Geçtiğimiz günlerde Yeni Akit Gazetesi’nde yayınlanan bir köşe yazısında kullandığı “fahişeler” ifadesi hedefinden saptırılarak lince maruz bırakılan Abdurrahman Dilipak, Habervakti.com’a tüm detaylarıyla yaşananları anlattı. “İstanbul Sözleşmesi neden zararlı?” sorusuna sözleşmenin satır aralarına değinerek geniş kapsamlı cevaplar veren Dilipak, sözleşme üzerinden yapılmak istenen şeyi ve müslümanların bu kirli düzene nasıl ortak edilmek istendiğini anlattı.

Fikri mücadelesinde 28 Şubat’çılar dahil, derin bir çok yapının hedefi olduğunu kamuoyu tarafından bilinen, adı suikastler listesine giren, vesayetçi yapıların ‘’person non grata’’ ilan ettikleri Dilipak, bu kez mahalleye çöreklenmiş derin bir yapının hedefinde mi? Habervakti.com olarak, Abdurrahman Dilipak’a İstanbul Sözleşmesi’ni ve son günlerde kendisi üzerinden gerçekleştirilen algı operasyonlarını ve linç girişimlerini sorduk.

Bir takım kliklerin zaten hedefinde olan Dilipak, neden dikkatsiz davrandı?

‘’Fahişeler’’ derken neyi ve kimleri kastetti?

‘’Kastını’’ aşmış olduğunu düşünüyor mu?

Kendine haksızlık edildiğini düşünüyor mu?

Tartışmanın bu duruma gelmesinde üslub hatası yaptı mı?

Yanlış anlaşıldığını düşünüyorsa yine de özür dileyecek mi?

Sol feminist fraksiyon örgütleri anladık da, Ak Parti Kadın Kolları nın 81 ilde dava açacak olmasını nasıl yorumluyor?

Yazısında alenen isim vererek Fatma Şahin’i neden hedef gösterdi?

Nedir bu İstanbul Sözleşmesi?

Sözleşme tamamen kaldırılsa bütün dertler bitmiş mi olacak?

Bu ve benzeri sualleri Habervakti olarak sorduk, Dilipak samimiyetle cevapladı…

İşte Usta kalem Abdurrahman Dilipak’tan tartışmalara nokta koyacak açıklamalar…

-Zaten hedef olan Dilipak neden dikkatsiz davrandı? ’Fahişeler’’ derken neyi ve kimleri kastettiniz?

-Dikkatsiz davranmadım. Aile ile ilgili bir istişare toplantısında; ''LBGT demeyelim, halkın anlayacağı dilden konuşalım'' diye bir kanaat oluştu. Dini metinlerde Zira; fahşa, Fuhşiyat ifadeleri var. İncilde de var bu Tevratta da. Hz. Nuh ile ilgili olarak anlatılan ayetlerde bu tanım var. Fuhşiyat 10 Emirden biri. İncilde Yuhanna Vahyinde bu konu ile ilgili ilginç bir bölüm var. Yuhanna Vahyinde sözkonusu edilen yer Ege bölgesi. “1- Yedi tası alan yedi melekten biri gelip benimle konuştu: “Gel!” dedi. “Sana engin suların kenarında oturan büyük fahişenin çarptırılacağı cezayı göstereyim. 2- Dünya kralları onunla fuhuş yaptılar. Yeryüzünde yaşayanlar onun fuhşunun şarabıyla sarhoş oldular.” 3- Bundan sonra melek beni Ruh'un yönetiminde çöle götürdü. Orada yedi başlı, on boynuzlu, üzeri küfür niteliğinde adlarla kaplı kırmızı bir canavarın üstüne oturmuş bir kadın gördüm. 4- Kadın, mor ve kırmızı giysilere bürünmüş, altınlar, değerli taşlar, incilerle süslenmişti. Elinde iğrenç şeylerle, fuhşunun çirkeflikleriyle dolu altın bir kase vardı. 5- Alnına şu gizemli ad yazılmıştı: BÜYÜK BABİL, DÜNYA FAHİŞELERİNİN VE İĞRENÇLİKLERİNİN ANASI.” (Vahiy-17) Hüdayi vakfındaki toplantıda LGBT demeyelim, halkın anlayacağı bi dil kullanalım” denince ben de o günkü yazımda “Fahişe ve türevleri” dedim. LGBT’lileri kasdettim. Bir takım Hoildingler onlara destek verirken, AK Partili Papatyalar, AK Parti içindeki FETÖ’nün zihniyet ikizi AKP’liler ve Yeşil Sermaye; LBGT’lileri kasdederek söylediğim “Fahişe ve türevleri”ne karşı Papatyalar ne yapıyorlardı. Söylemeye çalıştığım bu. Bunu da defalarca açıkladım. Berileri bu açıklamaları görmek istemiyor. Sözüm açık, özür filan da dilemedim, dilemiyorum ve dilemeyeceğim. Ben argo bir kelime telaffuz etmeme konusunda hassasiyeti olan biriyim. Burada Lanetlenen  Lut kavmine kendini nisbet eden, “Feministiz, Fahişeyiz” diyen, “Lilith’ın kızlarıyız” diyen, namusu, iffeti, ahlakı aşağılayan LGBT’liler için “dezavantajlı topluluk” olarak pozitif ayırımcılık yapılan bir topluluğa karşı gösterdikleri anlayışı,  bana göstermediler.

27 Temmuz 2020’de Yeni Akit gazetesinde “AKP’nin papatyaları” başlıklı bir yazım çıktı. Yazımda tartışma konusu olan iki paragraf şu:“ANAP’ı o “Papatyalar”, o “Lale devri çocukları” bitirdi. AK Partiyi de, bu Erguvani AKP’nin “Papatyaları” (!?) bitirecek bu gidişle. AK Parti içindeki AKP’liler konuşuyor, AK Partililer susuyor. AKP’liler terfi etti zenginleşti, itibar sahibi oldular. Kaymağı onlar yiyor, parayı onlar veriyor. Camiye, okula, yurda parayı veren de onlar. Eee, parayı veren düdüğü çalıyor. Kem alat ile kemalat olmuyor. Haram para ile hayır olmayacağı gibi.” Daha önce bu ifade ile ilgili olarak defalarca yazdım: “AK Parti içindeki AKP’liler, FETÖ’nün zihniyet ikizi gibi davranıyorlar. Hem Uluslararası fonlarla destekleniyorlar hem de kamu fonlarını kullanıyorlar. Malum “Yeşil Sermaye” de bunlara sponsor olabiliyor. Koç kadar, Sabancı kadar, Eczacıbaşı kadar bizim “Yeşil sermaye” davasına sadakat gösterip, bu Fahişelere ve onların türevlerine karşı seslerini yükseltebilecekler mi? Konfeksiyoncu, gıda zinciri, Finans kuruluşu, ses ver Türkiye! Ne bekliyorsunuz!”

- Burada bir ''hakaret'' yok mu?

