Yıllar yılı demokrasi mücadelesi veren ve bu uğurda büyük bedeller ödeyen milletimiz bir kez daha şahid oluyor şehâdete, adanmışlığa ve destansı bir direnişe.. Takvimler tam ortasını gösterirken Temmuz'un, harekete geçiyor darbeciler. Namlusunu halka çeviren tanklar yürüyor caddelerde, uçaklar düşman için değil kendi halkı için havalanıyor bu kez. Hain planlar zamanla uygulanırken göklerden gelen bir karar var. Ve bu inançla, samimiyetle ölüme yürüyen, sokakları, meydanları dolduran bir millet var..

Toplumsal analizlerde Türkiye halkının politik kamplaşma yaşadığı, giderek ırkçı duygularla kutuplaştığından bahsedilir. Fakat görünen o ki dünya bizi henüz tanımıyor. Tarihte ne zaman ki ekonomik ve siyasi bir kalkınma yaşansa darbelerle durdurulan, Başbakan'ı asılan, 'sağcı-solcu' diye binlerce kişinin öldüğü zamanlarda bedel ödeyen millet, bu kez ölümü pahasına direndi. Kamyonu alıp meydanlara gelen anneler, tankın önüne yatan adanmış yiğitler ve hain kurşunlara kendini siper eden kahramanlarımız.. Yüzlerce şehit verdik belki ama kardeşliği, birlikte olmayı, direnişi ve darbelere karşı dik durmayı öğrettik dünyaya..

Peki neydi aklını, ruhunu malum Zat'a/Amerika'ya satmış bu darbecilerin cinnet halinin sebebi? Vatanı emanet ettiğimiz askerler nasıl olur da kendi halkını katledebilirdi? Hangi vicdan, böylesi bir zulme karşı kayıtsız kalabilir ve kibir penceresinden bakarak bütün bu yaşananlara 'tiyatro' diyebilirdi? Cemaatten terör örgütüne dönüşen adına 'paralel' dediğimiz bir yapı hangi çıkarlar uğruna yüzlerce kişiyi şehit edebilir..? Sorular bizi darbe girişiminin sosyopsikolojik sebeplerine ve derin bir toplumsal soruna götürüyor: Kur'an'ı mehcûr bırakmak ya da yalnızlığa terk etmek.. Zira paralel devlet yapılanmasının temelinde 'paralel din algısı' vardır. İlahi Kelâm'la insanın iletişimini koparan ‘Kur’an’dan’ olduğu iddia edilen paralel kitaplar, eleştirel düşünmeyi ve vahyin anlaşılmasını zorlaştırdı. Şah damarımızdan daha yakın olan Allah ile kul arasına eleştirilemeyen, yanlış yapsa dahi 'vardır bir hikmeti' denilen şahıslar konuldu. Modern putlar diyoruz bunlara. Oysa ki İslam kalplerimizdeki putları yıkmak içindi.. Yüceltilen şahıslar güç sarhoşluğu ile siyaseti, eğitimi ve kendilerini otorite gördükleri din anlayışını yönetmeye kalkıştı. "Çoğaltma tutkusu onları oyaladı" diyen Allah'ın her şeyin sahibi olduğunu unutarak devleti sahiplenmeye, daha fazlasına ulaşıp büyümeye başladılar. Hedefe ulaşma pahasına her şeyi mübah görmek, hizmet ettikleri otorite için yaptıkları faaliyetlerde ahlak ve sınır tanımamak en önemli görevleriydi. Ve tuzakları boşa çıkaran Allah bu ümmetin son kale olarak gördüğü aziz topraklara tuzak kuranları zelil etti..

"İman kurtarma, Nam-ı Celil'i güneşin doğup battığı her yere taşıma" gibi sahte söylemler vardı tabelada fakat gelinen noktada masum halkı şehid eden katliamcıların yetiştiği ortaya çıktı. Muhabbet fedâileri diyorlardı kendilerine ama hizmet ettikleri güç uğruna feda etmedikleri hiçbir değer kalmadı. Siyaset ve bürokraside kadrolaşma, kendi gibi düşünmeyene kumpas, şantaj, sınav sorularını çalma gibi gayriahlâki hangi eylem varsa hepsinde özne oldular. Aklını, ruhunu ve dahi duygularını kiraya vermiş, sorgulamayan, eleştiremeyen bir kitle vardı arkalarında. Fakat adanmışlar aldanmışlara karşı galip geldi. Hesapların üzerinde bir hesap vardı. Tankın önüne yatanların, sabaha kadar meydanlarda nöbet tutanları imanından bahsediyoruz.. Hani geçtiğimiz yıllarda Adeviye Meydanında direnen Mısırlı kardeşlerimiz gibi..

Dünya denizinde çırpınan, aklını maddeye indirgeyen, hakikat gibi bir derdi olmayan, yalnızca kendine yaşayan ve kendilerinden başka herkesi 'cahil, gerici' gören bir kesim var biliyorsunuz. Tiyatro diyorlar olan bitene fakat biz asıl tiyatroyu Gezi'de görmüştük. Duran adamlar, tencere-tava çalanlar, ıslıkla marş okuyanlar ve düştükleri trajikomik haller görülmeye değerdi. Bir direnişten bahsediyorlardı ama geride yakılan otobüsler, taşlanan ambulanslar ve dükkanlar kaldı. Hayatı ölümden çok sevenler hiçbir zaman anlayamaz, ölümü hayata tercih edenleri..

Kaynağını vahiy yerine rivayetlerden alan, Allah'ın öğrettiği dine değil Allah'a öğretilen dine inanmayı esas alan paralel din algısı ile mücadele edilmedikçe ikinci paralel devlet yapılanması kaçınılmazdır. Kendi fikrinin, mensup olduğu ideolojinin dışında herhangi bir fikre tahammül edemeyen zihniyet yeni DAEŞ'ler ortaya çıkarır..

Artık yeni bir kapı aralıyoruz. "Bir topluma olan kininiz sizi adaletsizliğe sevk etmesin" anlayışıyla zulme karşı adaletten yana olmalıyız. (5:8) Siyasi iktidar gücünün merkezinde ehliyet ve liyakat olmalı. Tasfiye sürecini cadı avına dönüştürmeden mümeyyiz bir akılla yönetebilmeliyiz. Yeni mezhep çatışmalarına ve birliğimizi tehdit eden yeni saldırılara karşı dikkatli olmalıyız. Aklını, vicdanını ve idrakini şahıslara değil kayıtsız şartsız Allah'a teslim eden, "kim var" diye sorulduğunda sağına soluna bakmadan "ben varım" diyebilen bir nesil tahayyül ediyoruz.. Meydanlarda ‘görünme’ uğruna selfie şovu yapmak, yüzlerce şehit vermemize rağmen fanatik duygularla konserlerle, korna sesleriyle eğlenmek direniş değildir. Milli direniş dediğimiz kavram bir bilinç ve ruh inşa etmeli. Particiliği, cemaatçiliği ve mezhepçiliği bir kenara bırakıp tek bayrakla meydanları doldurduğumuz gibi zulme karşı bir ve beraber olalım..

Şimdi teselli olsun bize Enfal/18:
"İşte görüyorsunuz! Allah tuzak kuranların tuzağını böyle boşa çıkarır.."