Amerika kıt’asının keşfinin 400. Yıldönümü’nde, 1892’lerde, Amerikan edebiyatının en güçlü mizah yazarlarından Mark Twein, ‘Kristof Kolomb, Amerika’yı keşfetmekle büyük iş yapmıştı. Keşke, keşfetmeyerek daha büyük bir iş yapsaydı!.’ demişti.

***

Evet, sahi dünyayı, Mark Twein’in varlığından yakındığı Amerika’dan ve Amerika’yı da bir ‘kumarhane’ işletir gibi yöneten Trump’ın firavunvarî şeraretinden kurtarmak için n’apmalı?

Çünkü dünya, son yüzyılda, hele de şu son yarım asırda, diplomasi sahasında, en azından zâhiren, bir takım kurallara uyulması gereğinin her devlet tarafından kabullenildiği gibi bir anlayışa doğru yol almaktaydı. Bu yüzden de, hattâ en karanlık ve totaliter rejimler bile, en gaddarca ve zâlimce uygulamalarını, o uluslararası hukuk veya diplomasi kurallarına göre izah etmek gereğini duyuyorlardı. Bugün de, bir-iki istisnasıyla hemen bütün devletler karar ve davranışlarının tartışma konusu olması halinde, kendilerini yine de o uluslararası hukuk kurallarına göre savunmaya çalışıyorlar.

Trump ve -Amerikan emperyalizminin Ortadoğu şubesi durumundaki- sionist İsrail rejiminin başbakanı Netenyahu ise, hiçbir kural tanımıyorlar ve uygulamalarıyla, ‘tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş’ misâli, uyum içinde, dünyaya, ‘Davranışlarınızı da, kurallarınızı da bize göre belirleyeceksiniz.’ mesajı veriyorlar. ‘Dünya devletlerinin ve halklarının uyacağı kuralları biz koyarız..’ diyen firavunvarî bir hadbilmezlik, kural tanımazlık, zorbalık ve küstahlık içindeler..

***

Ortadoğu ve Filistin Meselesi’nin çözümü için büyük bir şans olduğunu söylediği Kuchner isimli bir yahudiyi damad ve başdanışman edinen ve B. Amerika’daki ‘Evanjelik Hristiyanlar’ın en önde gelen isimlerinden olan Mike Pence’i de kendisine ‘Başkan Yardımcısı’ olarak seçen Trump da nasıl bir dünya görüşü olduğunu ortaya koymuyor mu? Sahib olunan güç ile, Evanjelik Hristiyanlığı bir ‘devlet dini’ halinde ve Mesih’in dönüşüne hazır hale getirmeye çalışmak ve bunu yaparken de Yahudilikle işbirliği halinde olmak temeline dayanmaktadır.

Böyle birisinden başka ne ve nasıl beklenir ki?

Bu Trump değil miydi, 4 sene önce bugünlerde, aday olduğu Amerikan Başkanlığı için seçim meydanlarında, -İsrail rejimi 1948’de kurulalıdan beri- Tel-Aviv’de bulunan Amerikan elçiliğini, Jerusalem’e, Kudüs’e taşıyacağını vaad eden.. Halbuki, uluslararası hukuka göre, işgal edilen yerlerin statüsü tarafların anlaşması olmadıkça değiştirilemezdi. Ama, Trump, anlamayanlara bir daha hatırlatmış oldu ki, uluslararası hukuk, gücünü ‘güç’ten alır, haklılık kavramından değil..

Trump’ın o vaadi de, onun tıpkı, ‘Müslümanları Amerika’dan kovacağım, mescidlerini, mâbedlerini de kapatacağım..’ deyişindeki gibi, sıradan bir günlük siyasî söylem değildi. Bu, Müslümanlara ve İslâm’a olan düşmanlıklarını ve tarih boyunca onların atalarının düzenlediği Haçlı Seferleri’ndeki ruh ne idiyse onun daha bir bayraklaştırılmasıydı.

Kudüs’ün batısını 1948’deki savaşlarda işgal eden İsrail rejimi, Haziran-1967’deki ‘6 Gün Savaşı’nda da, -Mescid-i Aqsâ’nın bulunduğu- Doğu Kudüs’ü de işgal etmişti ve bu işgal 53 yıldır devam ediyordu. Ve, uluslararası hukukun, işgal durumunda coğrafyanın hukûkî statüsünün değiştirilemeyeceğine dair kural da halen geçerli..