- Evet yine söylüyorum: Burada bir hakaret yok. “Fahişe ve türevleri” ya da “Fuhşiyatı meşrulaştıranlar” kimler: Malum sermaye çevereleri. Bunlar ne yapmış, Uluslararası Fonlarla destekleniyormuş. Hangi Uluslararası fonlar bunlar, AB, BM fonları. Bunu nereden anlıyoruz? 3. Pragrafta bu belirtilmiş. Peki bunlara kim destek veriyor, AK Parti içindeki AKP’liler. Kim onlar? Hani ANAP’ı bitiren o malum Papatyalar. Mesaj ne? Böyle giderseniz, ANAP’ın başına gelen sizin de başınıza gelir mesajı! Dahası bunlar kimmiş, Ak Parti içindeki FETÖ’nün zihniyet ikizleri. Bu sözleşmeyi hızla bu şekilde meclisten geçiren lobiyi keşfederseniz, kimi kasdettiğimi anlarsınız. Onların kimleri kandırıp, kimler üzerinden bu tezgahı yürüttüklerini de görürsünüz.

- ‘’Kastınızı’’ aşmış olduğunuzu düşünüyor musunuz?

-Hayır, kastım çok açıktı. Hedefi de belli idi. AK Parti içindeki AKP’liler de belli, ANAP’ın çözülme sürecine atıf yaparak, kinaye yollu kullandığım “Papatyalar”dan hedefim de belli. Kastımı aşan bir ifade yok. Ama maksadı dışında yorumlanan bir tek ifadem var.

-Size haksızlık mı yapılıyor?

-Evet! Haksız bir saldırı ile karşı karşıyayım. Bize şer gibi gelen şeylerde Allah hayır murat etmiş olabilir. Bu sözlerime tepki verenler kim olduklarını gösterdiler. Bu da önemli bir kazanım. Herkes bu olayı konuştu. Bu da çok önemli bir kazanım. Bunlar köşeye sıkışmıştı, saldıracaklardı, yazım yayınlandıktan 3 gün sonra belli bir işaret fişeği ve trollerin, belli lobilerin harakete geçmesi ile topyekun saldırıya geçtiler.

-Tartışmanın bu duruma gelmesinde üslub hatanız yokmu??

-Yo! Hayır.. Sözüm açık ve net. “Fahişe ve türevleri” sözüm yerine LGBT koyun, sorun çözülür mü? LGBT diyince kimse rahatsız olmuyacak mı? Bana karşı hazımsızlıkları ile LGBT’ye karşı hoşgörü ve anlayışı bir arada düşününce manzara daha iyi anlaşılıyor aslında. “AK Parti içindeki AKP’liler” tanımını uzun zamandır kullanıyorum. Bir de ANAP’ın “Papatyaları”na bir gönderme yaptım. Bunlar uslub hatası olarak değerlendirielemez. Sözün maksadı belli niyet de belli.. Anlamayanlar ya anlamak istemiyorlar ya da anlama özürü sözkonusu. En azından benim açıklamamdan sonra sürdürmemeleri gerekirdi. Birileri gocundu ise, yarası var demektir.

-Yanlış anlaşıldığını düşünüyorsanız, yine de özür dileyecek misiniz?

-Yanlış anlayan kendi yanlışından dolayı özür dilesin ya da sussun. Yanlış anlaşılmadı, sözlerim çarpıtıldı. Yanlış anlaşılmayı ortadan kaldıracak açıklamaları yaptıktan sonra neden özür dileyim.

Bizi daha ilk günden birileri doğru anlamış. O KADEM öncesi dönemde FETÖ’cüler bu işi sahiplendi ve ustalıkla bizi oyaladılar. Yani AK Partinin başına sarılan bu bela FETÖ’nün belasıdır. Bugün bu sözleşmeye sahip çıkmak FETÖ’nün mirasına sahip çıkmakla eş anlamlıdır bir yanıyla da!

-Sol feminist fraksiyon örgütleri anladık da, Ak Parti Kadın Kolları nın 81 ilde dava açacak olmasını nasıl yorumluyorsunuz?

-Anlamak mümkün değil. Kendim açımdan sorun yok. 81 İl teşkilatı kendi içinde bunu tartışacak. Bu önemli. Suç duyurusunda bulunacak bir şey yok. Kendileri bu işin altında kalkamaz. Dava açılacak olursa 81 ilde platformlar müdahil olarak katılırlar. Bu suç dedikleri şeye on binler katılır, daha önce Tayyib Erdoğan şiir okudu diye mahkum edilince yaptığımız çağrıya toplumun verdiği bir cevap vardı. Yine aynı şey olur. Bundan en çok kendileri zarar görür. Yapacaklarını sanmıyorum ama yapacaklarsa yapsınlar. Bu tartışmanın bu şekilde gündemde kalmasını istiyorlarsa, bunun sonuçlarına katılacaklarsa devam etsinler. Ama ben Cumhurbaşkanının bu sürece, kendi teşkilatı ile ilgili olarak müdahele edeceğini düşünüyorum.

-Yazınızda alenen isim vererek Fatma Şahin’i özellikle belirtiyorsunuz! Hedefe koymuş olmuyor musunuz? Değilse Neden?

-Hedef göstermedim. Aile bakanlığını o kurdu. Bu süreci başlangıçta o ve ekibi yönetti ve yakın zamana kadar Belediyeler Birliği Başkanı olarak bu sürece destek vermeye devam etti. Bunlar gizli şeyler değil. Herşey tek başına onun başının altından da çıkmadı. Erdoğanın ailesinden isimler de destek verdiler ve hala vermeye devam ediyorlar. Bu süreçte bakanlar kurulunun imzası var, Partinin desteği var, Kadın kolları hala aktif destek veriyor. Grubun desteği var. Tek başına herşey Fatma Şahin’in başının altında çıktı iddiası doğru olmaz. Ama bugün onun konuşması gerek. Bu süreçte o günlerde, en çok bugün FETÖ diye suçlananların aktif desteği vardı. Bu arada tam bu olaylar patladığında Fatma Şahin, bayram vesilesi ile 2 kutu Antep baklavası gönderdi. Belki de “Tatlı yiyip, tatlı konuşalım” mesajı verdi. Arkadaşların yorumu böyle oldu. Fatma Şahin’le kesinlikle kişisel bir husumetim yok, sadece bu süreçte konuşması gerektiğini düşündüğüm için kendisinden söz ettim.

-Peki kıyametler kopartılan bu İstanbul Sözleşmesi nedir?

Sadece İstanbul sözleşmesi değil, bu konunun başlangıcında CEDAW var. En son halkası da LANZAROTE. Yasa İstanbul Sözleşmesinden sonra o  lobinin yönlendirmesi ile çıkartıldığı için İstanbul sözleşmesi Günah keçisi oldu. Bu sözleşmenin muhtevası ile ilgili şikayetler biliniyor. Arkadaşlarımız işin bu yönünü enine-boyuna tartışıyorlar. Manzara fecaat. Bu durumun bir an önce düzeltilmesi gerek. Yoksa bunun faturası hem AK Parti, hem de memleket için çok ağır olur. Bu anlamda gelecek günler geçen günleri aratabilir.

-Diyelim ki Sözleşme tamamen kaldırıldı! Bütün dertler bitmiş mi olacak?

-Hayır. Yasa da değişmesi gerek. Yasa değişse yine bir anda düzelmez. Tahribat çok büyük. Bir rehablitasyon, resterasyon süreci olacak ve bu iş tek başına  yönetimin çözebileceği bir sorun değil. Elbette yönetim de desteklemeli,  yerel yönetim de. Okul, STK, Media herken üzerine düşeni yapmalı. Cemaat yapıları da aile ve gençlik meselesine daha fazla zaman ve kaynak ayırmalı.

Ropötajın bu kısmına kadar yaşanan tartışmalara açıklık getiren Dilipak, devamında sorulan sorularla İstanbul Sözleşmesi’ni satır aralarına değinerek tüm detaylarıyla anlattı:

“İSTANBUL SÖZLEŞMESİNİN NESİNİ SAVUNACAKSINIZ Kİ!”

