İşte, "Dımad bin Salebe kimdir? Dımad bin Salebe nerede doğmuştur? Dımad bin Salebe ne zaman doğmuştur? Dımad bin Salebe nasıl Müslüman olmuştur? Dımad bin Salebe hicret etmiştir? Dımad bin Salebe nasıl evlenmiştir? Dımad bin Salebe’nin cesareti, Dımad bin Salebe‘nin hayatı, Dımad bin Salebe’nin vefatı…" sorularının cevapları...

Mekke için için kaynıyordu. Her sokak başı, her ev, her kervan hep ondan bahsediyordu. Muhammed'den (a.s.m.), onun getirdiği dâvâdan söz ediyordu. Bazıları onu dinlediği bir sokak başında kalbinden vurulmuşçasına sarsılıp davasına teslim oluyor, bazıları kin ve inadında daha da ileri gidiyordu. Hidâyete yol bulanlar onun etrafında toplanıyordu. Daire günden güne genişliyordu.

Müşriklerin azılıları ise bu gidişten endişeleniyor, şirkin yıkılışına seyirci kalamayacaklarını anlıyorlardı. Kendilerini atalarıın putlarından uzaklaştıran, yeni bir din ile mükellef kılan bu zatın önüne nasıl geçilecekti? İşin şakaya gelir yanı yoktu. "Bu iş devam etmez, biter" diyenler hep aldanıyordu. Çünkü en umulmadık kimseler onun tarafına geçiyordu.

Günlerden bir gündü. Mekke'de bir sokak başında bir araya gelmiş müşrik ileri gelenleri dertleşiyordu. Muhammed'in (a.s.m.) nurunu nasıl söndürüp, bu gidişin önüne nasıl geçeceklerini müzakere ediyorlardı. Hidâyet güneşini söndürme azimlilerinin başında Ebû Cehil geliyordu. Bu azılı müşrik her türlü düşmanca plânların yanında ve başında idi. Beraberinde Utbe bin Rebia ve Ümeyye bin Halef gibi iki meşhur İslam düşmanı da bulunuyordu. Konuşan yine Ebû Cehil'di. Cehâletin, şirkin ve zulmün babası Ebû Cehil şöyle dedi:

"Bu adam birliğimizi parçaladı. Ümidimizi suya düşürdü. Ölülerimizi dalalette olmakla suçladı. İlahlarımızı kınayıp tahkir etti."

Etrafındakileri tahrik edici bu sözler aynı zamanda İlâhi dâva karşısında duyulan can sıkıntısının da bir tezahürü idi. Kızgın Ümeyye söze karıştı:

"Bu adam gerçekten delidir!" dedi.

Aslında bu ifade de kinle karışık bir acziyet beyanıydı. Meşhur cinci Dimad oradan geçerken bu konuşulanları duydu. Ümeyye'nin "Delidir" demesi onda Muhammed'e (a.s.m.) karşı düşmanlıktan ziyade bir acıma hissi uyandırmıştı. Onun gerçekten deli olduğunu sandı ve mesleğinin zaten böylelerini iyileştirmek olduğunu düşündü. Hem Muhammed (a.s.m.) onun eski bir dostuydu; onu bu dertten kurtarmak en azından bir vefa borcu sayılırdı.

Dimâd, Muhammed'i (a.s.m.) arayıp bulmaya, derdini öğrenip onu iyileştirmeye karar verdi. Çünkü Mekke'nin ve o havalinin yegane ruh doktoru o idi. Doğruca yola koyuldu ve o gün akşama kadar araştırdı. Muhammed'i (a.s.m.) bulamadı.

Ertesi gün ilk işi yeniden aramak oldu. Sonunda onu Kâbe'de namaz kılarken buldu. Makam-ı İbrahim'in arkasında tahiyyatta oturmaktaydı. Namazını bitirip selâm verince yanına yaklaştı. Tedbirli bir tavırla ona doğru yürüdü. Çünkü tedavi ettiği hastalarının ne zaman, ne yapacağı pek belli olmazdı.

