İşte, "Ebû Katâde kimdir? Ebû Katâde nerede doğmuştur? Ebû Katâde ne zaman doğmuştur? Ebû Katâde nasıl Müslüman olmuştur? Ebû Katâde nasıl hicret etmiştir? Ebû Katâde nasıl evlenmiştir? Ebû Katâde’nin cesareti, Ebû Katâde‘nin hayatı, Ebû Katâde’nin vefatı…" sorularının cevapları...

Müslümanların sayısı Medine’de gün geçtikçe artıyordu. Bu arada hak dinin kurtarıcı eli Hz. Ebû Katâde'ye de ulaştı. Ebû Katâde (r.a.) hiç tereddüt etmeden Müslüman oldu.

"Faris-i Resulullah (Resulullahın süvarisi)" ünvanıyla anılan Hz. Ebû Katade, Uhud ve Hendek savaşlarına katıldı. Hicretin 6. yılında vuku bulan GabeZü-Gared Gazâsında çok büyük kahramanlıklar göstererek Peygamberimizin duasına ve methine mazhar oldu. Bu gaza şu şekilde cereyan etti:

Peygamberimizin sağılır durumda yirmi devesi vardı. Bunlar Gabe'de otlatılmakta iken Gatafan ve Fezârilerden kırk atlı bir gece baskın yaparak, develeri otlatan Hz. Ebû Zerr-i Gıfari'nin oğlunu şehit ettiler. Develeri de götürdüler. Sabahleyin develerin sütlerini Resulullaha götürmek için Gabe'ye hareket eden Seleme bin Ekva (r.a.), develerin götürüldüğünü haber alınca, Seniyetü'l Vedâ tepesine çıktı. Müşriklerin bazılarını gördü. Medine'ye doğru yöneldi ve üç kere, "Baskına uğradık! Yetişiniz, baskın var, savaş var!" diye bağırdı. Sesinin Medine'den duyulduğuna kanaat getirdikten sonra da baskıncıları takip etmeye koyuldu. Yaya olduğu halde onlara yetişti ve üzerlerine ok yağdırmaya başladı. Bir yandan da, "Ben Ekvâ'nın oğluyum! Bugün, alçakların öleceği gündür" diye haykırıyordu. Onlardan birkaçını öldürdü. Bazıları develeri bırakıp kaçmak mecburiyetinde kaldı.2

Durumu haber alan İslâm süvarileri, Peygamberimizin yanında toplandılar. Bu sırada Resulullahın süvarisi Ebû Katâde başını yıkamakla meşguldü. Atı kişnemeye ve ayaklarını yere vurmaya başladı. Ebû Katâde başını yıkamayı bırakarak, "Vallahi bu at süvari kokusu almıştır. Bu, hazırlanmış bir savaşa işarettir" dedi ve atına binerek hemen Peygamberimizin yanına gitti. Resulullah onu görür görmez, "Ey Ebû Katâde! Hemen hareket et. Allah yardımcın olsun" buyurdu. Hz. Ebû Katâde diğer süvarilerle birlikte baskıncı müşrikleri takibe başladı.

Onlara ilk yetişen Muhriz bin Nadre (r.a) oldu. Başından beri müşrikleri takip eden ve onları zor durumda bırakan Hz. Seleme bin Ekvâ, Hz. Muhriz'in önüne çıktı ve diğer süvariler de gelinceye kadar beklemesini istedi. Ancak şehit olmak arzusuyla dolu olan Muhriz, onun isteğini reddetti ve şöyle dedi: "Ey Seleme! Şayet sen Allah'a ve Ahiret gününe inanıyor, Cennet ve Cehennemi hak ve gerçek tanıyorsan benimle şehitlik arasından çekil" dedi. Ve müşriklerin üzerine yürüdü. Onlardan Abdurrahman bin Uyeyne'yi mızrakla yaraladı. Ancak o da Hz. Muhriz'i şehit etti. Ebû Katâde yetişti ve Muhriz'in katili Abdurrahman'ı öldürdü.

Bundan sonra müşrikleri takibe devam eden Hz. Ebû Katâde duraklamadan üzerlerine saldırdı. Reisleri olan Mes'ade'yi öldürdü. Bu adamı kendisinin öldürdüğünü belli etmek için kaftanını çıkardı, üzerine örttü. Ebû Katâde diyor ki:

"Sonra ilerledim. Mes'âde'nin yeğeninin üzerine yürüdüm. Kendisi on yedi kişilik bir süvari müfrezesinin içinde belli oluyordu. Onu mızrakladım. Sırt omurgasını vurup deldim. Yanında bulunan süvariler bozulup dağıldılar."