Söylemleriniz üzerinden hedefe koyuldunuz? Detaylandırmaya başlamadan temel bakış açınızı izah edin bize! İstanbul Sözleşmesi deyince ne anlayalım?

Daha hiç konuşmadığımız konular var. Batıda başladılar, bize de gelecek.

Hemen söyleyeceklerimle ilgili olarak diyecekler ki, bunların İstanbul Sözleşmesi ile ne alakası var.

Onlara göre, konu “Kadına şiddet” ile ilgili. O zehiri gizlemek için kasedeki bal. O oltaya takılan yem. O bozguncuların münafıklıklarını gizlemek için kullandıkları “ıslah edici” markalı maske.

Bir kere, olayı CEDAW’dan başlayarak ele almanız gerek. Aç Parantez CEDAW, kapa parantez Lanzarote. Ortada İstanbul Sözleşmesi. Unutmayın, kibriti gözünüze çok yaklaştırırsanız, arkasında bir ormanı kaybedersiniz.

Kaldı ki, bu sözleşmelerin batıdaki uygulama sonuçları ortada.

Türkiyede LGBT+’a, Kaos GL’e meşruiyet zemini oluşturan bir sözleşme var mı? Yok! Peki Yasal Meşruiyet zeminini oluşturmak için bu ifsad’ı kim, nereye ve nasıl gizledi? Bunlar hangi sözleşmelerin ulusal ve uluslararası danışma kurullarında, izleme komitelerinde yer alıyor?

Görmek istemeyenden daha kör kim olabilir?

Bu hareket “nesli ifsad hareketi” olarak doğrudan “aile”yi hedef alıyor ve global bir tehdit haline geldi. Ve dünyada “global reset” hareketinin bir parçası.

Eğer bu bariyeri aşarlarsa, ajandalarında da yüzlerce proje var: LBGT’nin o “+”nın arkasında daha bugünden bir düzine sapkınlık sözkonusu. “Pedofili”yi geçtik “Ensest”de bu projede sıradan bir olay.

Zaten bu hareket yolculuğa “UTANMA !”mottosu ile çıktı ve yürüyüşlerine “Onur Yürüyüşü” adını verdiler. Bu global çete, EDEP, İFFET, HAYA, NAMUS gibi değerlere savaş açarak ilerliyorlar.

Başörtüsü direnişi” ile başladığımız yolun sonunda “Yeşil Feministler” çıktı bugün karşımıza maalesef. Bize karşı onları savunuyorlar!

Bu sözleşmenin içeriğine dair bilinen bilinmeyen detaylar neler? Neden zararlı?

Bu sözleşmeyi, düz bir okuma ile okursanız, bir çok ayrıntı gözünüzden kaçabilir. Mesela BİREY dedikleri kim? Bu bir KİŞİ, FERD ya da ŞAHIS değil. Kimliksiz, kişiliksiz, şahsiyetsiz biri! O nefsini put edinmiş bir GENDER. Nufus cüzdanlarınızda artık cinsiyetiniz Kadın ya da Erkek olarak değil, GENDER olarak tanımlanıyor. Kaç kişi bunun farkında, bu cinayeti işleyen MERNİS “otorite”sinin başındaki “Otokrat”lar farkında mı aceba!Nufus cüzdanımızla Chip’lenirken, “Cinsiyet rengi” kaldırıldı. Din ve Mezhep hanesi daha önce kaldırılmıştı.GENDERBiyolojik cinsiyet”i değil, “Toplumsal Cinsiyet”i ifade eder. “Cinsiyet Eşitliği” gibi ilk bakışta anlaşılmayacak bir kelimenin arkasına yüklenen anlamı sözleşmenin referans kodlarına dönüp bakmadananlayamazsınız.

https://www.ohchr.org/Documents/Publications/BornFreeAndEqual_Turkish.pdf ‘e bakın bakalım “Cinsiyet kimliği” ve “Cinsel yönelim” neymiş, tam 61 sayfada özetlemişler?

BİREY dediğiniz nedir?

İstanbul sözleşmesini düz okuyunca, bir çok fitne görülmüyor, ama kavramların açıklanması ve AİHM içtihadları, GRAVİO ünun denetim ve yaptırımlarına esas raporlarla sözleşmenin öteki yüzü ortaya çıkıyor. Tek başına “Birey” tanımı, “Din, mezhep, ahlak, tarih, gelenek” gibi değerlerin referans alınmasını engelliyor. Hatta bunların  Kur’an-ı Kerim’deki “Islah”, “Nush/Nasihat”, “Hakemlik”, Şahidlik, “Arabuluculuk” kavramlarını yasaklayabiliyor, aynı zamanda “fuhşiyat”ı “dezevantajlı topluluk” başlığı altında, “göçmen ve engelliler” öne çıkartılmak sureti ile perdeleyerek koruma altına alıyor ve meşrulaştırıyor. KADINLARIN VE ERKEKLERİN TOPLUMSAL OLARAK KLİŞELEŞMİŞ ROLLERİNE DAYALI ÖN YARGILARIN, TÖRELERİN, GELENEKLERİN VE DİĞER UYGULAMALARIN KÖKÜNÜN KAZINMASI (İngilizce metin, Türkçede yumuşatılmış. Asıl niyet bu. AİHM de geçerli olan bu) AMACIYLA KADINLARIN VE ERKEKLERİN SOSYAL VE KÜLTÜREL DAVRANIŞ KALIPLARININ DEĞİŞTİRİLMESİNE YARDIMCI OLACAK TEDBİRLERİ ALACAKLARDIR.

Hemen diyorlar ki, “cahiliye döneminde kız çocuklarını diridiri toprağa gömüyorlardı. Hz. Muhammed (sav) geldi, bu geleneği kaldırdı”. Tamam doğru, bu doğru örnekten yola çıkarak vardıkları yer neresi. Aklında “Kadına şiddet”i tutarak biz de bu geleneği kaldıracağız diyor. Yani İstanbul sözleşmesinin asıl gayesi buymuş ve Resulullahın bu hedefine LGBT ve Onların türevleri ile elele gerçekleştireceklerini ve AB sözleşmesinin bu anlayışla hazırlandığını isbatlamaya çalışıyorlar!?

Batı dünyasında aile ne duruma geldi, gençlik ne halde, onu görmüyorlar, düşünmiyorlar. Bu sözleşme ile bizim varacağımız yeri de görmek istemiyorlar. Onların hakikatten daha güçlü kutsal ve sorgulanamaz seküler hayalleri var adeta.

“SÜNNET BAHSİ GÖZ ARDI EDİLİYOR”

Bahsettiğim hedef doğrultusunda birileri GENDER ilan etti ve çocuklarınız BİREY’leştirilmeye çalışılıyor.