"Ey Abdülmuttalib'in torunu, bana dön bakalım" dedi. Resulullah (a.s.m.) yönünü döndü ve, "Ne istiyorsun?" dedi. "Ruh hastalıklarını tedavi ederim. İstersen senin derdine de bir çare bulayım. Hastalığını büyütme. Senden daha ağır hasta olanlarını iyileştirdim. Kavmin sendeki bir takım kötü hasletlerden bahsediyor. Ümitlerini iyice kırmışsın, cemaatlerini parçalamışsın. Ölenlerini sapıklıkla itham etmişsin, ilahlarını kınamışsın. Bunları ancak cinnet getiren bir kimse yapar."

Resulullah (a.s.m.) Dimâd'ı sabır ve sükutla dinledi. Çünkü o önce konuşanı dinler; sonra ne söylemek gerekiyor, nasıl davranmak icâb ediyorsa en güzelini yapardı. Henüz cehalet bataklığında olup, kafasında putların inancını taşıyan Dimad’a da şöyle hitap etti:

"Hamd Allah'a mahsustur. Yalnız Onu metheder ve Ondan yardım isterim. Allah kime hidayet ederse, kimse onu saptıramaz. Kimi de saptırırsa, onu kimse hidayete erdiremez. Tek olup hiçbir ortağı olmayan Allah'tan başka ilâh olmadığına şehadet ederim" diye sözlerine başladı ve kendisine isnat edilenlere cevap verdi. Dimad şaşırmıştı. Çünkü dinlediği sözler, değil cinnet eseri, dünyanın en akıllı insanının dahi söyleyemeyeceği kadar veciz ve güzeldi. Beyninden vurulmuşa döndü. Nasıl olur da, Kureyş’in en uluları onu "delilik"le itham edebilirlerdi? Yoksa kendisi mi deli olmuştu ki, onun saçma sözlerini çok mükemmel görüyordu? Dayanamadı:

"Ne olur, bu söylediklerini bir kere daha tekrar et" dedi. Vazifesi davasını zihinlere tesbit etmek olan Yüce Peygamber tekrardan usanır mıydı? Aynı hakikatleri aynı veciz üslupla Dimad'a bir kere daha tekrar etti. Bunun üzerine Dimâd daha fazla dayanamadı ve şöyle haykırmaya başladı:

"Ben kâhinlerin, sihirbazların ve şairlerin sözlerini işittim. Vallahi, bu sözlerin benzerini hiç duymadım. Senin sözlerin deryaların enginliklerine nüfuz etti. Bu sözlerin sahibi bir mecnun, bir sihirbaz ve bir şair olamaz. Haydi uzat elini, İslama girmek üzere sana biat edeyim" dedi. Resûlullah (a.s.m.) elini uzattı, Dimâd uzanan eli yakaladı. Böylece şirk cephesi bir zayiat verirken, İslâm davası bir kişi daha kazanmış oldu.

Dimad bin Sa'lebe, çevresi ve kabilesi tarafından sevilen ve itibar gören birisiydi. En çaresiz sanılan dertlere, ruh hastalıklarına devâ olurdu. Bu yönünü bilen Resulullah (a.s.m.) biat elini uzatırken, "Bu anlaşma, aynı zamanda kavmin adına da olsun mu?" buyurdu. O da tereddütsüz, "Evet, kavmim adına da olsun" cevabını verdi.

Resûlullahın (a.s.m.) yanında bir müddet kalıp ondan Kur'ân öğrenen Dimâd, sonra sonsuz bir sürur ve saadet içinde mensubu olduğu Ezdu Şenue Kabilesine döndü.'

(Hz. Dimâd'ın bundan sonraki hayatı hususunda, elimizdeki kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlamadık.)