Kendi cinsiyetini tanıma aşamasındaki bir çocuğa, ne idüğü belli olmayan toplumsal cinsiyet eşitliğinden bahsetmek, akıl kârı değildir. Bu projeye dahil olan çocukların cinsiyet algısı alt üst olacaktır. Gerek projenin içeriği, gerekse projeyi uygulayan bazılarının yapmak istedikleri bir araya gelince ortaya istenmedik durumların çıkması kaçınılmazdır. Erkek kadın algısını tümüyle alt üst eden yaklaşımların olumlu sonuçlar doğuracağını düşünmek, safdillik olur.

Bazı projeler, hedefleyenlerin istediği sonuçların tam tersi sonuçlar da doğurabiliyor. Kadın erkeği eşitleyelim derken, her iki cinsi birbirine düşman etme ihtimali olduğu gibi, cinsel rolleri karıştırma, kaotik bir hale getirme olasılığı da vardır.

Cinsiyet eşitliği kavramından herkes farklı bir şey anlıyor. Kadına yapılan haksızlıkları önleme amacı, meselenin en masum tarafı olup aysbergin görünen yüzüdür.

Dilin, kadın ya da erkeği aşağılayan ifadelerden arındırılması amacı yine işin masum tarafına işaret ediyor. Ancak mesele bununla da kalmıyor, dili yeniden dizayn etmeye çalışıyorlar. Dili tamamen cinsiyetsiz hâle getirmek istiyorlar. Örneğin, bunlar bilimle uğraşan bir erkeğe bilim adamı, bilimle uğraşan bir kadına bilim kadını demeyi doğru bulmazlar. İlla bilim insanı demenizi isterler. Bu kadar zorlamaya iyi niyetle yaklaşılabilir mi? Bunlar ellerinden gelse, kızım, oğlum demeyi de kaldırabilirler. Niye? Çünkü cinsiyeti çağrıştırıyor. Asıl amaç; cinsiyet eşitliği adı altında, her türlü cinsel sapkınlığı normal hâle, meşru hâle getirmektir. Bunların esas niyetleri tamamen gerçek olduğunda kadın erkek eşitliğinden de eser kalmaz. Fıtratı tamamen bozup, sekiz on cinsiyet yönelimi olan bir toplum hayal ediyorlar. Bunların fikir babası şeytanî küresel sermayedir; küresel sermaye masumane başlayıp sonu sapkınlığa çıkacak her türlü projeyi fonlamakta, gayet sinsi bir biçimde esas amaçlarına doğru yol almaktadır.

Allah korusun, bunlar amacına ulaşırsa şiddet kavramı bile sıradanlaşır, tıpkı helâk edilen kavimlerde olduğu gibi tüm toplumu her türlü cinsel sapkınlığa mecbur ederler. Bu projenin hararetli savunucuları, işin sonunda; eşinin gay ya da lezbiyen, çocuklarının her birinin farklı cinsel eğilimlere yönelebileceğini de hesaba katmalı, ona göre adım atmalıdır.

Kadın ve erkeğin farklılığını kabul etmediğiniz zaman, kadın ve erkek kendi rolleri dışına çıkmak durumunda kalır; erkek kadın rolü, kadın erkek rolü oynamaya başlar ki toplumun bütün yükü kadınların üzerine biner. Erkeğe, eşitlik adı altında geleneksel kadın rollerini yüklemek, erkekleri toplumda işe yaramaz konuma doğru sürüklemek demektir. Bana kalırsa bu eşitlik işinden en zararlı kadınlar çıkacaktır. Bu tür yaklaşımlar, erkekleri alabildiğine tembelleştirecek, sorumsuzlaştıracak ve hayatın bütün yükü kadınların üzerine binecek. Bir süre sonra evlilik, aile kurmak; kadınların istemeyeceği bir şey hâline gelecek, ailenin olmadığı yerde sapkın yönelimlere geniş bir alan açılacaktır. Güçlü aile yapısından mahrum kalan toplumların çöküşü de hızlanmış olacaktır.

Müslüman bir ülkede kadına yönelik şiddeti ve haksızlıkları gidermek için mutlaka daha hassas adımlar atılması gerekiyor. Ancak bizde her alanda olduğu gibi bu sahada da ithal çözümlere bel bağlanıyor. Halbuki ithal reçete, bizim toplumun yapısına uymuyor. Avrupa'da pozitif ayrımcılık o kadar abartıldı ki erkek haklarını savunan oluşumlar ortaya çıkmaya başladı. Bizdeki eşitlik uygulamaları, erkeği aşağılayan, etkisizleştiren bir hâl aldı. Öyle ki daha yirmisine bile varmadan iki cins birbirinden uzaklaşır hâle geldi. Pozitif ayrımcılık abartısı, erkeği yuva kurmaktan uzaklaştıran bir virüs hâline dönüştü.

Kendi kültürümüzü baz alarak eğitim yapabilmemiz için kendi kültürümüzü benimseyen kuşaklara ihtiyacımız var. Kendi kültürümüzden bu kadar uzaklaştırıldıktan sonra, kendi kültürümüze uygun eğitim yapmayı sağlamak o kadar da kolay değil. Biz Araftayız, Arafta. Arafta olan toplumlar, her türlü etkiye açıktır.

Bakın bu Batılılar, ilerde kredi vermeyi, yatırım yapmayı, çeşitli paktlara kabul edilmeyi, cinsel sapkınlığı legal hâle getirme şartına bağlarlarsa da şaşırmayalım.

İstanbul Sözleşmesi'nin bu dönemde imzalanması, 6284'ün bu dönemde çıkarılması, ETCEP'in bu dönemde pilot uygulama alanı bulması, son derece düşündürücü ve üzüntü vericidir.