36/1-a maddesine dayanarak yarın erkeklerde de sünneti bile yasaklatmaya kalkışabilirler” diye yazdım, “bunu nereden uyduruyorsun” diyorlar. Bunların dünyadan haberleri yok. Bilmiyorlar, öğrenmek de istemiyorlar bir de akıl vermeye kalkıyorlar. Konuşanı da susturmaya çalışıyorlar. İlahlık ve Rablik taslayan uluslararası sistem ve onlar adına hareket edenler ve onların işbirlikçileri adeta kendi “Kutsal (!?) yalanlarına iman etmemizi istiyorlar”sanki! “LA İlahe” İllallah, La galibe İlallah! Bizim Rabbimiz Allahdır. “Sünnet ve bedensel bütünlük hakkı” diye bir tartışmadan bunların haberi yok! Afrika’da “Kadın sünneti” ile başlatılan BM’nin takibinde olan bir konu var. Bu konuda da “Kadın” üzerinden gidiyorlar. Ama Yahudilerde de sünnet olduğu için fazla ilerleme sağlayamıyorlar. Fakat İstanbul sözleşmesi ile konu farklı bir boyut kazandı. Erkek çocukların ergen yaşına gelmeden, kendi bedenleri üzerinde kim olursa olsun, özellikle cinsel kimliğinin belirlenmesinde yön gösterici herhangi bir müdahelenin olmaması gerek bu anlayışa göre. Yani Sünnet, hem uygulama olarak hem de tören olarak bu anlayışa göre, yasaklanması gereken bir gelenek. Sadece yasaklanması değil “KÖKÜNÜN KAZINMASI” gereken bir davranış. Bizim Yeşil Feministler, Resulullahı, karanlık senaryolara alet etmek isterken, o senaryonun patronları, bir sünnetin kökünün kazınması için harekete geçmiş gözüküyorlar.

“HANGİ İRADEDİR BUNU MEB’İN EĞİTİM PROGRAMI İÇİNE SOKAN?”

Daha birkaç ay öncesine kadar, Türkiye Belediyeler Birliği, Belediyelere bir genelge gönderip, Belediye Meclislerinde Komisyon, İdari yapı içinde birimler oluşturularak, bahsi geçen yönlendirmelerle çalışmalar yapılmasını tavsiye edebiliyor. Bu yönlendirmeyi, hangi sözleşme, hangi yasa ve yönetmeliğe göre yapabiliyor.

Birileri bu sözleşmeyi okuyor ve hiçbir şey göremezken, Diyanetten YÖK’e Diyanete, Bakanlıklardan Bürokrasiye herkes bu sözleşmeye dayanarak yapısı içinde düzenlemeler yapıp yıllık eylem planları oluşturabiliyor. Hangi iradedir bunu MEB’in eğitim programı içine sokan. Bu hangi akıldır, Aile Bakanlığını kendi Truva atı gibi kullanma imkanına sahip olan irade, hangi irade!

Birilerinin gözleri var görmüyor, kulakları var duymuyor, kalpleri var hissetmiyor sanki!

İstanbul Sözleşmesinin gövde metninde ilk bakışta hiçbir sorun gözükmese bile, iki özelliğini görmezden gelirseniz, bu açılan kapıdan “kale”ye sızanların kaleyi içeriden ele geçirmeleri hiç de zor olmayacaktır. Bunların biri KAVRAMSALLAŞTIRMA, ikincisi GRAVIO’nın, YÖNLENDİRME, DENETİM VE YAPTIRIM yetkisi. Sözleşmelerin REFERANS KODLARI burada gizli.

“HOMOSEKSÜEL BİR CAMİ İMAMI!”

Bu açılan kapıdan saldıran LBGT+ ile (Fuhşiyatı meslek edinenler ve türevleri, işbirliği yapanlar) Türkiyede Homoüel ve Lezbiyenler için “Cami” açmaya çalışıyorlar. Avrupada bunu yaptılar. CİNSİYET EŞİTLİĞİ  var ya neden İMAM, MÜFTÜ, DİB olmasın. Homoüel bir Cami imamı, görevini usulüne uygun bir şekilde yaptığını söylerse, o GENDER’in kendine “özel kimliği”ni gerekçe göstererek onu nasıl görevden alacaksınız? Haram dersen, o da sana sen de FAİZ YİYORSUN diyecek. Başkalarının işlediği haramları sayacak!

Bu çerçevede DİN’in KAMUSAL ALAN’da baskın bir figür olmasını bu BİREY’ler reddediyor. HARAM, MEKRUH gibi şeyleri duymak istemiyor. Kendilerine ÖLÜM ve  AHİRETİ hatırlatan, CENNET ve CEHENNEM gibi şeyleri duymalarının kendilerine karşı toplumu kışkırttığını ve kendi üstlerinde psikolojik baskı oluşturduğunu söylüyorlar. Bu tartışmaların varacağı yer burası. Bunlar “SATANİST”, bunlar “LİLİTH’nin Kızları”, BESMELE’yi bile ya içinden söyleyeceksin ya da evinde, mabedinde, kendine ait olan bir alanda söyleyebilirsiniz. Topluca, açık alanda, bunları kınayan Dua bile edemezsin. Çocuklarınıza evde ya da okulda bu yönde telkinde bulunamazsınız.

“EMİNE HANIMIN KONUŞMA METNİNE BİLE BU SÖYLEMLER SIKIŞTIRILDI”

Emine hanımın bile konuşma metnine, 21 Mart (2019) Down Sendromu farkındalık gününde “engelsiz bir yaşam kültürü”nün inşası” adına “CİNSİYET, IRK GİBİ FARKLILIKLARA KARŞI NÖTR YETİŞTİRELİM. BİRBİRİMİZE BAKTIĞIMIZDA BEDENSEL ENGELLERİMİZİ DEĞİL KALPLERİMİZE ODAKLANALIM” ifadelerini sıkıştıranlar kimler. Kendi karanlık emellerine ulaşmak için, Down Sendromunu istismar eden birileri var. Engellilerle özdeşleştirilen, Subliminalyoldan  CİNSİYET TERCİHİ KONUSUNDA NÖTR olmayı öğütleyen bir anlayışın misyonerlerinin bize yön vermesine izin vermeyelim.

4. Madde’nin 3. Fıkrası şöyle: Taraflar bu Sözleşme hükümlerinin, özellikle de mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi, herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin edeceklerdir.

Madde 14 - Eğitim / 1.Fıkra: Taraflar, yerine göre, tüm eğitim seviyelerinde resmi müfredata, kadın erkek eşitliği, toplumsal klişelerden arındırılmış toplumsal cinsiyet rolleri, karşılıklı saygı, kişisel ilişkilerde çatışmaların şiddete başvurmadan çözüme kavuşturulması, kadınlara karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve kişilik bütünlüğüne saygı gibi konuların, öğrencilerin zaman içinde değişen öğrenme kapasitelerine uyarlanmış bir biçimde dahil edilmesi için

gerekli tedbirleri alacaklardır.

