Çatışma, insanlık tarihi boyunca süregelen ve toplumların, bireylerin veya grupların çıkarları, idealleri, değerleri ya da kimlikleri arasındaki uyuşmazlıklardan doğan bir olgudur. Genel anlamda çatışma, iki ya da daha fazla tarafın aynı anda isteklerini gerçekleştiremeyeceği durumlarda ortaya çıkan anlaşmazlık ya da karşıtlık durumu olarak tanımlanabilir. Çatışmalar, bireysel düzeyden toplumsal, siyasal ya da uluslararası düzeye kadar geniş bir yelpazede kendini gösterir.

Çatışmanın Türleri

1. Bireysel Çatışmalar: Bireyler arasındaki anlaşmazlıklar ya da çatışmalar genellikle kişisel nedenlere dayanır. Kişisel çıkarlar, istekler, hırslar ve duyguların kesiştiği noktada ortaya çıkarlar.

2. Toplumsal Çatışmalar: Toplum içerisindeki farklı grupların, ideolojilerin ya da sınıfların çatışmasıdır. Bu tür çatışmalar, genellikle ekonomik, politik veya kültürel farklılıklar sonucu gelişir.

3. Uluslararası Çatışmalar: Devletler veya uluslararası aktörler arasında ortaya çıkan bu çatışmalar, egemenlik, sınırlar, kaynaklar veya siyasi çıkarlar gibi sebeplerle yaşanır.

Tarafları Çatışmaya Sevk Eden Gerekçeler

Çatışmaların altında yatan nedenler, genellikle çeşitli sosyal, ekonomik ve psikolojik dinamiklere dayanır. Bu dinamikler birbiriyle iç içe geçmiş olup, çatışmaları kaçınılmaz hale getirebilir.

1.       Kaynakların Sınırlılığı:

Çatışmanın en yaygın nedenlerinden biri, sınırlı kaynaklar üzerindeki taleplerin karşılanamamasıdır. Doğal kaynaklar, ekonomik imkânlar ya da toprak gibi sınırlı unsurlar, devletler veya toplumlar arasında çatışmaların merkezinde yer alabilir. Örneğin, su ve enerji kaynaklarının kıt olduğu bölgelerde, bu kaynaklara erişim konusunda uluslararası çatışmalar sıklıkla gündeme gelir.

2.       İdeolojik ve Dini Farklılıklar:

İdeolojiler ve inanç sistemleri, toplumları şekillendiren en temel faktörlerden biridir. Tarih boyunca din, ulusal kimlik ve siyasi ideolojiler, büyük çatışmalara zemin hazırlamıştır. Farklı dünya görüşlerinin bir arada yaşayabilme kapasitesinin sınırlı olduğu durumlarda, bu ideolojik farklılıklar çatışmaları körükleyebilir.

3.       Kimlik ve Etnik Sorunlar:

Kimlik politikaları ve etnik farklar da çatışmaların önemli bir boyutunu oluşturur. Toplumlar, etnik ya da kültürel kimliklerini koruma ve sürdürme konusunda çatışmalara girebilirler. Özellikle çok etnikli devletlerde bu tür çatışmalar, azınlık grupların hak arama mücadelesiyle başlayıp iç savaşlara kadar uzanabilir.

4.       Güç ve İktidar Mücadelesi:

İktidar hırsı, bireyler ve toplumlar arasında çatışmalara sebep olan en eski ve temel nedenlerden biridir. Güç mücadelesi, genellikle siyasi otoriteyi ya da yönetimi elde etmek amacıyla çıkar. Devletler arasında güç dengesi bozulduğunda uluslararası çatışmalar çıkabilirken, ülkeler içindeki güç çekişmeleri iç savaşlara yol açabilir.

5.       Ekonomik Eşitsizlik ve Adaletsizlik:

Sosyoekonomik dengesizlikler de toplumsal çatışmaların temelinde yer alır. Özellikle gelir adaletsizliği, yoksulluk ve işsizlik gibi sorunlar, toplumdaki gerginliği artırarak çatışmalara neden olabilir. Yoksul kesimler, adalet talebiyle isyan edebilir veya siyasi sistemin değişmesini isteyebilir.

6.       Korku ve Güvenlik Endişesi:

Bireylerin veya grupların güvenlik kaygıları da çatışmalara neden olabilir. Bir grup, kendisini tehdit altında hissettiğinde, savunma ya da saldırı amaçlı olarak çatışmaya girebilir. Bu, devletler arası çatışmalarda özellikle dikkat çeker; ülkeler, güvenliklerini garanti altına almak için askeri stratejilere başvurabilirler.

İsrail-Filistin Çatışmaları: Tarih, Gerekçeler ve İdeolojik Boyutlar

İsrail-Filistin çatışmaları, sadece coğrafi sınırlar ve kaynakların paylaşımıyla sınırlı olmayan, çok daha derin tarihsel, ideolojik ve dini dinamikler üzerine inşa edilmiş karmaşık bir süreçtir. 76 yıldır devam eden bu çatışmanın kökenleri, Filistin topraklarının işgal edilerek 1948’de Siyonist işgal devleti İsrail’in kurulmasıyla başlar. Ancak bu çatışmayı anlamak için sadece toprak ve kaynak paylaşımına odaklanmak, meseleyi yüzeysel bir bakış açısıyla ele almak olur. Çatışmanın zemininde, aidiyet hissi, dini inançlar, siyasi ve ideolojik hedefler, toplumsal ötekileştirme gibi çok katmanlı faktörler yer almaktadır.

