Multi-disipliner sanatçı Arik Levy’nin Türkiye’deki en kapsamlı sergisi “Varoluş Kavşağı” Pilevneli Dolapdere’de ziyarete açıldı. Dünya, doğa, evren, tasarım gibi farklı kavramlara atıfta bulunana Levy, “Doğa ve doğal tasarım, görebileceğimiz en harika şeylerden biri. Biz insanlar ise bunun sadece çok küçük bir parçasıyız” diyor.

ünyaca ünlü multi-disipliner sanatçı Arik Levy’nin Türkiye’de’ki en kapsamlı sergisi “Varoluş Kavşağı” Pilevneli Dolapdere’de ziyarete açıldı. Galerinin beş katına yayılan sergi Levy’nin heykelleri, duvar heykelleri, çizimleri ve resimlerinden oluşuyor. Sanatçı galerinin her katını ayrı bir başlık altında ele alıyor ve süreçle evrilen bir dünya oluşturuyor. Tarih Öncesi, Evrim, Yeniden Oluşum, İllüzyonve Bağımlılık başlıkları altında farklı kavramlara atıfta bulunuyor. Levy ile hem yeni sergisini hem tasarım anlayışını konuştuk…

Öncelikle Varoluş Kavşağı’nın yola çıkış sürecinden bahsedebilir misiniz? Türkiye’deki en kapsamlı serginiz…

Evet. En çok istediğim şey işlerimin insanlarla bir iletişim kurması ve kafalarında bir soru uyandırması. Bunlar elbette kişiden kişiye değişen sorular. İnsanların eserlerle olan ilişkisi değişken olduğu için en önemli şey bu. Eserlerimle karşı karşıya geldiklerinde deneyim benim için önemli. Mesela evrim odasında her şeyin bir şeyden evrildiğine dair mesajlar var. Bir kaya parçasından bir şey çıkıyor ve o evriliyor. Hepimiz bir bireyiz. Hepimizin içinde bir desen var. Aslında aynıyız ama farklıyız da. İki kolumuz ve bacağımız olsa da iç dünyamız farklı. Farklı biçimler ve desenler alabiliyoruz.

ZİHNİMDEKİ DÜŞÜNCELERİN ORGANİZASYONU

Her kat ayrı bir temaya ayrılıyor. Yeniden doğuş gibi evrim gibi… Bunların felsefesi nasıl şekillendi?

Bu galeriye ilk kez Ekim ayında gelmiştim. Normalde ya çok büyük ya da çok küçük iki katlı alanlar varken burası kat kattı. Bu benim için zordu ama aynı zamanda fırsattı da. 360 derecelik bir açı olmadığı için ziyaretçiler en alt kattan üste çıktıklarında; sonra tekrar aşağı indiklerinde farklı bir şeyle karşılaşıyorlar. Aşağı indikçe gözlemleri değişebiliyor. Her şeyin formu benzer, ama çok farklı evrilen heykeller bunlar. Bunlar zihnimdeki düşüncelerin bir organizasyonu diyebilirim.

Siz multidisipliner bir sanatçısınız. Tasarım anlayışınızın, felsefeniz nerede duruyor?

Her projem zihnime adanmıştır. Sanat sanattır dizayn dizayndır. Film de film.. Tasarım soruların ve cevapların olduğu bir süreç. Hem kendim için hem yapacağım kişi için hem insanları düşünerek bir şeyler yapmam gerektiği için biraz daha fonksiyonel düşünüyorum. Her zaman en önemlisi doğaya bir yararı olmasını ya da zararı olmamasını önemsiyorum. Çalıştığım tüm disiplinler kafamda farklı noktalarda. Sanat sadece bir ürün olmadığı için spesifik bir şey değil. Sadece soruları kendime soruyorum fakat tasarımı yaparken sorunun da cevabın da ne olduğunu bilmiyorum. Bu noktada ise sanat beni özgürleştiren bir şey.