Konuşmamın başında web adresini verdiğim LGBT KİŞİLERİN İNSAN HAKLARININ KORUNMASINA DAİR DEVLETLERİN BEŞ TEMEL YASAL YÜKÜMLÜLÜĞÜ, “Birey”lerin homofobik ve transfobik şiddetten korunması, LGBT kişilere yönelik işkencenin ve zalimane, insanlık dışı ve onur kırıcı muamelenin önlenmesi, Eşcinselliğin suç olmaktan çıkarılması, Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine dayalı ayrımcılığın yasaklanması, İfade özgürlüğü, örgütlenme ve barışçıl toplanma haklarına saygı gösterilmesi, Sonuç.      Bu belgeyi Yayınlayan BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği. Bu metni hazırlayan editoryal grubda Kaos GL, Ilga Europe, Açık Toplum Vakfı, Sida da var. Birilerinin altına imza attıkları metnin görmedikleri, okumadıkları sayfaları bu örgütler tarafından hazırlandı. Bu sürecin bugün geldiği nokta şu: Belediye Meclislerinde komisyonlar kuruluyor ve belediyelerin idari yapıları içinde müdürlükler içinde görevlendirmeler yapılıyor. Bazıları müdürlükler içinde “Eşitlik birimleri” örgütlüyor. Bunların “görev, yetki ve sorumlulukları” şöyle tanımlanıyor: Belediyemizin stratejik planının hak temelli çalışan yerel sivil toplum kuruluşları (STK) ile birlikte, toplumsal cinsiyet eşitliğinin dikkate alınarak hazırlanması konusunda girişimde bulunmak. Yani Kaba Türkçesi şu: Evlerimizi hak temelli fuhşa açık hale getirmek! B-Toplumda dezavantajlı konumda bulunan LBGTİ (lezbiyen, gey, biüel, trans ve inter bireyler) (…) -ile ilgili olarak- hizmet üretme ve belediye politikalarını yurt içindeki ve yurt dışındaki STK’larla işbirliği içinde hazırlamak. (Buraya mülteci, sığınmacı ve azınlık gibi grublar da eklenmiş.) Bunlara “pozitif ayırımcılık yaparak Avantajlı duruma getirmek.”

Ç-Belediyemiz personeli arasında toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda duyarlılığı ve farkındalığı artırmak için  eğitim çalışmalarını planlamak ve yürütmek. Bakın burada belediye içinde personel arasında gay ve lezbiyenlik eğitimi, bunların korunması ve desteklenmesi, bu fuhşiyat işinin misyonerliği karar altına alınıyor.

G maddesinde ise, bu gruplara “hukuki destek” verilmesi sağlanıyor..

Romantik anlatımlarla bize daha önce ne hikayeler anlatıldı ve sonuçları ne oldu hep gördük. 6 ay bir güz süren yolculukların hepsinin sonu hüsran oldu.

Peki dünyada ne tür yankıları var bu sözleşmenin?

Fransada gelinen noktada yaşananları hatırlayalım. Bu olay sebebi ile yeni yasa yapıldı, Anne-Baba tanımı kaldırıldı! (Ebeveyn 1-2) denecekmiş. Birileri diyor ki, “bunlar eksterm örnekler“, anlatacağım konu Fransız Parlementosunda yasaya konu olan bir olay. Bir görmek istemeyince görmüyor. “Kadın-erkek tuvaleti kaldırılacakmış” iddiasını komik buluyor ama, bilmiyor ki, İstanbulda artık ortak-Kadın/Erkek hamamları ve var, Osmanlı/Tarihi hem de “TurkishBath!”

Olayı hatırlatayım: Bir okulda “sosyal uyumsuz” bir çocuk var. Sınıf öğretmeni çocuğun annesini çağırıyor. Gelen erkek. Öğretmen konuşup artık erkek olan Anneyi gönderiyor. Yönetimle konuşuyorlar, “babasını çağır” diyorlar. Baba diye gelen de kadın! O da Travesti, onu da gönderiyorlar. Ailenin soruşturulmasını, gerekirse çocuğun devlet tarafından korunmasını istiyorlar. Araştırma sonucuna göre, halen erkek olan anne, sprerm bankasından sperm almış, kendi yumurtası ile döllendirmiş ve çocuk taşıyıcı anne tarafından doğurulmuş.

Bakın, AB ülkelerinde çocukların yarıdan fazlasının veled-i zina olduğu iddiası artık raporlara yansıdı. Bu çocuklar uyuşturucuya yöneliyorlar, Pedefoli VIP bir  fuhuş sektörüne dönüştü. Bir kısmı ensest ilişki kurbanı! Bu çocuklar ya aklını kaybediyor ya da intihar ediyorlar. Batı intihar pandemisi yaşıyor, birileri bunları görmezden geliyor ve hala bu konuda insanları iknaya çalışıyorlar.

Batıda gelinen noktadan habersiz olabilir mi, bu insanlar.Ankara’da şimdi insanlar ne olduğunu bilmese de, gözleri alışsın kabilinden PANDASEX masaları kuruldu bile bazı Cafelerde. Bazı masaların üstü gök kuşağı rengi örtülerle örtüldü. Danimarka’da, Hayvanların Fuhşiyat için çalıştırıldığı Genelevler var.

Hiç kimse dünyada olup bitenleri, görmezden, duymazdan, bilmezden gelme lüksüne sahip değildir.  

Bu arkadaşlar 2021Ocağında GLOBAL, THE GREAT RESET’i manifestosunu duyduktan sonra gözlerini açtıklarında gerçeği belki anlayacaklar ama, atı alan Üsküdarı geçmiş olacak..

Kendi ülkemizde bu kadar LGBT+ ne zaman, nasıl ortaya çıktı. Bunları koruyan lobi kimlerden oluşuyor. Artık kendilerini de gizlemiyorlar. Kendi aralarında evlilikler de var. PANDASEX ile artık evliliğe de gerek yok.

“ERKEK HOCA TACİZ İFTİRASINA MARUZ KALMAMAK İÇİN ÖĞRENCİSİNİ SINIF GEÇİRİYOR”

Ülkemizde işler öyle bir noktaya geldi ki, Bir hoca kadın öğrencisi kendine “tacizci” iftirası atmasın diye sınıf geçirdim diyor. Memuru ile aynı asamsöre binmeyen amirler var.

“Yıknız haneyi eyledinizin viran!” diyince de kızıyorlar. Bu rezaleti millete haber vermemize de kızıyorlar. Öğretmen öğrencisine “kızım-oğlum diyemeyecekle bu gidişle” diyenleri alaya alan “akıllı”lar var! Gerçek ise çocuğun bile artık modern dünyada kime anne, kime baba diyeceğini şaşırdığı bir dünya var. Ve biz artık hepimiz devlet tarafından GENDER ilan edildik. Bu kelimenin anlamını İngilizce-Türkçe sözlüğe bakarak değil, BM, İnsan Hakları Komiserliğinin Uluslararası sözleşmelerdeki kavramlara ilişkin raporlarına bakarak anlayabilirsiniz!

Sözleşmenin uygulamasını YÖNETEN, YORUMLAYAN, DENETLEYEN, RAPORLAYAN ve YAPTIRIM YETKİSİne sahip bir GREVIO var. Onun raporlarına bakın, onda yoksa paralelindeki GÖLGE RAPOR’a bakın, orada neyin ne olduğunu görürsünüz.

Sözleşme imzalanırken fikir alındı mı? Nasıl imzalandı?

Bu sözleşme “STK ların katılımına açık, herkesin görüşü alınarak hazırlandı” diyorlar. Bu doğru değil. Bu işe ikna edilen, malum Lobinin örgütlediği, zaten öteden beri birlikte çalıştıkları, çoğunu GEZİ’den tanıdığımız örgütlerin de arkasındaki LOBİ’ler tarafından desteklenen ve aralarında aileden oldukları için önem verdikleri KADEM o zaman yoktu ama bu süreçte çalışanlar daha sonra KADEM de örgütlendiler.  Daha sonraki dönemde  KADEM üzerinderinden  örgütlenen grublar vardı. Aile Bakanlığı tarafından Bağımsız, bu konuda çalışan Vakıf ve Akademisyen, kitap yazarı asla aralarına kabul edilmedi. İlk toplantıya sadece ben çağrıldım ve oradaki konuşmamdan sonra da asla bir daha çağrılmadım. Daha sonraki dönemde de KADEM’in hiçbir toplantısına da çağrılmadım. Ya da bizden, bu düşüncedeki kişilerden hiç kimsenin çağrıldığını da duymadım. Yani bu yasa ve sözleşme dar alanda paslaşılarak hem STK,hem Bakanlık, hem Bürokrasi ve hem de TBMM de kotarılmıştır.

