CHP’nin İBB Meclis Üyesi bahçe çitlerine asılmış elma poşetlerinin fotoğrafını paylaşarak demiş ki:"Bu fotoğraf Norveç’ten. Bahçelerinden topladıkları elmaların fazlasını başkaları da yesin diye çitlere asmışlar. Dilerim güzel ülkem de bir gün bu refah ve medeniyet seviyesine ulaşır."

Örnek de görüldüğü gibi, bazen bir elma, sadece bir elma değildir…

Şöyle…

Türkiye’de yaşayan milyonlarca asgari ücretlinin, emeklinin, öğrencinin, dar gelirlinin, evinde dikiş diken teyzelerin, tatilini memleketinde geçirenlerin, doblo’lu ailelerin, parklarda piknik yapanların, orta halli esnafın, ay sonunu zor getiren memurun ve elbette varlıklı insanların destekledikleri yardım kuruluşlarıyla yüzlerce ülkeye, on binlerce şehre, yüzbinlerce insana yardım edildiğini bilir CHP…

Minik eller için örülmüş eldivenleri, ayaksız öğrenciler için alınmış tekerlekli sandalyeleri, son teknoloji ürünü protez organları, mutfaksız kadınlar için hazırlanmış gıda kolilerini, katarakt operasyonları için çöl ortasına kondurulmuş ameliyathaneleri, susuz köyler için açılmış su kuyularını, yetimler için bina edilmiş yurtları, okulları ve elbette tüm bunların Türk insanının görev duygusuyla verdiği paralarla yapıldığını bilir, ama bilmezden, görmezden gelir CHP…

Çünkü bilmek de, görmek de işine gelmez...

Çünkü yardımı yapanlar yüzü kırmızı damarlarla kaplı, mavi kanlı ve karşısında her açıdan ezim ezim ezildiği beyaz adam değildir…

Beyaz adam olduğunda, bahçe çitlerine astığı fazla elmaları onun hem modern, hem insancıl, hem de ince ruhlu olmasına verir ve o elmalardan eş dost sohbetlerinde “ülkesinden tiksintisini” örneklendirebileceği nice malzemeler çıkarır.

Bununla birlikte parti olarak ülkesine sığınmış göçmenlerin sofralarındaki tabakları kaldırmaya azmeder, onlara denize girmeyi bile yasaklamaya çalışır, öyle yada böyle onları himaye eden hükümeti her fırsatta bu tutumundan dolayı kınar, destek olan vatandaşı suçlar ancak dönüp beyaz adamın “medeniyet” timsali elmalarına temenna ile selama durur. 

CHP’nin İskandinav elmalarında gördüğü, bastıramadığı aşağılık kompleksinin bir yansımasıdır diyeyim de meramım daha net anlaşılsın. Kuraldır, kendinden utanç duyan her bünye başkasının elmalarını sahip olduklarından daha kıymetli görür. Kendi varlığından kurtulmak isteyecek kadar hoşnutsuz her ruh, aradığı mutluluğun elindekilerde değil de başkasının elmalarında olduğunu zanneder.

Ne ki başkasının elmalarını elde etmek için çıkılan yolculuk nadiren huzur getirir  insana. 

CHP tipi aydınlanmacılık, elinin altındakileri, gözünün önündekileri göz ardı edip başka toprakların “elmalarını” ulusal gaye edinmekten mürekkeptir esasında.  

CHP’nin bu topraklarla ve onun insanlarıyla bağı maalesef bu seviyededir.  

Bu kompleks CHP’nin neden ilelebet kötü bir Türkiye partisi olarak kalacağını ve eğer zorlarsa nasıl rahatlıkla alt sınıf bir Doğu Avrupa ülke partisi olabileceğini de gösteriyor ki bu olasılığı CHP yöneticileri yabana atmasınlar bence… 

Arzuladıkları medeniyet seviyesini hali hazırda yüzlerce ülkeye yardım eden insanlara değil de ihtiyacı olan Avrupa ülkelerine kazandırsınlar.

“Kendi insanının elma bahçelerini görmeyip, el alemin elmalarını da görmekle yetinmeyip göklere çıkaran bir eziklikten biz fayda görmedik, belki bir Avrupa ülkesi görür” diye temenni edelim.

DOĞU ANADOLU’YA YAPILAN HAKSIZLIK DEĞİL Mİ? 

Değerli bir abim, işi nedeniyle yakın zamanda bir Anadolu turuna çıktı.

Üzerine de sohbet ettik. Gittiği yerlerde kendisine gösterilen misafirperverlik karşısında yaşadığı şaşkınlığı, memnuniyeti anlattı uzun uzun.

İnanın, bu hikayeyi dinlemek bile apayrı bir keyifti. 

İlk kez karşılaştıkları bir insanı evinde misafir etmeden bırakmayanlar, sadece altı-yedi çeşit yemek ikram edebildi diye mahcup olanlar, yıkayıp temizlemek için ondan kirli kıyafetlerini isteyenlerin samimiyet yüklü hikayesi “İskandinav elmalarından!” ve hatta Anadolu’nun muhteşem doğal güzelliklerinden bile göz kamaştırıcıydı.

Ayrıca bazı insani değerlerin her şeye, her saldırıya rağmen ayakta kaldığını, metropollerin ötesinde, kendimizi içinde iyi hissedeceğimiz kimi bağların hala yaşadığını anlatıyordu duyduklarım. 

Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya dair anlatılanları dinlerken yine aklıma o sorular geldi.

Ege’de geçen bütün dizilerin mizah içermesi ama Doğu ve Güneydoğu’da geçen tüm  dizilerin istisnasız şiddet içermesinin nedeni neydi mesela? 

Yaptıkları dizilerde Ege’ye üzerinde çok güzel duran o mizahı yakıştıranlarla Doğu’ya şiddetin deli gömleğini giydirenlerin amacı neydi?

Neden Doğu’nun ikramla, hürmetle, misafirperverlikle belirginleşen büyük kültürünü ön plana çıkarmak yerine sadece ve sadece istisnai şiddetini ön plana çıkarıyordu bilileri?

Neden bu ülkenin insanlarına, bu ülkenin bir kısmını kanla, intikamla, ölümle, tecavüzle iç içe imiş gibi göstermek gibi bir yola başvuruyorlardı?

Yüksek medeniyet değerleriyle mücehhez topraklarımızın alenen kara propagandaya alet edilerek, yeni nesillerin gözünde o toprakların, yani Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun karalanması kimin/kimlerin işine geliyordu?

Biraz komplo teorisi yaparsak, bütün bunlar bir algı çalışmasının parçası olabilir miydi?

Bu algı çalışmasından rahatsızlık duyan kimse var mıydı?

Değerli abimin anlattıklarını dinlerken bu ve benzeri soruları düşündüm durdum, belki siz de düşünmek istersiniz.