“DAĞ BAŞINI DUMAN ALMIŞ”

Okullarda öğrendiğimiz ve öğretmenler tarafından ısrar sonucu o dönemlerde hep söylediğimiz bazı şarkıların-marşların aslında "yabancılardan apartma" olduğunu öğrenince insan gerçekten şaşırıyor.

“Dağ Başını Duman Almış” marşı, çocukluğumda hoşuma giden bir marştı. Sanırım herkesin o dönemlerde beğendiği bir marştır.

Fakat bu marş bir İsveç bestesi.

Yaş itibarıyla dünyaya Atatürkçülük gözüyle bakar, askerlere ve resmi törenlere gıpta ederken, bizi bu duygulara iten kimi marşların verdiği heyecandır. “Dağ Başını Duman Almış”, “Yıldırımlar Yaratan" diye başlayan "Harbiye Marşı" gibi marşları söylerken insanın o yaşlarda göğsü kabarıyor, başı dik oluyor.

Bunun böyle olduğu itiraz götürmez bir gerçek, en azından çoğu insan için. Özellikle ilkokul-ortaokul dönemi ile askerlik döneminde bu tür heyecanları, -ortamı da gözönünde alırsak-duymamak mümkün değil.

İlkokul-ortaokul dönemlerinde her Türk evladı ilk bilgileri alıyor, ilk heyecanları duyuyor ve insanlar henüz başka şeylerden habersiz yaşıyor. Bu yüzden ilk bilgilerin heyecanı, ilk heyecanların coşkusu, o yaşlarda insanı etkiliyor. “Dağ Başını Duman Almış” gibi marşlar ve resmi bayram törenleri, o yaşlardaki insanın ekseriyette gözlerini yaşartıyor.

Sonra bu tür bir dünyadan ister istemez sıyrılmak zorunda kalıyor insanlar ve kimi gerçeklerle deyim yerindeyse “toslaşıyor.”

Hem o ortamı okulun dışında bir daha bulması söz konusu değil, gerçekçi ortamlar insanı kuşatıyor. Kimsenin marşlar söylemediği, inkılabları düşünmediği, bunların yerine başka ideolojilerin, hayat biçimlerin egemen olduğu, arabesk-pop gibi müziklerin, porno temelli yabancı filmlerin cirit attığı bir ortamda buluyor kendini.

Okumak derdi, ekmek derdi, gelecek kaygısı, siyasi çekişmeler gibi hayati etkenler de cabası.

Geçmişe dönüp baktığımızda, “Sen ölmedin Atam” diye şiirler yazdığımızı, kendi kendimize birtakım marşlar bestelediğimizi ve bunlara sözler yazdığımızı hatırlarız. İlkokul-ortaokul dönemlerinde bunu yapmayan insan var mıdır acaba?

Ama o günler, geçmişte kalan çocuksu bir hayal dünyasının egemen olduğu günler olarak anılıyor sadece.

Biz yine de bazen aklımıza düştüğünde bu günleri hatırlayabiliyoruz. Zira bizim zamanımızda her şey bu kadar açık, bu kadar serbest değildi. Bugüne nazaran daha çok kapalı bir dünyanın içindeydik. Şimdiki gibi bir yığın özel televizyonlar, basın-yayın organları, bu derece sayısı bol kitaplar yoktu. En çok radyo yaygındı, TRT daha yeni zuhur etmişti, her evde bulunmuyordu.

Bir mahallede ya da bir kasabada, bir ya da bilemedin iki evde televizyon bulunurdu sadece. Onlar da ekseriyetle zengin aileleri olduğu için, bizim gibi gariban takımı aileler, o evlere misafir olamazdı.

Onların dışında bir de “Alamancıların” evinde olurdu televizyon. O aileler de ilk günlerin hevesiyle millete hava atmaktan haz duyarlar, televizyonumuz var diye hindi gibi kabarırlar ve bu kasılmayla mahalledeki bütün komşuları davet ederlerdi.

Davet ederlerdi de, daha iki gün geçmeden televizyon aldıklarına bin pişman olurlar, aldıkları güne de beddua etmeye başlarlardı. Zira ilk günlerde onların daveti üzerine evlerine giden mahallelinin artık bir kere ayağı alıştığı için, televizyon olan evler, her Allah’ın akşamı sinema salonu gibi dolar taşardı.

Yaşlısıyla genciyle, çoluğuyla çocuğuyla onca kalabalık insan özellikle Türk Halk Müziği, Türk Sanat Müziği solistlerinin şarkı-türkü söylemelerini “Allah Allah onca insan bu küçücük kutuya nasıl sığmış acep, şu gavurların akıllarına da sır ermez canım, herşeyi anladık da o sesler nasıl geliyor bunu anlayamadık” filan diyerek ağzı açık seyrettiklerinden ve yerlerinden zamkla yapıştırılmışcasına kımıldamadıklarından, zavallı ev sahiplerinin bu televizyon esiri mahalleli kalabalığa hizmet etmekten anaları ağlardı. Bulaşık yıkamaktan, çay demlemekten, çerez hazırlamaktan sahibi oldukları televizyonu doğru dürüst izleyemezlerdi bile.

Ve o dönemlerde televizyonlarda Atatürkçülükten dersler verilir, Türk Silahlı Kuvvetleri programı hazırlanır, sık sık askeri marşlar çalınırdı. Bu dış etkileri de hesaplarsak okuldaki çocukların nasıl heyecanla göğsünü şişirerek “Dağ Başını Duman Almış”ı söylediğini varın siz hayal edin.

Ama o marşın İsveç bestesi olduğunu öğrenince bozuluyor insan. Sadece bu marş değil, “Daha Dün Annemizin Kollarında Yaşarken”, “Bekçi Baba Nerdesin” gibi şarkılar da Avrupa besteleriymiş. Belki “Bak Postacı Geliyor, Selam Veriyor” şarkısı da öyledir. Belki “Harbiye Marşı” da öyledir, bilemiyorum.

Sadece onları değil, daha neleri ve neleri dışarıdan aldığımızı ise sonradan öğreniyoruz tabi.

Ama şimdiki nesil canavar gibi, herşeyi neredeyse daha kundakta öğreniyor.

Bizden daha koyu bir ortamda yetişen büyüklerimiz, az-çok o havayı teneffüs eden bizlerden şikayetci ama, bunlardan habersiz veya bunlarla gırgır geçen şimdiki nesil türüyor hızla. Toplumun bu değişimini anlayamayan, o havayla heyecanlandıracağım diye hâlâ uğraşan büyüklerimizin sorunu gerçekten büyük.

Ama insanlar daimi bir atmosferde tutulamaz ve insanlar sadece uyuduğu zaman rüya görürler.

Şimdiki nesil, gerçeği ve insanî şeyleri aramaktan uyku nedir bilmiyor!

Gelecek nesil ise ömür boyu uyuyan ve rüyalarla avunan insanların bu ülkede yaşadığına inanmayacaktır.

Hiç dinazor görmedikleri için...

Selametle kalın...

Kemalettin İSAOĞLU