Yasa çıkana kadar bunlar yasa ile kontrol edilir diye düşündük. Yasa çıkarken ve komisyonlarda bazı milletvekilleri “ne yapıyoruz” diye aradılar. Ankara yine bize herşey kontrol altında dedi. Yasa çıktıktan sonra sorunlar yaşanmaya başlayınca biz de itiraz etmeye başladık. Bir yıl sonra da ilk Aile platformu kuruldu.

Bu sözleşme eskiden beri bildiğimiz Masonik, ağırlığı beyaz Türklerden oluşan, batı ile siyasi emelleri ve özel çıkarları olan çevrelerin lobisi ile AK Parti içindeki  uzlaşmacı tipindeki “demokrat” makyajlı, Büyük ölçüde, FETÖ ve PKK örneğinde de kendilerini ortaya koyan, AB ve ABD’nin fonladığı sivil toplum örgütleriyle birlikte çalışan, batı dünyasından gelen mesajlara açık, uluslararası güç dengelerinin politikalarını gözeten gruplarla  kotarılmış bir komplo ürünü olarak bugün patlamış durumda.

Bu sözleşmenin AK Parti’ye zararı nedir?

Bugün birileri, AK Partinin siyasi geleceği üzerinden yönetim üzerinde baskı oluşturmaya çalışıyor: Ben, “İNSANLIK, İNSANI İNSAN YAPAN DEĞERLER, DİN ve DEVLET TEHLİKEDE” diyorum. Onlar“AK Parti içindeki AKP’liler” diye tanımlamaya çalıştığım birileri“bunlar AK Partiye zarar veriyorlar” diyor. Bu sözleşmeler bir şekilde muhafaza edilir ve yasa değişmezse, AK Parti asıl o zaman görür zararı! Birileri, kendi söylediklerini ben söyleyince bunu tehdit olarak yorumluyor öte yandan. Bu durumu "bizim dediğimiz olmalı" diye bir dayatma olarak anlayan akıl, halkın bu sözleşme ve yasa konusundaki tekisini neden Demokratik bir Hak olarak görme eğiliminde olmaz acaba, benim için bunu anlamak kolay değil. Buyurun referanduma gidelim. Ya da çekin bu sözleşmeleri, değiştirin yasayı, değiştirmezseniz halkın iradesinin tecelli ettiği sandığı işaret edin ve yolunuza devam edin. “Hayır yapmıyoruz”diyin!

Peki AK Parti’nin bu konudaki çözüm yolu nasıl olmalı?

İnşallah, “Sözleşme dursun yasada sorunlu maddeleri gözden geçirlim” demezler. Bu krizi daha da derinleştirir ve yayar. Bu işin sonunda AİHM de var. AİHM karar verirken mer’i olan ANAYASA, NORM HUKUK statüsündeki anlaşmalar ve  yasaları dikkate alır. Onu da üyeler kendi dilindeki metinden ve kendi ülkelerindeki uygulamalardan yola çıkarak yorumlarlar. Anlaşma kaldığı sürece tek başına GREVIO bile başımıza bela olmaya yeter. BM İnsan Hakları Komiserliğinin İnsan Hakları sözleşmelerindeki kavramları açıklayan belgeleri de, sözleşmenin okunup anlaşmasında temel referans kodu’dur. Bunu bilmeden, görmeden, anlamadan bir karar verirseniz, bu sözleşmenin sebeb olacağı tartışmaların altında ezilirsiniz.

Birileri bize, Rus Ortodokslar, Polonyalılar, Katolikler ve Sırpların sözleşmeye karşı çıkmasından yola çıkarak, “bunların arasında ne işiniz var” demeye getiriyorlar. Sahi sizin LGBT lobisi” ile ne işiniz var. Onlar ailelerine sahip çıkıyorlarsa ortak bir erdem üzere herkes birlik olabiliriz. Siz bir ırk ismi üzerinden bizi eleştirirken, ırkçılık yaptığınızın farkında mısınız?

Birileri AB sözleşmeleri kabul edildiğinde bazı endişeler vardı, bunlar gerçek olmadı diyor. “Ulus devlet devam ediyor, Yerel yönetim özerklik şartı duruyor, Kürdistan kurulmadı” diyor. Ve birileri hedeflerine ulaşmak için zamanını bekliyor.

Bu sözleşme temel kavram ve kurumları ile yanlış bir sözleşme. Bir defa şunu görelim. Batı da HAK kavramı yok, onlar RİGHT der. Bu insan merkezli, sağduyuyu ifade eden bir kavram. Yani Humanist bir bakış açısı. Burada HUMAN kim ona bakmak gerek. O “insan” dedikleri, hangi insan! “Birey” tanımını anlarsak o insan dedikleri neymiş anlaşılıyor. Ve “üstün insan”ı aramaya başlarsınız. Orada “Üstün ırk”ı görmeniz gerek. “Tanrının ailesi/oğlu”na yönelmeniz gerek. “Tanrının kırallığı”nı görmeniz gerek.

“KADIN ERKEK ÇATIŞMASI ÜZERİNE KURGULANMIŞ BİR SÖZLEŞME!”

“İnsan Hakkı, Kadın Hakkı, İşçi Hakkı” olmaz! Hak bunlardan herhangi birinin ya da bazılarının üzerinde tecelli edebilir. Biz de ona “Hak’lı” deriz. Cinsiyet ve ırk sevet iktidar sınıf üzerinden “Hak” ve “Hukuk” tanımı yapılmaz. İşçi haklı ise, patronda ona razı olacak, patron haklı ise işçi. kadın Haklı ise erkek de onu savunacak, erkek Haklı ise kadın da onu. Yoksa orada adalet değil zulüm olur.

Bu sözleşme kadın-erkek çatışması üzerine kurgulanmış bir sözleşmedir. Kadını ağlatırsanız, bir milletin anasını ağlatırsınız, Kadınlar sadece çocuk doğurmaz, toplumu da doğurur kadınlar. Kadını ezerseniz, ezilmiş kadınlar şahsiyetçi toplumlar doğuramaz. Kökünüze kibrit suyu dökersiniz. Bir erkeğin anasını ağlatırsanız, onun erkek olan tüm akınlarını da ağlatırsınız. Bir erkeği ağlatırsanız, onun anasını da, bacısını da, hanımı da, kızını da ağlatırsınız.

Bu sözleşme bir tuzaktır. Birbirimizi tamamlayan iki yarımız. Kim yara alırsa alsın, bütün zarar görür.Şiddet var diye, “Gelin-Kaynana” yasası da çıkartalım. Kadın kadına da haksızlıklar var! Böyle komedi olmaz.Uygulamaya dönük yaşanan sorunlarla ilgili "Sexualorientation / cinsel yönelim", “Partner” gibi detaylar zaten zaten biliniyor. Uygulamaya dönük 40 tane sorun var! Ben burada sözleşmenin öteki yüzünü göstermeye çalıştım.