Peygamberimizle birlikte gelen Sahabiler, Ebû Katâde'nin öldürdüğü Mes'ade'nin üzerine örttüğü kaftanı görünce tanıdılar ve "Ebû Katâde öldürülmüş. İnna lillâhi ve innâ ileyhi râciûn" dediler. Peygamberimiz ise şöyle buyurdu: "Hayır, Ebû Katâde öldürülmemiştir. Fakat o ölü Ebû Katâde'nin öldürdüğü bir müşriktir. Ebû Katâde, onu kendisinin öldürdüğü bilinsin diye kendi kaftanını onun üzerine örtmüştür." Allah, Ebû Katâde'yi rahmetiyle esirgesin. Beni Peygamberlikle şereflendiren Allah'a yemin ederim ki, Ebu Katâde şiir okuyarak müşriklerin ardına düşmüştür." Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer koşarak ölü üzerindeki örtüyü açtılar. Mes'ade'nin yüzünü görünce, "Allahu Ekber! Allah ve Resulü doğru söylemiştir" dediler.

Neticede İslâm mücâhitleri müşrikleri bozguna uğrattılar. Develerin on tanesini kurtardılar. Ebû Katâde Peygamberimizin yanına geldiğinde Resulullah ona bakarak şöyle duâ etti:

"Ey Allah'ım! Onun saçına ve derisine bereket ver. Onu zinde yaşat ve muradına erdir."

Daha sonra "Mes'ade'yi sen mi öldürdün?" diye sordu. Ebû Katâde, "Evet" dedi. Peygamber Efendimiz onun yüzündeki yara izini gördü ve "Yanıma yaklaş" buyurdu. Ebû Katâde Resulullahın yanına yaklaştı. Peygamberimiz onun yarasına mübarek ağız suyunu sürdü. Neticede Ebû Katâde'nin hiçbir ağrısı ve sızısı kalmadı.

Mücahitler Medine'ye dönerlerken Peygamberimiz Ebu Katâde'yi ve Seleme bin Ekvâ'yı şöyle takdir ve taltif etti:

"Bugün süvarilerin en hayırlısı Ebû Katâde, piyadelerin en hayırlısı da Sele me idi."

Sahabîler, Allah'ın Resulü uğrunda böyle canlarını feda edercesine çalışıyorlardı. Resulullah da onlara hem dua ediyor, hem de methederek şevk veriyordu.

Hicretin 8. yılında Müslümanların Rumlarla yapmış olduğu Mute Savaşında, İslâm mücahitlerinin karşısına dikilen iki yüz bin kişilik düşman ordusunun yüz binini müşrik Arap askerleri teşkil ediyordu. Bunlar arasında Kudaalardan birçok kabile bulunuyordu. Bu kabilelerden birisi de Beni Gatafanlar idi. Gatafanlar, Medine'nin doğusunda yer alan Hadıra'da ikamet ediyorlardı. Peygamberimiz bu kabileyi cezalandırmak için askeri bir birlik hazırladı. Bu birliğin başına da cesaretini yakînen bildiği ve tedbirli hareket edeceğinden emin olduğu Ebu Katâde'yi kumandan tayin etti. Yolcu ederken şu tavsiyede bulundu: "Geceleri yürüyüp, gündüzleri gizleniniz. Dağınık düzenle dört taraftan kuşatarak Gatafanlara birden baskın yapınız. Kadınları ve çocukları öldürmeyiniz." Ebû Katâde, Peygamber Efendimizin tavsiyelerine harfiyen uydu. Çok tedbirli hareket etti. Hadıra'ya vardıklarında mücahitleri ikişer ikişer gruplara ayırdı. Allah'ın emirlerini yerine getirmelerini ve yasaklarından kaçınmalarını tavsiye etti ve devamla şunları söyledi:

"Ölmedikçe hiç kimse arkadaşından ayrılmayacak. Dönünce arkadaşı hakkında bana bilgi verecek. Arkadaşından sorulduğu zaman, 'Onun hakkında benim bilgim yok' demeyecek. Ben tekbir getirdiğim zaman siz de tekbir getireceksiniz. Kaçan düşmanı kovalamak için ardına düşüp birlikten uzaklaşmayacaksınız."

Ebû Katâde bunları söyledikten sonra tekbir getirerek Gatafanların konak yerlerinde kalabalık bir topluluğa hücum etti. Büyük bir zaferle Medine'ye döndüler.

Huneyn Savaşına katılan ve büyük kahramanlıklar gösteren Ebû Katâde, Tebük Savaşını da iştirak etti. Peygamberimizin hemen yanı başında yürüyordu. Resulullah bir ara Sahabelere, "Yarın su bulamazsınız, susuzluğa uğrayacaksınız" buyurarak ihtiyatlı olmalarını hatırlattı. Bunun üzerine Sahabiler su aramaya çıktılar. Ebû Katâde ise Peygamberimizin yanından ayrılmadı. Susuzluğa dayanabilirdi, ama Resulullaha bir zarar gelmesine tahammül edemezdi. Peygamberimizin yanında kalmayı tercih etti.

