99 depremini İstanbul da yaşadım. O zaman 18 yaşındaydım. 45 saniyelik yaşadığımız dehşet hala hafızamda çok taze. Depremin 3. Günü yardım faaliyetlerine destek olmak için gönüllü bir ekiple alabildiğimiz kadar erzak alıp Sakarya’ya intikal etmiştik. Şehir merkezinde ekip, yardım ve malzeme bolluğu varken arka mahallelerde hiç bir şey yoktu. Ciddi bir koordinasyon eksikliği vardı. Orda 3 gün kadar yardımların dağıtılması, tıbbi destek ve enkaz çalışmaları olmak üzere yardımlarda bulunduk. 3 gün içinde gördüklerim ve yaşadıklarımı hiçbir zaman unutmayacağım.

99 depreminden beri bir çok önlem alındı. Deprem yönetmeliği çıkarıldı, Kentsel dönüşüm çalışmaları başladı, farkındalık çalışmaları yapıldı, AFAD kuruldu ama hala depremin yıkıcı gücü karşısında çok aciz olduğumuzu düşünüyorum. Çünkü deprem gerçeği ile yeterince mücadele edemiyoruz.

En son İzmir de gördüğümüz sıkıntılardan biri yeni bitmiş inşaat projelerinin bile ciddi anlamda hasar görmesi. Bu bile denetimlerin, zemin çalışmalarının düzgün yapılmadığını gösteriyor. Kontrol çalışmalarını yapı denetim firmaları yürütüyor. Fakat bu çalışmalar ne ölçüde şeffaf yürütülüyor bilemiyoruz.

Diğer bir sorun 99 depremi sonrası ağır bir bedel ödememize rağmen sık ve dikey yapılaşma sevdamızdan vazgeçemeyişimiz. Rant ekonomisinin ortaya koyduğu büyük gelir yıllarca bu gerçeği göz ardı etmemize sebep oldu. Istanbul’ un her yerine koca koca kuleleri diktik. Yeşil alanları yok ettik. Geçtiğimiz günler de fikren iktidar olamadık serzenişini dile getiren Cumhurbaşkanı 2017 yılında Istanbul’a ihanet edildiğini ve kendisininde bunda sorumluluğu olduğunu dile getirmişti. Çözüm makamındakilerin fiili durumla ilgili şikayetlerini dile getirmesi ise vehametin büyüklüğünü açıkça gözler önüne seriyor. Biz gerçek anlamda kentsel dönüşümü ancak yaşanacak Istanbul depremi sonrası yapabileceğiz.

Beklenen Marmara depremi için uzatmaları oynuyoruz. Durumumuz bir Anadolu takımının Avrupa devi bir takım karşısında 90. Dakikayı 5-0 yenik tamamlayıp uzatmalarda maçı kurtarabilir miyiz diye çırpınışına benziyor. Marmara Depremi her an olabilir ve artık biz kayıpları önleyebilecek aşamayı çoktan geçtik. Herkes kentsel dönüşümü konuşuyor. Kentsel dönüşüm uzun bir süreç ve depreme dayanıksız on binlerce bina ve bu binalarda yaşayan milyonlarca insandan bahsediyoruz. Bağcılar, Avcılar, Zeytinburnu gibi ilçelerde bulunan eski ve bitişik nizam binaları gözünüzün önüne getirin. Bunları dönüştürmek için geç kaldık. Elbette bu çalışmalar devam etmeli ama asıl odaklanmamız gerekenin deprem sonrası senaryo olması gerekiyor.

İstanbul dezavantajlı olduğu bir çok konu var. Birincisi nüfus. 15.000.000 luk bir nüfusu var. Bazı mahallelerimizin nüfusu 80.000 ve üzeri. Nüfus dağılımı da yüzölçüme göre yoğun ve homojen değil. İzmir 4.3 milyonluk bir şehir ve sadece 17 bina yıkıldı. Deprem sonrası yollar ve telefon şebekeleri kilitlendi. İstanbul un doğuda ve batıda iki ana kaçış rotası vardı, bu sene bir güzergah daha eklendi. Kuzey Marmara oto yolu. Fakat 15 milyonluk bir şehir için kesinlikle yeterli bir kaçış rotası değil. O kaos içinde şehre girmek isteyen ve çıkmak isteyenler bile hareket edemeyecek duruma gelecek. Kaldı ki doğuya doğru kaçış rotası viyadük ve tünellerden oluşuyor. Bunların hasar alıp almayacağını da bilemiyoruz. Yani şehirden çıkabilmek uzun süre mümkün olmayacak. Dolayısıyla insanların beslenme ve barınma ihtiyaçlarının nasıl karşılanacağı muamma. Her tarafı bitişik nizam binalarla çevrili daracık sokaklara araçların girmesi bile mümkün olamayacak. O yüzden deprem sonrası yaşanacak kaos çok daha büyük olacak. Herkes evim yıkılır mı diye endişeleniyor ama deprem sonrası nasıl idare edeceğimizi kimse düşünmüyor. Yani evden sağ çıksak bile nerden çadır bulacağız, nasıl besleneceğiz, temiz su olacak mı? Kışın olursa ısınma ihtiyacı nasıl karşılanacak? Bu soruların cevabını kimse veremiyor. Elektrik, su, doğalgaz ve iletişimin olmadığı, dışarda kalmak zorunda kaldığımuz ve şehirden çıkamadığınız bir İstanbul’u hayal edin, bir de bunun üzerine çocuklarınızın ve sizin yaşayacağınız psikolojik tramvayı ekleyin. Gerçekten hayal etmesi bile ürkütücü.

Maalesef bireysel olarak yapabilecek pek fazla bir şeyimiz yok. Aslında en mantıklı çözümlerden bir tanesi İstanbul’dan ayrılmak. Hem bireysel anlamda kafanız rahatlamış olur hem de tersine göç İstanbul’un en çok ihtiyacı olan şey. Çünkü bu şehir ne altyapı, ne ulaşım ne de yapı stoğu olarak bu nüfusu kaldıramıyor. İnsanların sürekli stres içerisinde yaşamını sürdürmeye çalıştığı bir şehir İstanbul. Eğer farklı nedenlerden dolayı İstanbul dan ayrılamıyorsanız deprem çantanızı yanınızda bulundurmakta fayda var. En azından çadırınız, uyku tulumunuz ve size bir süre yetecek gıda ve su ihtiyacınızı bir yerlerde muhafaza edip deprem sonrası eğer hayatta kalırsanız size bir yardım erişene kadar bunları kullanabilirsiniz. Bir de dua edelim ki depremin etkisi korktuğumuz kadar büyük olmasın. De ki: Sizin duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin? (Furkan 77)

Devletin özellikle beklenen Istanbul depremiyle ilgili deprem sonrası senaryoyu vatandaşlara anlatması lazım. Şuan sahip olduğumuz veri ile hangi binaların yıkılabileceği, hangi yolların kapanacağı, altyapının ne ölçüde bundan etkilenebileceği vb hususlar biliniyor. Oluşabilecek şiddetlere göre bu simülasyonlar yapılmalı ve mahalle mahalle eylem planları yapılarak vatandaşlar bilgilendirilmelidir. Belki bu gerçeği öğrenmek bize acı gelebilir ama en azından oluşabilecek kaosu ve herkesin gerekli bireysel önlemleri alması açısından yol gösterici olacaktır. Bunun yapılmadığı her gün sorumlular üzerindeki vebali artıracaktır. Allah milletimizi ve devletimizi her türlü musibetten korusun! Amin.