“KOVANIN DİBİ DELİK”

Kadına şiddeti önlemek”leperdelenen  düzenleme, “cinsel eğilim”, “cinsiyet” kavramının önüne geçirilmektedir. Sözleşmeye göre cinsiyet tehlikeli, cinsel eğilim ise tehlikesizdir. Buyurun. Çok masum bir ifade değil mi? Bu “masum”(!?) gerekçenin arkasına sakalanan bir yığın düzenleme var! 81 madde içinde bir tek “cinsel yönelim” var diyenlere diyoruz ki, “kova’nın dibi delik”, onlar kovadaki suya bak diyorlar. Biz “zehir katmışlar” diyoruz, onlar “bala bak” diyorlar. Biz “olta” diyoruz, onlar “yem”in büyüklüğüne bakıyorlar. GREVIO’dan sözetmiyorlar tabi, Sözleşmenin REFERANS KOD’larına hiç bakmıyorlar. Zaten “Toplumsal cinsiyet” konusuna hiç girmiyorlar.

Mesela sözleşme hükmünde LGBT’lilerin cinsel ayırıma uğratılmamasına bir gönderme var. Buna karşı çıkmak, "hayır, o zaman ayrımcılığa uğratılsın" anlamına gelir deniyor. Mefhumu muhalif üzerinden bir zihin karışıklığı ile işin içinden sıyrılıyorlar. Hayır siz eşcinselleri “…engelliler ve göçmenlerin arasına katarak, aynı anlamda onlarla birlikte meşruiyet kazandırıyor ve dezavantajlı grup” statüsünde onlara “pozitif ayırımcılık yapılması”na, desteklenmelerine, himaye edilmelerine kapı aralıyorsunuz!. İşte bu “sözleşmeyi okudum iddiaların çoğu gerçek değil” diyenlerin okumalarındaki temel zaafları ya da çarpıtmaları bu detaylarda gizli.

Bana birileri “Fahişe ve türevleri’ne arka çıkıyor” dediğim için, sözlerimin içinde “Fahişe” kelimesi geçti diye kıyameti koparıyorlar, ama aynı çevreler LGBT+’ı sahiplenen bir sözleşmeye nasıl sahip çıkıyorlar. Afedersniz onlar “Fahişe” değil tabi, onlar “pozitif ayırımcılık”a tabi, korunması, desteklenmesi gereken dezavatajlı grup mensupları” tabi!

Bu son Cuma hutbesinde 2 yerde yine BİREY’den söz ediyordu. Tekrar söylüyorum, tek başına Kişi, Ferd, Şahıs yerine BİREY tanımı bile, bir cinayettir. BİREY’in bu sözleşmenin REFERANS KODLARI’na bakarsanız, “Din, mezhep, tarih, gelenekten, hertürlü değer yargısından  bağımsız/soyutlanmış tekil bir GENDER”dir. BİREY’in cinsiyeti bile kendi HEVA ve HEVES’ine, ZEVK’ine göre belirlenir. Bu ifade FITRAT’ı hiçe saymaktır. Tek başına bu tanımlama, kova’nın dibindeki delik, olta’ya takılan yem, bal’a katılan zehir’dir. Bu ifade “Anne ve babasına ÜF bile demeyi yasaklayan bir dinin, EMRİ BİL MARUF VE NEHYİ ANİL MÜNKER ŞARTI’na yapılan İTİRAZ’dır. İSTİŞARE VE ŞURA’yı, NASİHAT VE HAKEMLİK / ARABULUCULUK EMRİ’ni RED’dir. “VELAYET”i İNKAR’dır. Onun için, doğrudan ve dolaylı olarak FUHŞİYAT’ı destekleyen bu sözleşme ve türevlerine ve bunlara dayalı mevzuata, AİLE ve NESLİ İFSAD eden bu düzenlemelere “LA” diyoruz ve demeye devam edeceğiz.

“BU SÖZLEŞMELER PEDOFİLİYİ, FUHŞİYATI ENGELLİYOR MU DESTEKLİYOR MU?

“(…) aslı “Lanzarote Sözleşmesi” Şeytan Üçgeni’nin bir diğer ayağı olan “Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismaraKarşı Korunması” sözleşmesi 6084 sayılı kanun ile onaylanmış ve 25.10.2010 tarihinde kanunlaşmış. (…) Kronolojik sırayla gidersek, sonra İstanbul sözleşmesi ve daha sonra CEDAW. Sonra da CEDAW ve İstanbul Sözleşmesine dayalı yasa ve yönetmeliklerin, genelgelerin değiştirilmesi gerek. Bu sözleşmeler Pedofoliyi, fuhşiyatı engelliyor mu, destekliyor mu? Bu sorunun cevabını araştırın.

Bunu ilk günlerde yazdım. Özet olarak tekrarlıyorum.Bu sözleşmeleri hep “Kadına şiddeti önleme” gayesi ile yapılan bir sözleşme gibi sunuyorlar. Bu işin kandırmacası. Ağuyu altın tas içre sunuyorlar, bal da onun suç ortağı. Kadına şiddeti gösterip LGBT’ye meşruiyet sağlamaya çalışan, aileye karşı bir suikast planı var işin içinde. Bizimkiler de bu oltayı kolaylıkla yutuyor. Yoksa kadına şiddeti kim meşru görebilir. Kadın sadece çocuk doğurmaz, toplumu doğurur. Her kadın ve erkek bir başka kadının eseridir. Ezilmiş bir kadın nasıl şahsiyetli bir çocuk yetiştirsin. Zalimin ve mazlumun cinsiyeti üzerinden zulüm tanımı yapılmaz. Cinsiyetçilik de bir ırkçılık türevidir.

Yukarıdaki ifadelerden ben kime fahişe demişim? “Fahişe ve türevleri” derken kasdedilen FUHŞİYAT ahlaksızlığı değil mi?  Bunları kim niçin meşrulaştırma çabasında? Sözü edilen sözleşmelerdeki Aileyi hedef alan, Fuhşiyatı teşvik eden hükümleri kim destekliyor? İşte onlar sözü edilen Holdingler. Sahi artık emniyet Fuhuşla mücadeleyi de bıraktı mı? Bu türevlere kim, niçin arka çıkıyor, onlar, batıl bir işi savunurken, bizim Müslümanlar ne yapıyor sorusunu da mı sormayalım.

“BU SÖZLEŞMEYİ OKUMADAN MECLİSTEN GEÇİRENLER BUGÜN YAZIMI OKUMADAN BANA SALDIRIYOR”

Bu sözleşmeyi okumadan imzalayıp meclisten geçirenler, bugün benim yazımı okumadan bana saldırıyorlar. Hem suçlu hem güçlüler. Okuduklarını da anlamıyor bunlar. Kendilerini ıslah edici gibi takdim  ediyorlar ama yaptıkları bozgunculuk. İfsat. Lut kavminin sapkınlığını meşrulaştıranlarla nereye kadar gidebiliriz. Benim tavrım belli; haksızlık ve zulüm kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı. Zalim yakınımız da olsa, mazlum düşmanımız da olsa. İlke bu. Bir topluluğa olan öfkemiz de bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevketmemeli. Neyse bu iş bir yerden patlayacaktı. Bir bakıma iyi oldu. Kim kimdir, kim nerede duruyor görüyoruz. Tanıyoruz. Şikayet dilekçesine müşteki olarak kimlerin adı var onu göreceğiz.  Bu işin bir de öbür dünyası var. Sonuçta Allah bize şer gibi gelen bu şeyi hayra tebdil edebilir. Göreceksiniz, inşallah öyle olacak! Kendi yalan ve çarpıtmalarının arkasına saklanarak saldıranlar, küfredenler, iki cihanda da zelil olacaklar. Birileri kınıyormuş, taş atıyorlarmış, yoluma diken döküyorlarmış, arkamdan küfrediyorlarmış. Durmasınlar! Ben onları Asrı saadet döneminden tanırım.