İsrail Tarafının Motivasyonları: Dini-Ulusal Kimlik, Aidiyet ve Güvenlik Arayışı,

İşgal devleti İsrail’in kuruluşunun, 20. yüzyılın başlarında Avrupa’daki Yahudilerin maruz kaldığı antisemitizmin! bir sonucu olarak şekillendiği iddia edilmektedir. Bu süreç, Yahudilere yönelik sistematik dışlama tecrübeleriyle birlikte Yahudi toplumu içinde ulusal bir güvenlik arayışını doğurmuştur. İşgal devleti İsrail'in Filistin topraklarını işgal ederek kurulduğu ilk yıllarda, bu arayış, bir devlet sahibi olma ve halkını koruma güdüsüyle ! şekillenmiştir. Ancak zamanla bu işgal devletinin sınırları genişlemiş, Nil’den Fırat’a kadar olan coğrafyada kontrolü artırma ve genişleme politikası ön plana çıkmıştır. Yahudilerin üstün ırk ve bölgenin bu üstün ırka vadedilmiş topraklar olduğu anlayışı üzerine bina edilen bu zemin, başta Filistin halkı olmak üzere bölge insanına yönelik uygulanan şiddetin temel motivasyonu olmuştur.

İsrail’i çatışmanın merkezinde tutan en önemli motivasyonlardan biri, Yahudi halkı arasında güçlü bir aidiyet duygusunun var olmasıdır. Bu aidiyet duygusu, yalnızca Yahudiliğin dini bağlarına dayanmamakta, aynı zamanda seküler Yahudiler için de bir gruba ait olma ve toplumsal bir kimlik kazanma gereksinimiyle beslenmektedir. Özellikle Batı’da ve Tel Aviv gibi bölgelerde yaşayan seküler Yahudiler için çatışmalar, sadece dini bir misyonun değil, aynı zamanda Yahudi halkının güvenliği ve kültürel kimliğinin korunması anlamına gelmektedir.

Yahudilerin büyük bir kısmı, özellikle seküler Batı’da yaşayanlar, Yahudi kimliğine yönelik tehditlerin farkındalığıyla bu çatışmanın tarafı haline gelmiştir. İsrail’in varoluşunu sürdürebilme ve Yahudi kimliğini yaşatma güdüsü, bu çatışmanın devam etmesini sağlayan ana saiklerden biri olarak karşımıza çıkar. Dolayısıyla, İsrail tarafındaki çatışma motivasyonu, sadece toprak ya da kaynaklarla sınırlı kalmayıp, daha çok aidiyet bağları, toplumsal ve dini kimlik üzerine kuruludur. Bu aidiyet hissi, müntesiplerine çatışmaların devamlılığını sağlayan güçlü bir ideolojik dayanak sunar. İsrail, aidiyet duygusunu ve bağlarını kendisi için çatışmaların en önemli motivasyonu olarak değerlendirirken, Filistin direnişini zayıflatma ve etkisiz hale getirme stratejini de İslam dünyasının Filistin davasıyla aidiyet bağlarını koparma politikası üzerine kurgulamıştır.

Filistin Tarafının Motivasyonları: İşgale karşı Kurtuluş Savaşı ve İnsanlık adına Siyonizme karşı Direniş

Filistin tarafına baktığımızda, İsrail işgaline karşı süregelen mücadele, bir kurtuluş savaşı olarak tanımlanabilir. Filistinliler için bu çatışma, sadece kısıtlı imkânların paylaşımı üzerine kurulu değildir; bu, kendi vatanlarını kurtarmak ve bağımsızlıklarını geri kazanmak amacıyla verilen uzun soluklu bir direniştir. Filistinliler, topraklarının işgal edilmesine karşı hem milli bir bağımsızlık savaşı yürütmekte hem de bu direnişi, İslam dünyası için önemli olan bu coğrafyanın kutsallığıyla ilişkilendirmektedir. Kudüs’ün, İslam’ın en önemli şehirlerinden biri olarak görülmesi, Filistin’in kadim İslam tarihi,  bu direnişin dini boyutunu da güçlendirmektedir.

Bunun yanında, Filistin direnişinin önemli motivasyon kaynaklarından biri, Siyonizm’in yayılmacı politikalarına karşı mücadele etmektir. Siyonizm, Yahudilerin Filistin topraklarında “vadedilmiş topraklar” üzerinde büyük bir devlet kurma amacını taşır ve bu ideoloji, yalnızca Filistinlilere değil, Yahudi olmayan herkese karşı dışlayıcı bir bakış açısına sahiptir. Hatta, Siyonist ideolojiyi benimsemeyen Yahudiler dahi bu dışlayıcı tutumun hedefi haline gelebilir. Bu anlayışa karşı Filistinliler, sadece kendi toprakları için değil, insanlık adına Siyonizm’e karşı bir direniş sergilediklerini düşünmektedirler.

