti olmasa ne din kalır ne devlet, siz olmasanız zaten dünyanın ayakta durmasına da şaşar kalırdık, siz olmadan hayatın devam etmesi ne mümkün!

Başlıktaki çağdaşlıkla haricilerin ve politikayla İslami bir terim olan tekfirin mantıksız uyumunu izah etmeye hiç gerek yok.

Ve fakat arkadaşlar, hangi cüretle Allah’ın dinini kendi cemaat ya da partinize ram ettiğinizi çok merak ediyorum.

Ne büyükmüş kibriniz farkında mısınız?

Sizden olmayanı dinden atacak kadar büyükmüş evet!

Şimdi ne tarihin haricilerini ne de bu çağdaki benzerlerini kınamayı bırakın ve kendinize bir bakın.

Tevillerle dini bir gömleğe dönüştürdünüz ve siz çıkardığınızda cansız bir giyecek gibi aciz kalacak havası verdiniz, başkası çıkardığında da dinsizliğine hükmettiniz. Oysa, altı üstü sizin tasarladığınız bir gömlekti bu, ne din ne devletti…

Yapmayın, dini politikanıza alet etmeyin. Hatta dini politikalarınıza malzeme de etmeyin.

Dilediğiniz kavgayı yapın, dilediğiniz menfaati temin edin, dilediğiniz makama yükselin ama ellerinizi ve dillerinizi Allah’ın dininden uzak tutun yeterli. Politikanızı yapın, geçip gidin.

Bir büyük sahilde kumdan kuleler yapan çocukların gibisiniz, İslam’ın muhkem kalelerini dillerinize dolamanız size fayda etmez! Rüzgarda yükselen dalgalar kulelerinizi alıp gitti, geriye bir cılız iz kaldı…

Allah, bizi selamet yollarına hidayet eylesin, ki kurtuluş ancak budur.

- - - -