Sözleşme kadın cinayetlerinin durdurulmasına yönelik bir fayda sağladı mı?

TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu (KEFEK) Yasama Uzmanı Gökalp İzmir, “Kadına Yönelik Şiddet ve Dünya Gerçeği” başlıklı bir rapor hazırladı. Rapora göre; 28 Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkede, kadına yönelik şiddet AB’de 15 yaşından büyük her 3 kadından 1’inin (yaklaşık 62 milyon) “i ya da üçüncü erkeklerin” fiziksel ya da cinsel şiddetine maruz kalmış.  En çok şiddet görülen ülkeler Danimarka, Finlandiya ve İsveç. Kadına şiddetin en az olduğu ülkeler ise Polonya, Avusturya ve Hırvatistan. 28 AB üyesi ülke arasında 15 yaş ve üzerindeki kadınların şiddete maruz kalma oranları şöyle: Almanya: % 35, Danimarka: % 52, Estonya: % 33, Finlandiya: % 47, Fransa: % 44, Hollanda: % 45, Polonya: %19, Portekiz: % 24, Romanya: % 30, İsveç: % 46, Slovakya: % 34, İngiltere: % 44. Rapora göre, Türkiye genelinde yaşamlarının herhangi bir döneminde cinsel şiddete maruz kalmış kadınların oranı yüzde 12, fiziksel şiddete maruz kalmış olanların oranı ise yüzde 36. kentte yüzde 35, kırsalda yüzde 38. şiddet sözkonusu.. Ancak bu şiddetin doğruluğu konusu ayrıca tartışmalı. Batıda şöyle bir durum da sözkonusu, evde yaşanan şiddette taraflar genel olarak alkollü oldukları için konu “aile içi/ev içi şiddet” dedikleri türde kayda geçmiyor, serkeşlik olarak kayda geçiyor. Öte yandan, Sözleşme ile kadın cinayetleri hiç olmadığı kadar arttı. TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu son iki buçuk yılda tam 746 bin 336 erkeğin evden atıldığını açıkladı. Kanun kapmasında 2017’de 295 bin 618, 2018’de 358 bin 499, 2019’un sadece Nisan ayında ise 92 bin 219 erkek evinden atıldı."diyerek sözleşmenin Türkiye'ye zarar verdiğini iddia etti.

Artık herkes şunu görüyor ve biliyor, ifade ediyor: “Türk aile yapısını dinamitleyen ve cinsiyetsizleştirme bataklığına zemin hazırlayan Toplumsal Cinsiyet Eşitliği (TCE) ifsadı, dev firmalar tarafından destekleniyor. Milyonlarca lira harcanarak çekilen reklam filmleri aracılığıyla cinsiyetsizlik ve sapkınlık olağan hale getiriliyor. Ülkemiz üzerinden milyonlarca dolar kazanan Koç Holding, Bosch, Audi, Barbie, Dove, Nike, Orkid gibi firmalar tarafından sipariş edilen reklam filmlerinde TCE maskesiyle cinsiyetsizlik vurgusu yapılıyor.”

Yukarıda anlattığım, benim eleştirdiğim durum şu: “Koç Grubu’nun 8 Mart Dünya Kadınlar Günü bahanesiyle yayınladığı reklam filmi buram buram cinsiyetsizlik kokuyor. “Roller çoktan değişti. Cinsiyetlere dair kalıp yargıları ortadan kaldırmak her şeyden önce fark etmekle başlar” sözleriyle cinsiyetsizlik meşru hale getiriliyor. Koç’un bu tavrı Müslüman mahallesinde salyangoz satmak olarak yorumlanıyor.”

Benim yazımdan kimin tedirgin olduğu burada açık olarak görülüyor. Şimdi birileri topyekun saldırıya geçerek 81 ilde hakkımda suç duyurusunda bulunacaklarmış. Bakın bakalım, bir defa “Fahişe ve türevleri” diye LGBT’liler eleştirdim diye bana karşı saldırıya geçenler, bu fuhşiyatı meşrulaştırma gayretindeki lobiye kadar ne yaptılar, ne söylediler, ne yazdılar, düne kadar! “Zümrüt Apartmanı” adlı pedofili propogandası yapan kitap Kültür Bakanlığı tarafından nasıl yayınlandı? O yasa nasıl çıktı ise öyle, onlar tarafından. Yapı Kredi Yayınları’nın bastığı “çocukları eşcinselliğe teşvik edici” kitap skandalını biliyorsunuz. Bunlar deşifre olunca paniklediler ve saldırıyorlar. İftiraya sığınıyorlar. Bu kirli senaryoya birileri partilerini de alet etmek istiyor. CHP’den birileri de bu komplonun öteki kanadındaki zihniyet ikizleri ile birlikte hareket ediyor. Yasayı birlikte çıkardılar, şimdi birlikte savunuyorlar. Eşcinsel ilişkinin meşru bir “hak” olduğunu öne sürenler bunu kadına şiddetle maskelemeye çalışıyorlar. Ahlaksız ve gayrı meşru ilişki biçimlerini normalleştirmeye ve bir hak olarak görülmesini sağlamaya çalışıyorlar. Bunlar bu “onursuzluk” mücadelesine “UTANMA” diye başladılar. Bu utanmazlara söyleyecek sözümüz belli. Onların kınamaları ya da saldırıları karşısında da susacak değiliz.

Allah size yardım ederse artık sizi yenilgiye uğratacak kimse yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa , Ondan sonra size kim yardım edebilir. Müminler yalnız Allaha güvensinler” (Ali İmran 160)

"Allah’tan başkasına ibadet etmeyin (…) Rabbinizden mağfiret dileyin, sonra O'na tövbe edin. Allah da sizi belirlenmiş bir süreye kadar dünya nimetlerinden güzelce yararlandırsın, fazlasını yapan herkese de iyiliğinin karşılığını versin. Eğer yüz çevirirseniz, ben sizin başınıza gelecek o dehşetli günün azabından korkarım." (Hûd Suresi 2-3)

Birileri sanki bu uyarılardan habersiz ve sanki korkmuyorlar gibi. Öyle ya, Lut Kavmi ve helak olan kavimlerin hikayesi, Sodom ve Gomora ya da Pompei onlar için fazla bir şey ifade etmiyor. Kitap ise “tarihsel bir olay”dan söz ediyor. Binlerce yıl yaşanmış ve detaylarını bilmediğimiz bir oyla bugün yaşananlar kıyas edilemez değil mi! (Haşa)

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Ben Müslümanlardanım ve Rabbim Allah’tır! Bu dünyada tartışıp durduğumuz şeylerin hakikatinin bize gösterileceği bir gün var. Sonuç beni hiç ilgilendirmiyor. O insanların liyakatı ve imtihanı ile ilgilidir. Hayır da şer de Allahın iradesi içindedir. Ben O’nun rızasını seçtim. Herşeyin bir vadesi var. O an geldiğinde O “ol” der o şey olur! Bu süreç bizim için bir imtihan sürecidir. Bu süreçte ve her zaman kim ne yapıyorsa, ya kendi sırtında kendi cennetine tuğla, ya da kendi cehennemine kendi sırtında odun taşıyor olacaktır. Allah iradesini gerçekleştirmek için kimseye muhtaç değildir ve hiçbir güç O’nun iradesini engelleyemez!

Selam ve dua ile.

Habervakti