İbn Teymiyye, başkanlıkta Firavunî, mal toplamada Karunî bir gayenin olabileceğinden bahisle, “Yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden önce ve kendilerinden daha kuvvetli olan ve yeryüzünde daha çok eser bırakan kimselerin sonuçlarının nasıl olduğunu görmezler mi? Allah, onları suçlarıyla yakalamıştır. Allah’a karşı onları koruyan yoktur.” (Mü’min, 40:21) ve “Bu ahiret yurdunu, yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu istemeyen kimselere veririz. Sonuç Allah’a karşı gelmekten sakınanlarındır.” (Kasas, 28:83) mealindeki ayetleri zikrettikten sonra, “bu yönden” insanları, şu dört gruba ayırır:

1-İnsanlara karşı taşkınlık ve yeryüzünde bozgunculuk arzusu taşıyanlar. Bu grup için firavun ile kibir sahipleri örnektir.

2-Taşkınlık göstermeden bozgunculuk arzusu taşıyanlar. Böyleleri, hırsızlık ve suç işleyenlerin aşağı tabakasındaki kişilerdir.

3-Bozgunculuk olmaksızın taşkınlık arzusu taşıyanlar; dindarlıkları yüzünden başkalarına karşı taşkınlık yapmak isteyenler de bu sınıfa girer.

4-Bozgunculuk ve taşkınlık arzusu taşımayanlar: Bunlar, Yüce Allah’ın, haklarında “Gevşemeyin, üzülmeyin. İnanmışsanız, mutlaka üstünsünüz.” (Âli-i İmrân, 3:139), “Ey insanlar! Sizler daha üstün olduğunuz halde, düşman karşısında gevşemeyin ki barış istemek zorunda kalmayasınız. Allah sizinledir; yaptığınız boşa gitmeyecektir.” (Muhammed, 47:35); “...Oysa şeref, Allah’ın, Peygamberi’nin ve inananlarındır, ama iki yüzlüler bu gerçeği bilmezler.” (Munâfikûn, 63:8) buyurduğu, başkalarından üstün olmalarına rağmen, bozgunculuk ve taşkınlık arzusu taşımayan cennet ehlidir.

İbn Teymiyye bunlardan hareketle, şu hükümlere ulaşır:

“Niceleri üstünlük arzular da, yalnızca aşağılıkları artar, ama niceleri de, taşkınlık ve bozgunculuk arzulamadıklarından üstün olurlar. Bu taşkınlık arzusu taşımanın, zulüm olmasından dolayıdır. Oysa insanlar tek bir cinstendir. Kişinin kendisinin üstün, başkasının ise aşağıda olmasını arzulaması zulümdür.”

İbni Teymiyye’nin bu alıntıları yaptığımız Siyaset / es-Siyasetü’ş- Şeriyye’sini (Çev.: Vecdi Akyüz, Dergah Yayınları, İstanbul 1999), yorumlu-metin olarak dilimize aktaran Âşık Çelebi ise, kaleyi / yurdu, vatanı koruma esasında şunları söyler:

“Âdeme iğvâyı şeytânî ve hevâ-yı nefsânî ve gurûr-i nâdânîden zarar verir nesne olmaz. Ve ‘Evlâd-ı insânî ve havâss-ı erkânî yanında ecel mukarrerdir. Ecelsiz kimesne olmaz. Ammâ düşmana zebûn olup ölmek ârı, kıyâmete dek hânedânımıza bâkî kalır. Bu ârı kabûl etmeyip ölünce(ye kadar) çalışmak yeğdir.’ diye gayret vermek gerekir. Ve ‘Bir kuş yuvasın ve bir hayvân inin ihtiyarıyla vermez. Bu lâyık mıdır ki ölmeden yer ve yurdumuz yâdlara verip yabandan bakarız. Dünyâda hor ve zelîl ve ahirette sevâb ve ecirden mahrûm olavuz. Lâyık budur ki kılıcımız üstüne yerimiz ve yurdumuz üzerine oğlumuz ve kızımız yoluna cân ve baş oynayavuz. İşitenler âferîn ve tahsîn edeler diye’ söyleye. “ (Mi’racü’l-Eyâle / Âşık Çelebi’nin Siyâsetnâmesi, haz.: Muhammed Usame Onuş, Abdurrahman Bulut, Ahmet Çelik, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, İstanbul 2018)

Gerek İbn Teymiyye’nin gerekse Âşık Çelebi’nin din, dünya, vatan, ittihat ve nesil hakkındaki bu bütüncül yaklaşımlarına, ulus devletçilik ve laikçiliğin neden olduğu fikrî tahribattan hemen arınarak bakamayacağımız için, günümüz itibariyle şu esasta karar kılmak durumundayız:

Konu devlet ve milletin bekası olduğunda, dünyevi düşünce ile dini düşünce birbirini daha çok kapsar hale gelir; hele laiklik ayırımını dışlayan bir zihniyete sahipseniz, dünyevî olan, her türden fiile, ahireti temsilen yegâne mekan olması bakımından dini bir mahiyet yüklenir.

Bu nedenle, neticede savaş tanımlı olarak içinden geçtiğimiz şu zor zamanda, İbn Teymiyye’nin dördüncü sırada zikrettiği grupta yer almaya çalışmamız insanî, imanî ve millî bir zorunluluktur. Âşık Çelebi’nin söyleyişiyle de, hayvanlar bile kendi ihtiyarlarıyla yuvalarını terk etmezken, az bir zorla karşılaşınca topuklarına basarak geriye dönenlerden, bu hallerine bir mazeret üretmek adına bin bir fitneye başvuranlardan olmamalıyız.

Ve yine bunlardan hareketle, iktidar hırsına yenik düşmüş olarak akıllarını ve imkanlarını fitnenin emrine vermiş olanların, gûya yol göstermek, akıl vermek, öneride ve yapıcı eleştiride bulunmak maskesiyle sebep oldukları söz enflasyonundan da, asla ve asla olumsuz etkilenmemeliyiz.

Çünkü değişen dünyanın hâlleri ve şeriatın esasları değildir, bakışlar ve anlayışlardır ki, sapanlara yazıklar olsun!