eçen gün Sibel Eraslan’ın bir çağrısı vardı: Marmara Denizi’nin kirliliği ve çöküşü, ne zaman başladı, kimin döneminde oluştu; yok sen yaptın, yok ben yaptım demeden, acilen çözmek zorundayız... Bakanlıklar, mahalli idareler, sivil toplum ve bireyler olarak bu sorumluluk hepimizin. Acilen odaklanalım...

Adem Özköse de bir twit attı: Tarihi Nusretiye Camii’nin denizden silueti işte böyle mahvedildi. İstanbul resmen gözlerimizin önünde acılar içinde kıvranıyor. 

Nereden başlayalım! Aslından ikisi de aynı gerçeğin parçaları gibi. Cami ve çevre insan ve ruh gibi. Mabed kalbe tekabül ediyor. Çevre bedene. İkisini birbirinden ayırdığınızda dünya hayatı sona eriyor.

Aslında cami cemaati ile fıtratın kefilidir. Cami ve cemaati o denize baktığında şahidlik ettiği konuda sorumluluk kuşanır.

İnsan çevreden yüzünü Mabed’e yönelir. Mabed’in içinde yüzü Mekke’ye döner. Hakk’a döner. Sonra camiden çıkar yeryüzüne dağılırlar. Onlar İbni Türab’dırlar. Onlar su’yun çocuklarıdır.

Mesele görmekse, o çok da değerli değil. Evet “keyifli”dir, ama değerli olan, o varmak istediğin yere doğru o yolculuğun çilesinde gizlidir.

İsrailoğulları, denizi geçtiler de ne oldu. Denizi geçtiler ama düz yolda yönlerini şaşırdılar. 10 günlük yolu 40 yılda gittiler, başlarında yine aynı peygamberler vardı. Dahası mucizeyi gördüler, Hz. Musa’ya, “sen aradan çekil Allah bize görünsün” diyecek kadar haddi aştılar da, lanetlendiler.

Zaferi görmek ve kutlamak güzeldir, ama en güzeli zafere giden yolda yürümektir. 

Hz. Musa ve Harun, kavmine hep, “vadilerinden bal ve süt akan” bir yerden söz ettiler, hem de 40 yıl süren bir yolculuk boyunca ve her ikisi de o yeri göremeden vefat ettiler.

Unutmayalım ki, kazanılan savaşların hainleri olabileceği gibi, kaybedilen savaşların da kahramanları vardır. Burada önemli olan, kiramen katibinin kayda aldığı defterde bizim adımızın nerede yazılı olduğudur. Bazan dünya hayatında kahraman ilan edilenler hain, hain ilan edilenler de kahraman olabilir. “Bu dünyada tartışıp durduğumuz şeylerin hakikatinin bize gösterileceği bir gün var”..

Sanırım görüntüye çok takıyoruz, çok takılıyoruz. İmaj gerçeğin yerini aldı sanki. “Cilalı adam devri”ni yaşıyoruz. Olduğu gibi görünen yok, göründüğü gibi olan da. Daha yakışıklı, daha akıllı, daha dürüst ve daha cesur görünüyor birçok kişi ama, aslında daha çirkin, daha cahil, daha sahtekar ve daha korkaklar. Şeytan tüyü taşıyorlar. Birileri marka takılıyor.

Camiden görünen deniz, ya da denizden görünen camiden öte camide insan kendi içyüzü ile yüzleşebiliyor mu, asıl o önemli, görüntü her şey değil. Sonra görüntüye takılıp kalıyoruz.

Anneler çocuklarının elbisesinin temizliğine gösterdiği özeni çocuklarının kalbinin temizliğine gösterebiliyorlar mı, ya da karınlarını doyurdukları özeni kafalarına doyurmaya gösterebiliyorlar mı?

Beden sağlığı güzel de, akıl sağlığı olmadan beden sağlığı ne kadar mümkün. Ahlakınız güzel değilse, satın aldığınız sanat eseri oltanıza taktığınız bir yem ya da yüzünüze taktığınız bir maskeden fazla bir anlam taşır mı? 

Sonuç o şey sizin için bir “mal”dır!