Filistin direnişi, işgalin genişlemesine ve Siyonizm’in hedeflerine karşı durmanın insanlık adına bir sorumluluk olduğu inancını taşır. Özellikle, Filistin’in işgaline karşı direniş, İslami değerlere bağlı olan Müslüman topluluklar için küresel bir önem taşır ve bu direniş, Filistinli mücahidler için bir haklılık kaynağı olarak görülür.

Çatışmanın İdeolojik ve İlkesel Boyutu

İsrail-Filistin çatışmasını sadece kaynak paylaşımı üzerinden anlamlandırmak, çatışmanın gerçek nedenlerini göz ardı etmek anlamına gelir. Şiddetin ve insan kaybının yoğun olduğu bu tür çatışmalarda, ideolojik ve ilkesel zeminin çok daha belirleyici bir rol oynadığını görmek gerekir. İsrail tarafında dini-ulusal kimlik, aidiyet ve güvenlik; Filistin tarafında ise topraklarını kurtarma, bağımsızlık ve Siyonizm’e karşı direniş, çatışmanın ana gerekçelerini oluşturur.

Bu nedenle, çatışmanın altında yatan temel saiklerin doğru bir şekilde anlaşılması, sadece iki taraf arasındaki anlaşmazlıkları değil, bu anlaşmazlıkların uluslararası boyutta nasıl bir karşılık bulduğunu da açıklamaya yardımcı olur. İsrail-Filistin çatışması, sadece iki halkın savaşı olmaktan öte, küresel aktörlerin ve ideolojik ayrışmaların kesiştiği bir alanda sürdürülmektedir.

İsrail-Filistin çatışması, tarihsel olarak yalnızca toprak ve kaynak paylaşımı üzerinden tanımlanamayacak kadar karmaşık bir zemine sahiptir. Çatışmayı sürdüren ana güçler arasında dini, ideolojik, ulusal ve kültürel dinamikler büyük bir rol oynamaktadır. İsrail tarafında aidiyet ve güvenlik arayışı ön plana çıkarken, Filistin tarafında ise işgale karşı bir kurtuluş savaşı ve Siyonizm’e karşı insanlık adına verilen bir mücadele söz konusudur.

Bu çatışmanın çözümü, her iki tarafın da pozitif barışı yani kalıcı adalet ve barış ortamını tesis edecek yapıcı bir diyaloğa girmesini gerektirir. Bu durum da İsrail’in bölgeye ve bölge insanına bakışını değiştirmesini zorunlu kılmaktadır.  Ancak bu çatışmanın tarihsel, ideolojik dini-ulusal kimlik ve kültürel boyutlarını göz önüne aldığımızda, İsrail tarafının, bölgeye ve bölge insanına bakışını değiştirmesinin mümkün olmadığını, hatta ve hatta kendileri gibi düşünmeyen Yahudileri dahi dışlayıcı yaklaşımını hesaba kattığımızda, İsrail-Filistin çatışmalarında, sadece diplomasi zemininde kurgulanan bir çözüm girişimi, başarılı olma ihtimali düşük ve kalıcı barışa ulaşmakta yetersiz kalacaktır.

Sonuç olarak;

1993 Oslo Görüşmeleri’nden beri çok açık bir şekilde görüldü ki; silahlı direnişi bırakarak sadece diplomasi müzakereleri yoluyla İsrail’le kalıcı barışın tesis edilmesi mümkün değildir.

İsrail sadece ve sadece güçten anlar. İsrail kendisine yönelik bir tehdit hissetmediği sürece neden Hamas’la ve Filistin tarafıyla masaya otursun ki?

Şunu da unutmamak gerekir; Dünya tarihi boyunca yaşanan bütün krizler, diplomasi masasında çözüme kavuşmuştur. Ancak, askeri cephedeki güç ve başarı, diplomasi masasındaki gücü ve başarıyı belirlerken, kalıcı barışı da teminat altına almaktadır.

İsrail-Filistin çatışması, yalnızca diplomatik girişimlerle çözülmesi mümkün olmayan, aynı zamanda askeri bir denge gerektiren bir mücadele olarak devam etmektedir. Filistin'in, İsrail’in askeri gücüne karşı direnişi ve mücadele gücü, diplomasi masasındaki pazarlık gücünü artıran en önemli unsurlardan biridir. Silahlı direniş olmaksızın sadece müzakere yoluyla kalıcı bir barışın sağlanabileceğini düşünmek, çatışmanın gerçek dinamiklerini göz ardı etmek olur.

Kalıcı bir çözüm, hem askeri cephede hem de diplomasi masasındaki dengeyi gerektirir. İsrail'in sadece güçten anladığı bir gerçekse, Filistin'in mücadelesi de bu güç dengesini sağlamaya yönelik olmalıdır. Bu bağlamda, askeri direniş ve diplomatik süreçler birbiriyle iç içe geçmiş iki ana unsurdur ve ancak birlikte var olduklarında kalıcı çözüm mümkün hale gelebilir.