Gece idi. Bir ara Peygamber Efendimiz devesinin üzerinde uydu, düşecek gibi oldu. Ebû Katâde Resulullahın yanına geldi ve onu doğrulttu. Sonra da gözünü Peygamberimizden hiç ayırmadan başında nöbet tuttu. Peygamberimiz tekrar eğildi. Hz. Ebû Katâde yine doğrulttu. Bu defa Resulullah uyanmıştı. "Kimsiniz?" diye sordu. Ebû Katade olduğunu öğrenince şöyle duâ etti: "Sen Resulullahı koruduğun gibi Allah da seni korusun.”

Hz. Ebû Katâde, İslâm kardeşliğini bütün canlılığı ile yaşayan, yüksek ruhlu bir zâttı. Şu hâdise buna canlı bir misaldir:

Bir gün Peygamberimizin huzuruna bir cenaze getirdiler ve onun namazını kılmasını rica ettiler. Resulullah, "Bu zâtın borcu var mı?" diye sordu. "Evet, iki dinar borcu var" dediler. Peygamberimiz tekrar sordu: "Bu borcunu ödeyecek bir karşılık bıraktı mı?" "Hayır" cevabını verdiler. Peygamber Efendimiz "O halde götürünüz, onun namazını kılınız" buyurdu. Ebû Katâde de oradaydı. "Ya Resulallah, onun borcunu ödemeyi ben üzerime alıyorum" deyince, Peygamberimiz o zaman cenaze namazını kıldı.

Hz. Ebû Katâde iyililiği emredip, kötülükten alıkoymaya son derece itina gösterirdi. Her hal ve hareketinde Sünnet üzere hareket ederdi. Resulullaha olan sevgisi tarif edilemeyecek kadar yüceydi. Sevdiklerini Allah ve Resulü için severdi. Allah ve Resulünün rızası olmasa en yakınlarına bile iltifat etmezdi. Amcası oğlu Ka'b bin Malik (r.a.), mâzeretsiz olarak Tebük Savaşına katılmamıştı. Dönüşte Peygamberimiz onu yanına çağırdı. Ka'b, gazaya katılmamak için hiçbir mazereti olmadığını söyleyince, Resulullah, "Hakkında Allah'ın hükmü vahyedilinceye kadar bekle" buyurdu. Ve Sahabelerine onunla konuşmayı yasak etti. Bunun üzerine hiç kimse Ka'b bin Malik'le konuşmadı. Hz. Ka'b anlatıyor:

"Müslümanların bu suretle benimle münasebeti kesmeleri uzun sürünce gidip amcamın oğlu ve en çok sevdiğim Ebû Katâde'nin bahçesinin duvarını atladım ve ona selâm verdim. Allah'a yemin ederim ki, selâmımı almadı. Bunun üzerine, 'Ya Eba Katade! Allah için sana soruyorum. Allah'ı ve Resulünü ne kadar sevdiğimi biliyor musun?' dedim. Sustu. Sözümü tekrarladım, yine sustu. Yine tekrarladım, 'Allah ve Peygamberi daha iyi bilir' dedi. Bunun üzerine gözüm yaş dolup taştı. Arkama dönüp bahçeden çıktım.”

Bilindiği gibi, Hz, Ka'b sonradan İlâhî affa mazhar olarak, tekrar sevdiklerinin alâka ve iltifatına kavuştu.

Mukaddes hayatını Kurân'ın neşrine ve hadislerin yayılmasına hasreden Ebû Katâde, Peygamberimizden 170 tane hadis rivayet etmiştir. Bu hadisler, Müslim, Müsned ve diğer hadis kitaplarında yer alır. Onlardan biri şu meâldedir:

"Kim ki borçlusuna nefes aldırır, yahut ona mühlet verirse, Cenab-ı Hak onu, Kıyamet Gününde Arşının gölgesinde gölgelendirir."

Bir diğeri de şu meâldedir:

Resulullahın yanından bir cenaze geçirdiler. Resulullah "Rahata ermiş, yahut kendisinden kurtulunmuş" buyurdu. Sahabiler, "Bu rahatlayan ve kendisinden kurtulunan ne demektir?" diye sordular. Peygamberimiz şöyle buyurdu:

"Mü'min bir kul, dünyanın yorgunluğundan rahata erer. Günahkâr kuldan ise insanlar, melekler, ağaçlar ve hayvanlar kurtulup rahata ererler."

İlim ve irfanını ümmetine miras bırakan Ebû Katâde Hz. Ali'nin hilafeti sırasında Hicri 54'te. Medine'de vefât ettiği zaman, Peygamber Efendimizin Gabe Zü Gared Gazâsından sonra yaptığı, "Ey Allah'ım, onun saçına ve derisine bereket ver. Onu zinde yaşat" duasının bereketiyle on beş yaşında imiş gibi zinde ve dinç bulunuyordu.

Allah ondan razı olsun.