Bizim “Cami merkezli bir hayat” için birçok konuyu yeniden düşünmemiz gerek. Namaza ayarlanmış saatler ve cami merkezli bir mekan tanımı yanında, doğanın, ölenin, evlenenin, boşananın, dulun, yetimin, hastanın, mahkumun, kadının, erkeğin, gencin, ihtiyarın, öğrencinin, esnafın, işadamının, işsizin derdinin paylaşıldığı ve çözüm arandığı bir mekan düşünün, sadece namaz kılınıp dağılınan, kişilerin birbirinden habersiz olduğu bir mekan değil. Herkesin buluşma adresi, “Cafe”ler değil, Allah’ın evi olmalı. Ders çalışmak, sohbet etmek, bilgi edinmek için gideceği bir yer. Sıcak çorbası, kütüphanesi ile çevreyi kendine dert edinen herkesin birbirinin kederlerini ve mutluluklarını paylaştıkları mekanlar.

Böyle bir hayalimiz var. Bunun dijital bir altyapısı olsun istiyoruz. Sisteme katılan bütün camiler birbirine bağlansın. Cami merkezli bir E-Millet aynı zamanda, yaşadığı zamana ve mekana şahidlik eden bir ümmet. İnşallah yakın gelecekte size bu yöndeki bazı çalışmalar hakkında daha fazla bilgi verme imkanımız olur.

Kayıtlı cemaati ile herkesin bir sorumluluğu olduğu, herkesin birbirine yardımcı olduğu ve hep birlikte başkalarına yardımcı olunan mekanlar. Cemaatin ortalama geliri, başarısı, refah ve mutluluğunun izlendiği ve örgütlendiği kendi kendini kontrol eden bir mekanizma düşünün. Tartışan değil, okuyan, düşünen, müzakere eden “veresetül enbiya” ve “el emin” vasıflı, her biri, bir yanı ile bir diğerinden üstün olan, alameti farikaları olan bir topluluk.

Kesinlikle daha iyi bir gelecek için daha iyi bir ümmet, daha akıllı, dürüst ve cesur bir millet olmak zorundayız. Yoksa Allah’ın yardımı bize ulaşmaz. “Günah işleme özgürlüğü”ne (!) sığınarak kendi günahlarına meşruiyet kazandırma ve gizleme gayretindeki insanların yaptıklarını Allah görür ve onlara yardım etmez. Onların işlerini sarp dağlara sardırır. 

Kaldı ki, öyle bir özgürlük yok. Haklar zaten Vehbi’dir, özgürlükler Kesbi’dir. Özgürlük alanında, kişilerin ahvali şahsiyesine ait ayıpların kovuşturulması, bir başkasının şikayetine ya da, açık ve yakın bir tehlike oluşturmasına bağlıdır. Bizde kimse kimseye, “bana kimse karışamaz” diyemez. Kimse kimseye keyfi bir müdahalede bulunamaz, ancak kişiler verdikleri sözde durmak zorundadır. Bunun da çerçevesini “emri bil maruf, nehyi anil münker” çizer. Onun için zahidler, “beni bana bırakma Rabbim” diye dua ederler. Yoksa nefsi ile baş başa kalanlar, aynı zamanda Şeytanla da korumasız bir şekilde baş başa kalırlar ki, onların sonu hüsrandır! Biz birbirimizi ve başkalarına, adalete, barışa, özgürlüğe, hayra çağıracağız.

 Din kardeşlerimizle ittihad, erdemli insanlarla ittifak, başkalarına yönelik tehdit oluşturmayan ve değer üreten herkesle nimet ve külfet dengesine dayalı itilaflar gerçekleştireceğiz inşallah. Daha güzel ve daha yaşanır bir dünya için buna mecburuz. Bu dünyamızı mamur ederken, aynı zamanda ahiretimizi de mamur hale getirmek zorundayız. Yoksa dünya hayatı bizi aldatmasın.

Biz ahir zaman Peygamberinin ümmetiyiz. Ve önce kendi nefsimizden başlayarak, yakın çevremizi gözden geçirerek kendi nefsimizi, yaptıklarımızı, yapmamız gerekirken yapmadıklarımızın muhasebesini yapma zamanıdır. Şimdi her şeyi yeniden düşünme zamanıdır, yarın, çok geç olmadan. Çünkü biz kendimizi değiştirmeden, Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecektir. Hayr ya da şer Allah’ın iradesi içindedir, biz O’nun rızasına tabi olalım. Kurtuluş oradadır zira!

Selâm ve dua ile.