***

Ama, Trump ve Netenyahu, çağdaş ‘Mezar soyguncuları’ olarak, ellerinde bulundurdukları zor gücüne dayanarak ‘emr-i vâkî’ / ‘oldu- bitti’lerle netice almayı sürdürüyorlar. Nitekim, birkaç ay önce de, Suriye’ye aid ve yine 1967 Savaşı’ndan beri İsrail rejiminin işgalinde bulunan Cûlan (Golan) Tepeleri’ni, İsrail rejimine aid bir coğrafya olarak tanıdıklarını açıklayıvermişti. Şimdi de, 100. Yıl’ın Andlaşması gibi iddialı bir proğramla, mes’eleyi kendi zorba mantığına uygun olarak halledivereceğini sanıyor. En önemlisi, Kudüs’ün tamamının ‘İsrail’in değiştirilemez ve parçalanamaz ebedî başkenti’ olmasını öngören maddeler. Ve oradaki Müslümanlar; Kudüs’te ikamet edemeyecekler, sadece ibadet için, Mescid-i Aqsâ’ya ‘Yahudi Devleti olduğu’ bilhassa vurgulanan İsrail rejiminin askerlerinin iznine bağlı olarak..

Bu ‘mezar soygunculuğu’ proğramını Trump’ın açıklarken yanında duran Netenyahu’nun, ‘Hayatımın en Mutlu Günü..’ demesi boşuna değil yani..

Gün bugün ve ellerinde imkân var silâh var, zorbalık var, dünyada kimsenin kendilerine karşı çıkacak güçte olmadıklarını düşünüyorlar; yâni, tam bir ‘egomania’ /’ben manyaklığı’ durumu..

Onlara kızmaya hakkımız yok..

***

Asıl kızılacak olan kendimiziz.. Müslüman dünyası hele de son 100 yıldır, tam bir başsızlık ve parçalanmışlık manzarası yaşıyor. Bu parçaların hemen herbirisi de diğerinin paçasını ısırmaya ya da boğazını sıkmaya çalışıyor..

Osmanlı’nın parça parça edilmesinden sonra ortaya çıkan perişan durum ortada.. Trump’ın geçen yıl, doğru bir tesbitle, ‘Siz Körfez ülkeleri, biz olmasak; 1 hafta bile ayakta duramazsınız.. Öyleyse bunun bedelini ödeyeceksiniz..’ dediği devletçikler, şimdi Trump’ın proğramını açık ya da gizlice kabullenmiş oluyorlar; esasen, yapabilecekleri başka bir şey de yok..

Bu duruma bakarsak, geleceğe umutla bakmak zor; ama, ümitsizliğe teslim olmak da bize haram!.

***

‘1972- Munich’ isimli bir film izlemiştim 10-15 yıl öncelerde..

1972-Munich Olimpiyadları’nda bir müthiş eylem yapılmış ve sionist İsrail rejiminin bütün sporcuları rehine alınmıştı, Filistinli eylemcilerce.. Dünya diken üstündeydi.. İsrail Gizli İstihbarat Örgütü MOSSAD elemanları başta olmak üzere, bütün Batı dünyasının güvenlik birimleri devredeydi. Sonra, İsrail Başbakanı Bn. Golda Meir ‘bütün oyuncuların kurtarıldığını’ saat 22.00 civarında açıklamış ve Yahudi halkı sokaklarda şenlikler yapmaya başlamıştı. Ama, sporcuların tamamının da, kurtarma operasyonu sırasında, onları rehine alan Filistin’li eylemcilerle birlikte.. öldürüldüğü 3 saat kadar sonra anlaşılmıştı..

Film, o hadise üzerine kurulmuştu, elbette İsrail yanlısı idi; sionist yahudilerin bakış açısını ve onların gücünü ve karşı konulmazlığını anlatmak hedefine göre hazırlanmıştı.. Filmde, rehine alma eyleminin planlayıcıları dünyanın her tarafında belirlenip öldürülüyordu. Ama, bir yerde korkuları da yansıtılmıştı.. Nitekim, MOSSAD ajanı olan kişi, çok sıradan bir Yahudi görüntüsünde bir Filistinli’yle sohbet ediyor ve ‘İsrail çok güçlü.. En gelişmiş silâhlar, para gücü.. dünyadan diplomasi ve kamuoyu desteği.. Sizin ise, eliniz zayıf.. Boş bir mücadele değil mi sizinki?’ vs. deniliyordu.

Müslüman ise, yahudiye soruyordu:

- ‘Siz 2 bin yıl önce sürüldüğünüz topraklara dönmek için kaç yıl mücadele etmiştiniz?’

- İki bin yıl..

-Biz henüz yeni başlıyoruz!.

Evet, biz müslümanlar henüz yolun başındayız.. Onlar varsa biz de varız ve taa sonuna kadar da hep olacağız.. Çünkü, direnme gücümüzü haklılığımızdan ve yüksek insanî değerlerimizden alıyoruz.

Bütün mes’ele, bu savaşın hangi silâhlarla, hangi zaman ve mekânlarda nasıl verileceğinde..