Tasarımın bugünü hakkında ne düşünüyorsunuz?

Tasarımın bugün klişeleştiğini düşünüyorum. Çok daha endüstriyelleştiğini ya da kurumsallaştırıldığını düşünüyorum. Partiler, konferanslar, bienaller bunun bir parçası oldu. 20 sene önce birine ne iş yaptığını sorduğunuzda endüstriyel tasarımcıyım diyordu. Fakat şuan sorduğunuzda sadece “tasarımcıyım” diyorlar. Neyle uğraştıklarını tam olarak netleştiremiyorlar. O yüzden şuan kapsamı genişletilmeye çalışıldığı için kurumsallaşmış bir hal aldı ve biraz daha geriye gidiyor.

Sergide doğaya atıfta bulunan işleriniz de var… Doğanın tasarımı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Doğa sahip olduğumuz en muhteşem şey. Milyonlarca yıldır var. Denizden doğadan her gün yeni bir şey keşfediyoruz. Her şey birbiriyle bağlı. Yapacağımız tek bir şey var. Onu nasıl korumalıyız sorusunun cevabı. Doğa ve doğal tasarım olarak adlandırdığımız şey görebileceğimiz en harika şeylerden biri. Biz insanlar ise bunu sadece çok küçük bir parçasıyız.

Ne kadar uzun süredir dünyada olursak olalım en fazla 4 bin-5 bin sene öncesine kadar gidebiliyoruz. O da yazılı kaynaklar sayesinde. Ama doğa her zaman vardı ve kendi kendine evrildi. Bireyler birbirleriyle iletişim kurabilmek birlikte yaşayabilmek için bir sistem oluşturmak zorundalar. Fakat doğada böyle bir şey yok. Doğa milyonlarca yıldır kendiyle iletişim ve ilişki kurabilen bir sistem ve bu harika bir şey.

İşleriniz Türkiye’de farklı sergiler de izleyicilerle buluştu. Aynı zamanda işbirlikleriniz var. Eczacıbaşı ile projeler yaptınız. Dolayısıyla Türkiye’ye çok uzak değilsiniz. Türkiye’deki tasarım kültürü hakkındaki görüşlerini merak ediyorum….

Türkiye’deki dizayn kültürü çok dinamik. Çok iyi üniversiteler var. Eğitim de aynı şekilde dinamik ve hırslı. Evrilen bir şey varsa insanların şuan çok daha rahat iletişim kurması. Tasarımcılar ve sanatçılar küçük gruplar halinde değil herkesle iletişim kurabiliyorlar. Herkes bu konularda artık rahatça bilgilendirilebiliyor, bir taksici de tasarım faaliyetlerinden haberdar bir mühendis ve CEO da… Eğitimin globalleşmesinin de bundaki payı büyük.

Hermitage’deki işinize de değinmek istiyorum. Moskova’daki Hermitage Çağdaş Sanatlar Müzesi için dünyadaki en büyük heykellerden birini yapıyorsunuz. Bu heykel için bir röportajınızda genç jenerasyon için ilham kaynağı olabilir demiştiniz…

Evet, enerji ve motivasyona sahip. Çok büyüyen bir iş var karşımızda. Bu birinci mesaj, çünkü bir kaya büyümez, onları ben büyütüyorum. Bu insanlara hakkında yeni araçlar veriyor. Dünya üzerinde yapılan en büyük heykellerden bir tanesi. O heykelin yerine müzenin içine başka bir bina yapılabilirdi. Ama sanatı seçtiler. Bu da çok değerli bir şey.

Genç insanlar ileriye gidebilmek için büyük bir enerjiye sahip. Bu büyüyorsa ben de büyütebilirim diye düşünebilirler. Bir araba anahtara sahipse ve çalışıyorsa o arabayla Venedik’e de Alaska’ya gidebilirsiniz. Bu da muhteşem bir şey. Yaratmaya istediğiniz noktadan başlayabilirsiniz.